Dolar

34,5424

Euro

36,0063

Altın

3.006,41

Bist

9.549,89

“Biz sadece fiziki işgale uğramadık, ahlaki ve entelektüel işgale de uğradık”

Yazar Atasoy Müttüoğlu, 'Sömürgecilik, yalnızca fiziksel alanları işgal-istila etmedi, ahlaki-entelektüel alanları da işgal etti. Bu nedenledir ki, bugün, İslam toplumlarında her alanda çok ciddi varoluşsal tıkanıklıklar yaşanıyor” dedi.

3 Yıl Önce Güncellendi

2021-10-17 08:44:23

“Biz sadece fiziki işgale uğramadık, ahlaki ve entelektüel işgale de uğradık”

Yazar Atasoy Müftüoğlu‘nun ‘islamianaliz.com'da yayımlanan, “Zininsel konformizmin derin saltanatı” başlıklı makalesi şöyle:

Teknolojinin, bilimin, sekülerizmin, bir ideoloji olarak tahkim edilerek, bütün toplumlara-kültürlere dayatıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünyada, İslam toplumları, oryantalist sömürgeci bir epistemoloji, ideolojik bir epistemoloji tarafından işgal edildiği halde, bu olağanüstü durumu, mutlaklaştırılan bu durumu, sorgulama ve tartışma konusu yapamıyor. Bu nedenle de, Müslüman zihin/bilinç/bilgi, ideolojik-seküler dünya görüşünün belirlediği epistemik sınırları aşamıyor. İslami bütünü/bütünlüğü temsil ve tecrübe edemiyor. İslami dili, bilgi ve yorumu özgürleştiremiyor.

İslami bütünün-bütünlüğün dili-bilinci özgürleştirilemediği için, günümüzde yaşandığı üzere, dini popülizm, politik-resmi popülizm aracılığıyla her tür iktidara tabi kılınabilen, din'i yorumlarla karşı karşıya bulunuyoruz. Bu tür toplumlarda, bağımsız-eleştirel içerik üretilemediği için de, yoğun bir biçimde hamaset-mistifikasyon üretilerek toplumlar güçsüzleştiriliyor, gerçeklere yabancılaştırılıyor, kitleler duygusal bağımlılıklara ikna edilebiliyor. Duygusal bağımlılıklara ikna edilen, mistifikasyon aracılığıyla kontrol edilen toplumlarda, Türkiye'de de, küresel entelektüel alanda mücadele yürütebilecek bilinç savaşçısı, radikal düşünürler yetişmiyor, yetiştirilemiyor. Bilinç savaşçısı, radikal eleştirel düşünürlere sahip olmayan toplumlarda, bütün İslami ilkeler/değerler/anlamlar/ilişkiler, somut/pratik bir varoluşun ifadesi olmaktan çıkarılarak, soyut bir alana, istismar alanına hapsediliyor.

Aziz İslam'ın, yerli/milli/konformist/ sağcı/muhafazakar yaklaşım/yorum ve zihniyete hapsedildiği toplumlarda, duygusal bağımlılıklar sebebiyle, Müslümanlar, başka bir şimdi'yi hiçbir şekilde düşünemiyor, tasavvur edemiyor, her tür yozlaşmanın, bayağılaşmanın, lümpenleşmenin, görgüsüzlüğün toplumsallaştığı eşi ve benzeri görülmemiş mevcut durumu İslami bir durum olarak tanımlayabiliyor.

İçerisinde yaşadığımız dönemde, dijital iktidar-kültür hayatın bütün alanlarını sömürgeleştiriyor, insanı ve toplumu teknikleştiriyor. Maruz kaldığımız hızlı-kapsamlı değişim-dönüşümler, büyük belirsizlikler ve tehditler içeriyor.

Demokrasiler “taatrokrasi'ye dönüşüyor. Siyasal düşünürlerin, siyaset felsefecilerinin yerini, politik pazarlama ve kanaat teknisyenleri alıyor. Müslümanlar olarak, ahlak ve bilinç dünyamızın tam kalbinde olan temel meselelere yabancılaşıyoruz. İmajların, medyatikleşmenin, teknik uzmanlaşmanın, teknik çözümlemelerin dünyasında, İslami aidiyet, İslami iman/ahlak/vicdan bütünüyle istikrarsızlaşıyor. Din'i yorum ve fetvalar farklılaşıyor, çıkarlara göre belirleniyor. Resmi gerçeklik/gündem/yorum hakikati buharlaştırıyor. Anlam kaynağı dostlukların yerini çıkar kaynağı dostluklar alıyor.
İslami ahlak ve bilinç, yerinden yurdundan uzaklaşıyor.

İktidar patalojileri ve cinneti, iktidar çevreleri için özel doğrular, özel hakikatler ve özel fetvalar üretiyor. İslam dünyası ülkelerinde, halklar, İslam'ın ancak siyasal iktidarların çıkarları doğrultusunda, ulus-devletlerin çıkarları doğrultusunda istismar edilen yüzünü, folklorik yüzünü/boyutlarını görebiliyor. İslam toplumlarında geçmişe açık, geleceğe kapalı bir şimdi yaşandığı için, hiçbir şekilde yeni bir başlangıç, yeni bir yorum yapılamıyor, bu nedenle de İslami düşünce hayatı, kültür hayatı bugünün tarihini etkileyebilecek İslami içerik üretemiyor. Geçmişe açık, geleceğe kapalı şimdiler içerisinde yaşayan İslam toplumları, her toplum için farklı tezahürleri olan “Talibanlar” üretebiliyor.

Modern zamanları, ideolojik zamanlar olarak okumak gerekiyor. Modern zamanlarda ve halen, modernite adına, modern uygarlık adına bütün yalanlar, bütün ikiyüzlülükler, bütün sahtelikler ve kötülükler, barbarlıklar ve vahşet meşrulaştırıldı, meşrulaştırılabildi. Bütün bu meşrulaştırmalar, Batı dışı toplumlar, İslam dünyası toplumları, maruz kaldıkları yalanları-ikiyüzlülükleri-sahtelikleri teşhis edemedikleri için gerçekleşebildi. İçerisinde bulunduğumuz dönemde de, özellikle İslam toplumları iletişim imparatorluğunun dayattığı, görsel-işitsel iktidar karşısında, popülist propaganda klişeleriyle tutunmaya çalışıyor. Popülist propaganda dilinin, içeriğinin bütünüyle boşalmış olduğunu hatırlamak gerekiyor.

Günümüz dünyasında, toplumlarında gerçek siyasetin yerini, taatral siyaset, oportünist siyaset almıştır. Taatral ve oportünist siyasetin hakim olduğu toplumlarda bugün, sadece medyatik-oportünist aydınlar, medyatik-oportünist vaizler-fakihler, iktidar çıkarları adına, oportünist açıklamalar-fetvalarla kamuoyu imal etmeye çalışıyor.

Görsel-işitsel zamanlarda daha çok görülmek isteyen, daha çok gözetlenen kitleler, mahremiyet ahlakına/terbiyesine yabancılaşıyor. Kendilerini muhafazakar olarak tanımlayan kesimlerde mahremiyet hassasiyeti aşındığı için, fütursuzca, sosyal medyada büyük görgüsüzlükler, gösterişçilikler, kültürsüzlükler sergilenebiliyor. İslam'ı, soyut bir inanç-düşünce sistemi olarak algılayan muhafazakar kesimler, hiçbir biçimde bir bütünlük bilincine sahip olmayan, hiçbir şekilde tamamlanamayacak varoluşlar yaşıyor. İslam toplumlarında karizmatik popülizmler, toplumların-halkların gerçeklerle yüzleşmesini imkansız kılıyor. Din'i ve politik popülizmin bir araç olarak kullanıldığı toplumlarda kitleler, popüler duygular, popüler umutlar, popüler korkular peşinde sürükleniyor. Bu tür toplumlarda güvencesizlik duygusu toplumsallaşıyor. Hamaset temelinde inşa edilen duygusal-folklorik siyaset, toplumun zihin ve bilinç dünyasını yerli-milli sınırlar içerisine hapsediyor. İslam toplumlarında, yapısal duygusallıklar sebebiyle, kimi dönemlerde ideolojik yollarla, kimi dönemlerde hamasete dayalı propaganda yoluyla kolaylıkla kamuoyu imal edilebiliyor. Yerli-milli sınırlar-dil-düşünce-siyaset, bencil-ufuksuz, tek yanlı toplumlar oluşturuyor. Mezhep-etnik köken bencilliklerini aşamayan toplumlar-kültürler, insanlığın dünyasına, evrensel İslami alana nüfuz edemiyor. Mezhep ve etnik köken bencilliklerine dayalı dil-düşünce-siyaset, ilgili toplumları ya da kültürleri adalet duygusuna yabancılaştırıyor. Hangi bağlamda olursa olsun, yarar hesapçılıkları çok sefil varoluşlar oluşturuyor.

Biz Müslümanları, birbirimizden uzaklaştıracak, bizleri birbirimize yabancılaştıracak etnik köken ve mezhep bencilliklerini tahkim etmek, derin bir anlam ve ahlak kriziyle malûl olduğumuza işaret eder. Etnik köken ve mezhep bencilliklerini içselleştiren toplumlar-kültürler-siyasetler, insani hayatın, insanlık hayatının büyük meselelerine, büyük fikirlere, büyük bilgeliklere bütünüyle yabancıdır.

Bugün, ne yazık ki, aynıların parçalanması, İslami bünyeyi güçsüz-iradesiz kıldığı halde, böyle bir gerçek yokmuş gibi, iddialı iyimserlikler serdetmeye devam edebiliyoruz. İslam dünyası toplumları, bu toplumlarda etkili olan düşünce-kültür-edebiyat tarzı, zihinsel anlamda konformist edilgenliğin bitip tükenmeyen yanılsamalarıyla malûl olduğu için, İslam'ı kişisel inanç alanından çıkararak, bir dünya görüşüne, bir siyasal sisteme dönüştürmeyi başaramıyor.

İslam toplumlarında yaşanan entelektüel özgüven ve özgürlük kaybı sebebiyle sözünü ettiğimiz konformist yanılsamalar bir geleneğe dönüşüyor. Bu nedenledir ki bugün, İslam toplumlarında zihinsel konformizmin saltanatı, yapısal edilgenliğin rahatlığı yaşanıyor.

Modernitenin sekülerizm yoluyla bütün toplumlara dayatıldığı günden bu yana, İslam toplumları ve kültürleri, düşüncelere değil duygulara hitap eden bir dil-söylem ve siyaset üzerinde yoğunlaşıyor, düşünsel içerik/yorum/çözüm üretmek yerine, duygusal etki üretmeye çalışıyor.

Düşünürlerin yerini teknisyenlerin aldığı toplumlarda, siyaset kitlelerin duygularını kışkırtmak suretiyle bir gösteri biçimini alıyor. Gösteriye dönüşen siyasetin hakim olduğu toplumlarda, Türkiye'de de, anlam/ilke/bilgelik gibi varoluşsal değerlerin yerini, tüketim/başarı/performans gibi niceliksel değerler alıyor.
İslam toplumlarında düşüncenin, bilincin, felsefenin, üretkenliğin yerini, mistik ilgilerin/sezgilerin/mitolojilerin/Batıni unsurların aldığı günden bu yana, Müslümanlar gerçek dünya ile, gerçek tarihle ilişki kurmayı başaramıyor. Gerçek dünyaya ve gerçek tarihe, tarihsel gelişmelere yabancılaşan Müslümanlar, sömürgeci/ırkçı tarihe maruz kalıyor ve bu tarihin sistematik bir biçimde hışmına uğruyor. Sömürgeci/ırkçı tarihe maruz kalmak, bu tarihin hışmına uğramak epistemik bir emperyalizme, epistemik bir emperyalizm tarafından dayatılan bir hafızaya maruz kalmak anlamı taşıyor.

Epistemik emperyalizmle ilgili olarak yüksek bir farkındalığa sahip olmayan İslam toplumları-kültürleri, bu emperyalizmle hesaplaşmayı düşünmediği için, bu emperyalizmle uzlaşmış bulunuyor. Düşünce-kültür-edebiyat ve siyaset hayatında yüzlerce yıldır saltanatını sürdüren zihinsel konformizm, İslami aklı-düşünceyi kısıtlayarak/baskılayarak, bağımsız-yeni eleştirel yorum-içtihad üretme iradesini bütünüyle yok etti. Konformizm/romantizm ve nostaljinin saltanatı sebebiyle, epistemik-seküler emperyalizm, Batılı olmayan kültürleri, özellikle de, İslam kültürü ve dünya görüşünü, İslami aklı ve bilgi'yi göreceli hale getirdi. İslam toplumlarında, kendi kendilerini mutlaklaştıran din'i ya da politik karizmatik figürler, entelektüel bütün ufukları kapatarak/karartarak, düşünsel/kültürel/edebi/politik edilgenliği de mutlaklaştırdılar. Konformizmin saltanatını tahkim ettiler, kendi iktidarlarının devamını bu konformizm sayesinde sürdürdüler. Bu nedenle de, İslam toplumlarında, İslami bütünü ve bütünlüğü temsil eden, temsil etmesi gereken bilincin belirleyiciliği sona erdi.

Radikal değişim, radikal düşünce ve eleştirinin tayin edici hale gelmesiyle mümkün olabilir. Yapısal-temel-varoluşsal sorunların, sınırları ve kuşakları aşan sorunların, duygusallıklarla çözümlenemeyeceğini görmek gerekir. Gerçek varoluş, bilinçli varoluştur, bilinçli farkındalıktır. Bilinç bütün boyutları ve ufukları görmekle başlar. Ancak bilinçli ve sorumlu varoluşlarla gerçek umutlar üretilebilir. Sömürgecilik, yalnızca fiziksel alanları işgal-istila etmedi, ahlaki-entelektüel alanları da işgal etti. Bu nedenledir ki, bugün, İslam toplumlarında her alanda çok ciddi varoluşsal tıkanıklıklar yaşanıyor. İslam toplumlarında zihinsel konformizm toplumsal farkındalığa geçit vermediği gibi, toplumu, toplumları edilgenleştiriyor ve kitleselleştiriyor. Bu durum, eleştirel bilinci yok ediyor. Bu nedenle de, politik iktidarların, İslam'ı, kendi çıkarları ve saltanatlarına hizmet edecek şekilde yapılandırmaları, yorumlamaları, araçsallaştırmaları engellenemiyor, toplumsal sorgulama konusu yapılamıyor. Zihinsel konformizm tek boyutlu toplumlar oluşturuyor. Tek boyutlu toplumlar da tarihin akışını-gidişatını etkileyemiyor, değiştiremiyor. Konformist toplumlar, kendilerine yönelik baskı ve kısıtlamaları, hikmet-i hükümetle ilgili uygulamalar olduğunu düşünerek tartışma konusu yapmıyor, yapamıyor.

Kaynak: islamianaliz.com

Haber Ara