Trabzonlu George, Hristiyan dinine hizmet edebilecek bir güce hayranlık duyuyordu. Dünyanın hâkimi Müslüman Türkler idi ve yükselişleri engellenemiyordu. O zaman yapılması gereken bu gücü Hristiyanlığın hizmetinde kullanmaktı. Çözüm ise Fatih`in şahsında Türkleri Hristiyanlaştırmaktı...
1465 yılında George of Trebizond (Trabzonlu George) Papa II. Paul tarafından rapor hazırlaması gayesi ile Konstantinopolis'e gönderilmişti. Girit doğumlu George İstanbul'un fethinden yıllar önce İtalya'ya yerleşen Yunanlı aydınlardan biriydi. George`un ana misyonu Türkler ve bölge insanı üzerine rapor hazırlamak olsa da aslında çok daha önemli bir vazifesi daha vardı: Türk sultanını Hristiyanlığa davet etmek. II. Paul bu şekilde halefi II. Pius'un başaramadığını gerçekleştirmek istiyordu. Asıl amaç, sultanın özelinde bütün Türkleri Hristiyanlaştırarak Türk tehdidinin önüne geçmekti. Hadiseler planlandığı gibi gerçekleşmedi "büyük Türk" Fatih Sultan Mehmed, George'u huzuruna dahi kabul etmedi. Başarısızlık ile sonuçlanan misyondan sonra işler George için hiç iyi gitmedi. Roma`ya dönüş yolculuğu sırasında Papa'nın emri ile tutuklatılıp Rom'da Castel Sant' Angelo`da zindana atıldı.
O methiyeyi yapmayacaktı...
Peki Papa'yı bu kadar öfkelendiren ne idi? Neden ani bir karar ile önemli bir misyon için vazifelendirdiği birisini tutuklattırıp zindana attırtmıştı? Cevap, Georg'un Fatih için kullandığı ifadelerde yatmaktaydı. Papalığın ve dolayısı ile Hristiyanlığın o dönemdeki en azılı düşmanını "Romalıların ve dünyanın imparatoru" olarak tanımlaması aslında George`un akıbetinin de bir anlamda habercisiydi. Bir elçisi tarafından 'İsa'nın baş düşmanı'na evrensel hükümdarlık yüklenilmesi II. Paul'ün bütün itibarını alt üst etmiş, açıkçası George`u tutuklatmaktan başka elinde bir seçenek de kalmamıştı.
İtalya'yı fethetmesini istedi
Üstelik George, Fatih hakkında sadece övgü dolu sözler kullanmak ile kalmamış, "Büyük Türk'e" mektuplar yazıp İtalya'da olan bitenden, halkın hoşnutsuzluğundan bahsederek İtalya'yı fethetmesinde acele etmesini istemişti. Hatta, hapishanede dahi fikirlerinden vazgeçmemiş Fatih`i övmeye devam ederek onun dünyanın hâkimi (imparatoru) olduğuna olan inancını defaatle dile getirmişti. George`un suçu sabit ve göz ardı edilemezdi. Hem Türk Sultanını övmüş, yetmemiş üstüne bir de onu Hristiyanlığın kalbini fethetmesi için cesaretlendirmişti.
Oysa, II. Paul gençlik yıllarında – henüz Papa olmamışken – George'a talebelik yapmıştı. Eski hocasının ihanet içeren bu sözleri hem şahsı hem de papalık için skandal niteliğindeydi. Ancak yine de hocasına merhamet göstermeyi tercih etti. Tabii ki George'un sözlerinden pişmanlık duyduğunu ve Fatih için kullandığı ifadeleri reddettiğini beyan etmesi karşılığında. Öyle de oldu. İmzalı bir beyanla George şu ifadeleri kullanmak zorunda kaldı: "Yazmama rağmen (önceden yazdıklarını kastediyor) bu sahsın Romalıların kralı ve imparatoru olduğunu reddediyorum."
Belki günümüz insanı için asıl ilginç olanı anavatanı Türkler tarafından ele geçirilen bir Yunanlı entelektüelin, küçüklüğünden beri bu arzu ile yaşamış ve kendisine hedef koymuş bir lideri övgü dolu sözler ile tanımlamış olmasıdır. George, Girit'te doğmuş olsa da ailesinin aslı Trabzon`dan gelmekteydi ve bu sebeple Trabzonlu George olarak anılmaktaydı. Fatih ise 1461 yılında George`un köklerinin dayandığı toprakları imparatorluğunun bir parçası yapmıştı. Prensipte Fatih`ten nefret etmesi gerekmez miydi? Nefret bir yana üstelik George, Fatih'i İtalya'yı fethetmesi için teşvik etmekteydi. Bu sorunun cevabının başlı başına ayrı bir makalenin konusu olduğunu not düşerek kısaca analiz etmeye çalışırsak; George'un görüşlerindeki rasyonel, onun dini görüşlerinde yatmaktaydı diyebiliriz. Yaşadığı asırdaki her bir birey gibi o da etrafındaki hadiselere dini pencereden bakmakta ve onlara dini bir anlam vermekteydi. Bu görüş açısı ile George da Türklerin yükselişine tanrısal bir önem yüklemekteydi.
Türkler seçilmiş midir?
Bu izah beraberinde "Türkler seçilmiş midir?" sorusunu da haliyle beraberinde getirmektedir. Bu sorunun cevabı George`un eskatolojik vizyonunda yatmaktadır. Ona göre Osmanlı Türkleri Hristiyan dünyası için bir tehdit oluşturmamakta, bilakis, Hristiyanlığın kurtuluşu için bir anahtar rolü oynamaktaydı. Bu anahtar ise "Romalıların ve dünyanın imparatoru" olarak paye verdiği Fatih Sultan Mehmed'in elindeydi. Ona göre Fatih, Hristiyanlığı kabul ederek yeryüzündeki tüm milletlere barış ve refah getirebilirdi. Bu bakış açısı ile İstanbul'un fethinin hemen akabinde şu ifadeleri kullanmaktan çekinmeyecekti: "Benim görüşüme göre Tanrı bu zamana kadar hiçbir insana (ve bu zamandan sonra da olmayacak) size (Fatih) bahşettiği dünyanın tek hâkimi olma şansını vermemiştir. Konstantinopolis`in Tanrı tarafından size ihsan edildiğini duyduğumda vardığım sonuç budur."
Bir Yunanlı olarak George, dini görüşlerinden kaynaklanan rasyonel ile Yunan başkentinin Fatih tarafından fethedilmesini bile alkışlamıştı. Yine aynı sebepten ilahi bir planın gereği olarak onu (Fatih) Hristiyanlaştırmak istiyordu. İşte, Papa tarafından İstanbul`a gönderildiğinde bunu hedeflemekteydi. George`a göre hakikat Hristiyanlığın Katolik versiyonunda yatmaktaydı ve İslam'ı da Hristiyanlığın sapkın bir mezhebi olarak gördüğünden Fatih'in şahsında Türklerin gerçekle buluşması (Hristiyan olmaları) zor olmayacaktı.
Apokaliptik görüşler
George'un Fatih'i Hristiyan yapmak istemesindeki bir başka dini gerekçe de onun apokaliptik görüşlerinde saklıdır. Bu fikirlerine ise Pseudo-Methodius olarak bilinen 7. yüzyılda yazıldığı tahmin edilen Süryanice bir eser kaynaklık etmekteydi. Pseudo-Methodius'da anlatılana göre Ishmaelites (Ortaçağ kaynaklarında Müslümanlar için kullanılan bir başka ifade) Latin imparatorluğunu fethedecekti. İlaveten, belki birçoğumuza ilginç gelebilecek şekilde George, Tanrı tarafından gerçek seçilmiş olanların İshak'ın soyundan değil İsmail'in soyundan gelenler olduğunu iddia etmiştir. Görüşlerine destek olarak da Yaratılış 16:9-11 kısımlarını sundu: 2 RAB'bin meleği, "Hanımına dön ve ona boyun eğ" dedi, 10 "Senin soyunu öyle çoğaltacağım ki, kimse sayamayacak. 11 "İşte hamilesin, bir oğlun olacak, Adını İsmail koyacaksın. Çünkü RAB sıkıntı içindeki yakarışını işitti.
Fatih Sultan Mehmed, dolayısı ile de Türkleri de İsmail'in soyuna bağlayınca apokaliptik görüşlerine bir anlam katmış oldu. Peki, bir Yunanlı olan George, Türklerin farklı ırka mensup olduğunu bilmeyecek kadar cahil miydi? Tabii ki hayır, zira bir Yunanlı entelektüel olarak Bizans tarihini iyi bilmekte ve bu ayrımın farkındaydı. Onun İsmailoğlularından (İsmail'in soyundan gelenlerden) kastı Müslümanlardı ve Fatih Müslümanların en haşmetli lideriydi. Ancak yine de "Senin soyunu öyle çoğaltacağım ki, kimse sayamayacak" cümlesinden bu sonucu çıkartması zorlamalı bir izah olarak görülmüş olmalı ki fikirlerine pek taraftar bulabildiği söylenemez, Her hâlükârda, George, İstanbul'un fatihi II. Mehmed'i Hristiyan yaparak Müslümanların ürkütücü saltanatına engel olmak istemekteydi. Daha açık bir ifadeyle Konstantinopolis'in Müslüman fatihini evrensel bir Hristiyan imparatora dönüştürme gayesi gütmekteydi.
Kelle tehlikeye girene kadar...
Lakin, birçok romantik idealist gibi George da uygulamada başarısız olacak- Fatih`e önceden haber verilmiş midir mi bilinmez ama – onu huzuruna dahi kabul etmeyecekti. Fatih'i dininden döndürememiş ancak kendisi canından olmamak için resmi bir beyanla sözlerinden pişman olduğunu ilan etmek zorunda kalmıştı. Yine birçok romantik idealistte görüldüğü üzere davasını "kelle tehlikede oluncaya kadar" sürdürmüş, sonra caymıştı. Eski talebesi Papa II. Paul, araya girmeseydi belki ondan da olmuştu. Görüleceği üzere Papa'nın hocası olmak dahi – hangi gerekçelerle olursa olsun- Türk'e methiye düşenlere tam bir güvenlik sağlamıyordu. George hayatını kurtarmak için reddiye yazmak, üstelik Fatih'in ismini bile anma cesareti gösteremeden "bu şahıs" demek zorunda kalmıştı.
Yazımızın başındaki George'un Fatih hakkındaki ifadelerinden birçoğumuz belki etkilenmiş, onun övgülerini bir hayranlık ifadesi olarak değerlendirmiş olabiliriz. Lakin, George'un eskatolojik vizyonu, apokaliptik görüşleri yani dini yorumlama şekli göz önüne alındığında meselenin aslının hiç de öyle olmadığı anlaşılacaktır. George, Fatih`in şahsında Osmanlı Türklerine hayranlık mı duymaktaydı? Aslında, o Hristiyan dinine hizmet edebilecek bir güce hayranlık duymaktaydı. Ona göre mevcut dünyanın hâkimi Müslüman Türkler idi. Her şeyden önemlisi yükselişleri engellenememekteydi ve yakın zamanda engellenebilecek gibi de gözükmüyordu. O zaman yapması gereken bu gücü Hristiyanlığın hizmetinde kullanmaktı. Çözüm ise Fatih'in şahsında Türkleri Hristiyanlaştırmaktı. Sonuç olarak, George'un hayranlık duyduğu idealindeki Türk, Müslümanlığını terk etmiş, Hristiyan bir imparator figürüydü.
Star