Bugün size; başımdan geçen ilginç olduğu kadar, düşündürücü bir olayı paylaşacağım.
Bir kurumun düzenlediği fotoğraf yarışmasına katılmak için çektiğimiz fotoğrafları teslim edip, dönerken arkadaşım, “Haydi gel, en çok sevdiğim tatlıdan sana da ısmarlayayım. Eminim ki sen de çok beğeneceksin” dedi.
İtiraz etmedim, bilakis memnun oldum. Çünkü tatlıya karşı bir bağımlılığım var.
Lütfen, “2 sakızlı muhallebi” dedi arkadaşım garsona.
İsmini duymuştum ama, o ana kadar hiç tatmamıştım.
Garsonun getirdiği sakızlı muhallebiyi zevk ve iştahla yedik ve sonra ayrıldık.
Onun oturduğu yer yakındı, yürüyerek gitti. Ben ise durağa doğru yol aldım.
Vakitte geç olmuştu. Gelecek olan otobüs, son seferini yapan otobüstü.
Otobüsü kaçırmamak için hızlı hızlı yürürken, bir yandan da tadı damağımda kalan sakızlı muhallebiyi düşünüyordum.
Durağa geldiğimde, kimsecikler yoktu. Saatime baktım otobüsün gelmesine daha 15 dakika var.
Gece belirli saatten sonra, koca şehir ıssızlaşıyor, gölgelerin ürkütücü boyu uzuyordu.
Duraktaki bankta otururken, arkasında çuvalı olan üstü başı kirli ve yırtık, saçı sakalı birbirine karışmış garip bir adam yanıma oturdu. Adamla aramda bir oturmalık yer boştu. Oraya da sırtından indirdiği çuvalı koydu. Elleri titriyor, dudakları mırıldıyor, kendi kendine bir şeyler söylüyor, ama ne söylediği anlaşılmıyordu.
Çaktırmadan bir yandan onu izliyor, bir yandan da otobüsü kaçırmamak için gözüm yoldan ayırmıyordum.
Onu izlerken tedirgin olmadım desem yalan olur.
Tedirginliğimi daha da artıran bir şey oldu. Yanımdaki boş koltuğa koyduğu çuvalın içinde bir şeyler kıpırdamaya başladı.
Ne olabilirdi ki bu çuvalın içinde.
Çuvaldaki kıpırtılar artınca, garip adam çuvalın ağzındaki ipi gevşetti. İp gevşer gevşemez bir kedi yavrusu kendini dışarı attı.
Adam çuvalın ipini yeniden bağladı, çünkü çuvalın içinde bir değil birkaç tane daha kedi vardı.
Çuvaldan çıkan kediyi tutup, yeniden çuvala koydu ve çuvalın ağzını yeniden sıkıca kapattı.
Allah'tan çuvalın dış örme ipleri sıkıca değil, hava girecek kadar delikler vardı.
Adama, çuvaldaki kedileri bırakması için bir şeyler söylemek istedim; ama çekindim ve korktum.
Ya ters tepki verirse, ya gerçekten bana karşı bir harekette bulunursa, ne yapacaktım.
Çünkü son günlerde yaşadığım metropolde çok sayıda tinerci vahşeti başta olmak üzere karanlık cinayetler işlenmişti.
Evdeki ailemi ve çocuklarımı düşündüm. Yan gözle, tedirgince izlerken, karşıdan bir grup genç hararetli hararetli tartışarak geliyordu.
Bu durumu gören garip adam, birden ayağa kalktı ve çuvalı kaptığı gibi hızlı hızlı duraktan uzaklaşmaya başladı.
Merakım ve heyecanım tavan yapmıştı. Bu adam çuvalın içindeki kedileri ne yapacaktı.
Aklımı korkunç düşünceler kapladı. Yoksa kedileri kesip, kanını mı içecekti.
Bu bir vampirlikti. İnsanlık dışı bir olay. Zihnim allak bullak olmuştu.
İçimdeki his, “bu işte bir iş var, bu adamı takip et” diyordu.
Bir yandan da son otobüsü kaçırmamam gerektiğini düşünüyordum.
Baktım olacak gibi değil, son otobüsü beklemek yerine, adamın arkasından gizlice, görünmeden yürümeye-takip etmeye başladım.
Kalbim korkudan küt küt artıyordu. Uzun süre takip ettim. Adam bir yandan hızlı hızlı yürürken, diğer yandan da arkadan biri takip ediyor mu diye bakıyordu. Bir müddet sonra ışıkların azaldığı, surların içine daldı. Çevrede kimsecikler de yoktu. Karanlıkta adam kesseler, kimsenin haberi olmayacaktı.
Korkularıma rağmen adamın peşini bırakmadım.
Surların içinde kuytu bir yere girdi. Allahtan ki uzaktaki lambanın ışığı, adamın girdiği yeri az çok aydınlatıyordu.
Adam sırtındaki çuvalı indirip, kenara koydu. Yere oturdu. Uzun müddet sessizce durdu.
Ben ise, uzaktan, adamı görebileceğim bir duvarın karanlık gölgesinden onu izliyordum.
Acaba, çuvaldaki kedileri ne yapacaktı. Düşündükçe, aklımı korkunç düşünceler kaplıyordu.
Birden aklıma geçen yıl, arkadaşımın kar beyaz ismini verdiği kaybolan kedisi aklıma geldi. Arkadaşım üzüntüsünden uzun süre her şeyden elini eteğini çekmiş, kimseyle görüşmemişti. Allah'tan şükür ki kedisi kendiliğinden çıkıp gelmişti. Arkadaşımın sevincini görecektiniz. Öyle çok mutlu olmuştu ki, tekrar normal hayata dönmüştü.
Hayatımda hiç böyle bir olayla karşılaşmamıştım. Başıma ilk defa böyle bir şey geldi.
Bir gazeteci refleksi-dürtüsüyle bu olayı çözmeliydim.
Adamı izlerken, ayağa kalktı, duvardan eski bezle sarılmış bir şey indirdi.
Adam sarılmış bezden bir bıçak çıkardı, uzaktaki ışığın yansıması ile bıçak parıldıyordu.
“Aman Allahım! dedim. Kedileri kesecek”. Alnımdan soğuk terler akmaya başladı, nabzımın atışı arttı.
Korkudan titriyordum.
Bıçağın pasını üstündeki elbiseye sildi. Cebinden çıkardığı biley taşı ile bıçağı bilemeye başladı.
Bıçağı bilerken çıkardığı ses, sanki kalbime saplanıyordu.
Dayanılacak gibi değildi, ama dayanmalıydım, “bu işin sonu nereye varacak” diye.
Bıçağı bileme işi bitince yan tarafına koydu. Sonra Tüpgazın üzerine bir tencere koydu. Tencerenin içine de bir şey akıttı. “Herhalde yağ” dedim, “Kedileri kesip, pişirecek.”
“Bu çağda, nasıl olur, bu bir vahşilik, cinayet” diyordum kendi kendime.
İçimde ne kadar önyargılı düşünce varsa meczup olarak nitelediğim garip adama yükledim.
Adeta suçlu makinesi yaptım.
Sonra birden beklemediğim, önyargılarımı yerle bir eden bir şey oldu.
Adam kaynayan tencereyi yerden indirdikten sonra, duvarda asılı olan ekmekleri tencereye doğramaya başladı.
Daha sonra da tenceredeki yemeği geniş, yayvan bir tepsinin içine döktü.
Derin bir nefes aldı, çuvalın ipini gevşetmeye başladığında kedi yavruları birer birer dışarı çıktı.
Kedi yavruları adamın üstüne, kucağına doldu.
Adam hepsini teker teker okşayıp, öptü.
Sonra tepsinin kapağını açınca kedi yavruları büyük ziyafete daldı.
O anı, garip adamın sevincini görecektiniz.
Öyle çok mutluydu ki, sevincinden ağladığını hissetim.
Yüreğim parçalandı.
Oysa ben, o garip adam hakkında, ne çok ön yargıda bulunmuştum. Ben ona ders verecekken, o bana ders verdi.
Bütün önyargılarımı yerle bir etti.
Aklıma birden, "İnsanlardaki önyargıyı parçalamak, benim atomu parçalamamdan çok daha zor” diyen Einstein geldi.
Şunu anladım ki, dışarıda gördüğümüz toplum tarafından dışlanan bu insanlar, gerçekten toplumda insan geçinen kalabalıklardan daha iyi ve merhametli.
Bundan sonra kimsenin dış görüşüne göre bakıp değerlendirme yapmayacağıma dair kendi kendime söz verdim.
Fakat hikayemin sonu burada bitmedi.
Yine içimdeki gazetecilik dürtüsüyle, “Bu olayın bir hikayesi olmalı. Bu adam kim, bu hale nasıl geldi?” sorusuna cevap bulmalıydım ve de zihnimi kurcalayan bu soruların cevabını bulmak için tekrar yollara düştüm.
(Bu öykü Hurşit Akyıl'ın ‘Tükenmişlik Sendromu' isimli kitabından alınmıştır.)