Türk edebiyatına yön veren ve adını tarihe kazıyan ünlü isimler hayatlar deneyimlerini ve duygularını beyak kağıtlara dökerken içerisinde bulundukları siyasal sosyal ve kültürel ortamı da günlüklerine yansıtmaktan geri kalmamışlardır.
"Galiba evde oturmaya o kadar alışmışım ki sanki evden çıkınca gerçek bir dünyada yaşamıyorum.Evin dışında her yer sanki aynı, sanki bütün insanlar birbirine benziyor.Ne acıklı değil mi?" diyor bir günlüğünde Oğuz Atay
Ömer Seyfettin ise Balkan Harbi Günlüklerinde, " Şimdi herkes yarını bekliyor fakat her yarın başka bir ümitsizlik bırakarak geçip gidiyor.Hatırasız bir dün oluyor" diyor notunda....
İşte en önemli isimlerin günlüklerinden bir derleme:
CEMAL SÜREYA
543. Gün
Milliyet Sanat'a uğradım. Fethi Naci Eleştiri Günlüğü'nü yollamış.
TV'de, sekiz otuz haberlerinde, birden, Edip Cansever'in ölüm haberi verildi. Bu haber inanılmaz ölçüde sarstı beni. Rastlanmadık bir biçimde ve yüksek sesle ağlamaya başladım. Oğlum fazla kaygılanmış, gelip avutucu şeyler söyledi. Turgut'ta bunca sarsılmamıştım. Üst üste gelişte bir şey var belki. Otuz yıllık arkadaşımdı. Yalnız sanat serüvenimizi değil, haya serüvenimiz de iç içe durumlar yaşamıştır.
544. Gün
Sabah altıda evden çıktım. Bomboş sokakları dolaştım durdum. Başımda bir uğultu. Tuhaf da bir heyecan. Rıhtımda yürüdüm. 1 Haziran 1986
TURGUT UYAR
30.01.1956
Az konuşur olmayı, suskun olmayı erdem saymıyorum artık. Kendini kaçırmak, kendini gizlemek gibi geliyor bana.
27.02.1956
İzinliyim. Boşum. İlgisiz dolaşıyorum sokaklarda. Bu boşluk, bu kayıtsızlık ürküntü veriyor bana. Doğaya uygun, yapmacıksız bir yaşama özlüyorum. Kurtuluşumuz şiirden falan gelmeyecek, yaşamamızdan gelecek gelecekse.
CAHİT ZARİFOĞLU
ANKARA 1978 28 KASIM
Üstad Necip Fazıl'ı Mola otelinde ziyaret ettik. Büyük Doğu'yu son beş sayı çıkarıp kapayışından sonra, arkadaşlar Akif, Erdem, Rasim onunla ilk kez karşılaşıyorlar. Alaeddin ve Mehmet de var. Üstad:
-Büyük Doğu son çıkışında en parlak dönemini yaşadı. Kapanmasında çeşitli nedenler oldu. Ama en büyük amil siz oldunuz, dedi.
Otelin ilk katında, lobideyiz. Üstad sakin, yumuşak ve yalnız. Saat 18'de beni Akabeden aradığında,
-Arkadaşlara da haber ver, gelsinler, son bir görüşme yapalım, dedi. Erdemle Rasim'i görebileceğimi söyledim. Bu telefondan az önce, bu ikisine Üstad'ın önceki gelişinde yine kendilerini istediğini; ancak kendilerine haber veremediğimi anlatıyordum. Telefon tam o anda geldi. Büroya çıktık. Yine Üstad'ın telefonu. Bu kez Akif'le Hasan'ı da haberdar etmemi istedi.
Lobi tenha. Üstad:
-Bana giran geldiniz, diyor. Geçen olayları kısaca özetliyor. Rapor 4'te yazdıklarını ılımlı bir dille tekrar ediyor bir bakıma.
Üstad'ın söylediklerini, aradan 24 saat bile geçmediği halde hemen hemen hiç hatırlamıyorum. Tek tek cümleler aklıma geliyor. Mesela,
-Yalnızım, dedi.
Ondan böyle bir şeyi ilk defa duydum. Korkuyor insan.
(Yaşamak)
HİLMİ YAVUZ
Sabah, 24 Mayıs
Bu kaldırımüstü açık hava kahvesini seviyorum. Sabahları güneş almıyor ve rüzgâr duyumsanabiliyor. İlkyaz sabahları bu kentte, bir ağaç hışırtısıyla, işte buradayım, bu kahvede çayımı içmeye hazırlanıyorken, birden, bir kokuyla, belirsiz, geliveriyor. Kağşamış gövdemi üşütmemeye çalışarak ve onunla, o yaşlı, atık gövdeyle, genç ilkyaz arasındaki karşıtlığı bilincimde kavrayarak; bilincimin, işte bir ince dilim limon koyup, gövdeyle ilkyazın bileşimi olduğunu düşünerek, içiyorum çayımı.
Eskiden, çok eskiden bir öykü yazmıştım. Malte gibi söyleyeyim: Ah, öyküler yazardım ben, genç kızların mavi kurdelelerinden söz açan, düz pabuçlu ve ince beyaz pardösüleri olan ve yağmurlardan; o öykülerden birinde, akşamları sokağa çıktığımda yüzüme menekşelerin atıldığını yazmıştım; -ve ah, cumartesiler başkadır, sokaklar başkadır' diye yazmıştım. Şimdi burada, bu zarif kaldırımüstü kahvesinde, İstanbul'da, ondan asla kopamadığım için beni izlemeyen bu kentte, (şimdi neler çağrıştırıyor, bu kent, polis seni izliyor'lardan, polis izliyor'a) bu cumartesi sabahı, limonlu çayımı bitirmek üzereyken ve nedense bir çay daha isteyerek, gündelik yaşamımı inceltiyorum sanki.
(Geçmiş Yaz Defterleri)
CEMİL MERİÇ
26.2.1963
Ağaç her gün meyve vermez. Konuşmayan ağaçlar da vardır. Ne dallarında çiçekler gülümser baharları, ne çiçeklerinde arılar dolaşır. Konuşmayan ağaçlar da var
Zindanda söylenen şarkıyı kim dinler? Zindanda söylenen şarkı ölüm kokar, zincir kokar, küf kokar. Ölüm açacak kapısını bir sabah o zindanın, ardına kadar.
Kuşlar gibi geçiyor günler önünden, cıvıldamıyorlar. Günler tren, günler mavi ufuklarda eriyen birer ümit. Kanatlarından yakalayamıyorsun kuşları. Tren sessiz gidiyor rüya ülkelerine.
(Jurnal – Cilt 1)
NECİP FAZIL
Cuma, 9 Ocak
Bugün hava yağmurlu ve puslu Saat 2'ye 5 var Bu âna kadar defterimi açamadım. Halim bir tuhaf
Bugün anladım ki, beni delikten çağırdıkları, meydancı gelip Bir isteğin var mı? diye sorduğu, berberin tıraşa geldiği, hasılı insanlarla temas ettiğim an, üstüme acayip bir uyuşukluk, sinsi bir donukluk, anlatılmaz bir garipseme hissi çöküyor. Hayret! Bir aylık yalnızlığın tesirine bakın! Hayırdır inşallah; nereye gidiyorum?
Perşembe, 15 Ocak
Şiir kitabımı bitirdim; ve güya rahat bir nefes aldım. Hava suratlı
Saat üç buçuk Gaz sobam trampet çalıyor. Yevmiyemin 40'ıncı gününe rastlayacak olan 20 Ocak Salı gününün iple çekiyorum.
Cuma, 16 Ocak
Allah Başka tek kelime söyleyemeyecek haldeyim.
(Kırk Günlük Hapishane Yevmiyesi-Cinnet Mustatili)
OKTAY AKBAL
28 Aralık Çarşamba
Ocak'ın 29'unda tam on yıl olacak. Ziya Osman Saba'yı karlı bir havada Eyüp'te toprağa vermiştik. Yıllar çabuk mu geçiyor belirli bir yaştan sonra? Çocuklukta günler, haftalar bitmezdi bir türlü. Ama yolun yarısına gelmeyegör, her şey kopuk bir film gibi akıveriyor Ziya Osman'ı son görüşümde ince bir dosya çıkarmıştı çekmeceden. Nefes Almak yazıyordu üzerinde. Yeni kitabıydı. Ölümümden sonra çıkacak, demişti. Haydi haydi, demiştim, Okurları o kadar bekletmeye hakkın var mı? Gülümsemişti. Birkaç hafta sonrasını mı düşünerek. Ben düşünememiştim o günden ötesini. Canlı bir insanın, hele bir dostun, bir sevilenin yok olabileceğini düşleyemiyoruz.
On yıl geçip gitmiş bile. Şiirlerini karıştırıyorum. Bilmeyen, Ziya Osman'ı yaşamı süresince ölümü özleyerek bekleyen biri sanır. Hep ölüm, hep ölüm düşünceleri. O ölümü değil, dünyada bulunamayacak bir çeşit yaşamı özlüyordu.
(Anılarda Görmek)