Hatıralarda yaşayan meslekler
Çerçiler, eşek veya at üstünde taşıdıkları iğneden ipliğe birçok tuhafiye ürününü, sokak sokak dolaşıp vatandaşa malı karşılığında takas edere ya da para karşılığında satardı. Aylakçılar ise ramazanda kıyafet değiştirip dilencilerin arasına karışır, sadaka, fitre ve zekât toplardı

Oluşturma Tarihi: 2021-10-09 22:47:10

Güncelleme Tarihi: 2021-10-09 22:47:10

Kültürümüzde öyle meslekler var ki; adını dahi duymadığımız... Ve Anadolu kültürüne damgasını vuran mesleklerin çoğu ise bu güne kadar işlevselliğini devam ettiriyor.

Bazı meslek grupları ise tarihi misyonunu tamamlayarak sadece bu gün "ayak izlerini" bırakmışlardır topluma.

İşte adını sıkça duymamakla birlikte, tükenmekle yüz yüze olan ve sadece "dünden bu güne hatıralarıyla yaşamaya devam eden" meslek gruplarından bazıları:

Aylakçılık: Bir zamanlar İstanbul'da ateş kayıklarında, mavnalarda çalışan geçici işçilere aylakçı denirmiş.

İstanbul Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği (İSTESOB)'un resmi sitesindeki bilgilere göre; Aylakçılar ramazanda kıyafet değiştirip dilencilerin arasına karışır, sadaka, fitre ve zekât toplardı.
Mavna ve ateş kayıklarında iş bulamayan aylakçılar sırtlarındaki kıl heybede kuru üzümle karışık leblebi satmışlardır.
"Temelli işi olmayan işçi" tabir edilen aylakçılık aslında bugünkü "aylak" tanımı ile farklı bir anlam taşıyor.

Hakkaklık: Tahta, maden veya taş üzerine oyma yapma, yazı yapan zanatkara hakkak denirdi.
Taş ustaları denilen hakkaklar, taşı dantel gibi işler; bir sanat eseri ortaya çıkarırdı. Taş işçiliğinin en iyi örneklerini İstanbul'daki tarihi camilerde görmek mümkündür. Hakkâklar, sertlik derecesi az olan altın, gümüş ve sarı gibi madenler için çelik kalemler kullanılırdı. Usta, ahşap el mengenesine sıkıştırdığı işlenmemiş mührü bir elinde tutar, diğer elindeki çelik kalemle de yazısını hakkederdi.

Kalafatçı: Tahtalar arasındaki aralıklara katran dökerek su sızıntısını önleyen zanaatkarlara kalafatçı denirdi.
1. Dünya Savaşı'na kadar gemilerin çoğu tahtadan yapılırdı. Tahtaların arasına suların sızıp gemileri batırması tehlikesi vardı. Tahtaların arasında pamuk veya benzeri maddeler sıkıştırıp sonra da üstüne kaynamış katran dökülürdü. Bu işleme kalafat denirdi.
Gemilerin demirden yapılmaya başlanmasıyla bu mesleğe olan ihtiyaç da azalmıştır.

Sebilci: Eskiden sokak sokak gezerek su satan kişilere “Saka” denirdi. Sakalar, insanların su ihtiyacını hayvan sırtlarında taşıyarak sağlardı. Nüfusun artması ve gelişen teknolojiyle beraber artık sucular, sırtında su kaplarıyla dolaşmıyor. Dolum tesisleri devreye girmiş, suları damacanalara yükleyerek araba vasıtasıyla evlere ulaştırmaktadır.

Hallaç: Hallaç ustası, sertleşen yorgan, yastık ve minderlerin pamuk ve yünlerini hallaç yayı veya bir marifetiyle çıkartırdı.
Kaybolmaya yüz tutan mesleklerden biri olan hallaçlık son yıllara kadar oldukça yaygın bir meslekti.
Bu mesleğin günümüz temsilcilerine rastlamak mümkün.Hallaç ustalarının çoğu Trabzon Maçkalıdır.

Debbağlık: her türlü deriyi çeşitli amaçlarla işleme zanaatıdır. İstanbul, Fatih Sultan Mehmet zamanında debagat merkezi oldu. Bu amaçla Fatih Sultan Mehmet Kazlıçeşme'de 360 debbağhane kurdurdu. Evliya Çelebi, debbağ esnafının İstanbul'daki en kalabalık esnaf grubu olduğunu söyler. II. Dünya Savaşı'na kadar Kazlıçeşme'deki debbağlarda gayrimüslimler hakimdi. Savaştan sonra Bulgaristan ve Yugoslavya'dan gelen göçmenlerle bu durum değişti.1993 yılına kadar ana merkezi Kazlıçeşme olan debbağlık, günümüzde sanayi siteleri içinde devam etmektedir.

Çerçilik: Çerçiler, eşek veya at üstünde taşıdıkları iğneden ipliğe birçok tuhafiye ürününü, sokak sokak dolaşıp vatandaşa malı karşılığında takas edere ya da para karşılığında satardı.
Evliya Çelebi çerçilerin piri olarak Abuzettin Gaffari adlı birini gösterir. Yine Evliya Çelebi İstanbul'da çerçi sayısının 300 kadar olduğunu, her türlü ufak tefek eşya sattıklarını, müşterilerin satın aldıkları mallardaki hileyi anlamamaları için kendi aralarında özel bir dil geliştirdiklerini de söylemektedir.
Kökenine baktığımızda; Farsçada carcı; “haberci, münadi” anlamına gelen çerçi, ticaret yaptığı sınırlı bir bölgede haberleşmeyi sağlar, mektup gibi haberleşme araçlarını da taşırlardı.
Ulaşım imkanlarının ve kentleşmenin artmasıyla, çerçilik yavaş yavaş yok olmaya yüz tutan mesleklerden biri oldu. Anadolu'da hala bu mesleği sürdüren az sayıda çerçiğe rastlamak mümkün.