İsmet Özel'in 'istiklalmarsidernegi.org.tr'de yayımlanan "Alın teri, göznuru" başlıklı son yazısı şöyle:
Kabullerimiz içinde her şeyin bir yerden gelmiş ve bir yere gidiyor olduğu fikri kolayca yer almıştır. O gelen ve giden şeyin ne olduğunu tasrih etmeyeceksek tevali zincirini kabul etmiş görünürüz. Gelin görün ki, neyin gelip neyin gittiğini tespit etmeğe kalkıştığımızda irili ufaklı itirazları karşımızda bulacağız. Hem çileğin, hem de armudun aynı nebatî familyaya mensup olduğunu, gülgillerden geldiğini dile getirirsek tahsil görmüş insanların bile yüzümüze tuhaf bir bakış fırlattığı gerçeğine çarparız. Çarpar mıyız? Ben çarparız yazdım çünkü zihnimi böylelikle güzel bir cümle kurmuş olabileceğim ihtimali işgal etti. Ne yapıyorum ben? Vakıa ne gayeyle olursa olsun benim bir cümle kurduğumdur. Kâinatta aynı anda vuku bulan birçok şeyden biri bu. Bu hep böyle oluyor ve bu böyle oldukça noksan yaşamaktan, yarım yamalak yaşamaktan kaçınamıyoruz. Maruz kaldığımız hoyratlıklara aynı veya benzer hoyratlıkla karşılık vermiyoruz. Verdiğimiz takdirde ya bir cinayete veya bir felâkete sebep olacağımızın bilindiği bir çağda yaşıyoruz. Korkaklığımızı allayıp pulluyor, süse boğuyoruz. Üstelik kanı kanla yumazlar diyerek kötü şartlara intibak edişimizin asalete müteveccih olduğu, olabileceği intibaına zemin hazırlıyoruz.
Nedir? Bu sualin felsefeye mahsus olduğu söylenir. Öyleyse felsefeye dalmaktan geri durmayalım ve kendimize yarım yamalak yaşamaktan yarım yamalak hayata, noksanlıkla malul hayattan tekemmül etmiş bir hayata geçiş yolu bulunup bulunmadığını soralım. Yarım yamalak hayat var mıdır; varsa nedir? Ben bu sualin cevabına ancak dünyanın ahiretin tarlası olduğu hükmünden geçerek erişebileceğimiz düşüncesindeyim. Ettiğimizi bulacağız. Ne ekersek onu biçeceğimizden tereddüdümüz yok. Tarla dediğimizde insan elinden geçmiş bir toprağı anlıyoruz. Tarla gerektiğinde elde silâh beklediğimiz bir yerdir. Bereketinin kaçmasından korktuğumuz, ümit bağladığımız bir yerdir. Tarla sürülmüş, taşlardan arındırılmış, nadasa bırakılmış haliyle tarladır veya değildir. Hiçbir haliyle yarım yamalak bir yer değildir tarla. Dünya dediğimizde aklımıza tıpkı tarla gibi belli esaslar dikkate alınarak şekillendirilmiş bir düzenden başkası gelmiyor. Dünya eşittir düzen.
Benim kalemimden çıkma iki paragraf okudunuz. Ne kalemi? Geri kafalı gramer icbar ediyor beni belli bir üslûpta yazmağa. Yazarken ben kalem kullanmıyorum ki. En az otuz yıldır yazdıklarımı bilgisayar klavyesi üzerinde yazıyorum. Gazeteye fıkra yazarak geçimimi sağlamaya başladığımda elimin altında yeşil bir daktilo vardı. Âlet işler, el övünür diyelim ve sadede gelelim: Yukardaki ilk paragrafta yaşamak için birçok belirsizliğe boyun eğmek zorunda olduğumuzu, ikinci paragrafta ise bazı belirlilikleri esasa almadan hayatta kalamayacağımızı dile getirdim. Hangi paragrafın birbiriyle çelişen ana fikri doğruya daha yakın? Belirlilik mi bizi yaşatıyor, yoksa belirsizlik mi? Ne biridir bizi yaşatan, ne de öteki. İnsan da tıpkı maddenin parçacıkları gibidir: Bütün fikriniz vatan olduğunda çağınız sizi yer bitirir. Her şeyi herkesin yaşadığı çağla açıklanabileceğine inanırsanız vatanın elden gittiğini fark edemez bir budala durumuna düşersiniz. Keşke bu kadarla kalsa… Sizin budalalığınızı yüzünüze vuracak bir kimsenin, o kimsenin ortalıktan silinip gittiğinin acısı da yüreğinize çökecek.
Harap bir yürekten dökülenleri okuyorsunuz. Başından beri, yani Hıristiyanların 1963üncü yılından beri yıkılmış bir yüreğin sızlanışlarını mı okuttum size? Hayır, düş kırıklığının yaratıcı çabaya katkılarına ne kadar inansam da, edebiyat benim için başından beri ihtimam gösterilmesi gereken bir şeydi. Gösterdim de. Hiçbir zaman gerçeküstücüler gibi Jules Laforgue ile Arthur Rimbaud'nun biri diğerinin aleyhine çalışan edebiyat anlayışlarına sahip olduklarını düşünmedim. Tıpkı Paul Eluard ile Louis Aragon'nun gerçeküstücü çizgiden kopup Komünist Parti hizasında yer almalarına hayret etmediğim gibi. “Buna edebiyat değildir diyemezsiniz” tezinin müdafii oldum. Çarpıcı olan biçimde varılan yeri özün tayin ettiği gerçeğinin bütün bünyemi kaplamış olmasıydı. Dikkat edin: Benim sanat yapma faaliyetindeki kaziyem biçimi özün tayin ettiği değildir. Şiirini biçime dikkat çekerek çöpe atılmaktan kurtaran Apollinaire'den ayrıldığım nokta burasıdır. Ben kâğıt üzerinde bıraktığım her iz tarafından biçimlendim. Aldığım biçimin bana bir öz temin ettiğini inkâra da kimsenin gücü yetmedi. Hem seferberlikte, hem de İstiklâl Harbi'nde üniforma giymiş bir babanın döktüğü alın teri ve Söke'yi Grekler işgal ettikleri için doğup büyüdükleri evlerini terk eden, eve döndükten sonra da öz yurtlarında muhacir durumuna düşen bir annenin göz nuru beni şair bilinmeğe sürükledi.
İsmet Özel, 6 Cemaziyelevvel 1443 (10 Aralık 2021)
Kaynak: istiklalmarsidernegi.org.tr