Şair gözüyle Batı medeniyetinin dünden bugüne gelişimini değerlendiren İsmet Özel, buna karşı duran Türklerin edebiyat dünyasında bazı edebiyatçı ve şairlerin yok sayıldığına dikkat çekti.
İstiklal Marşı Derneği Başkanı Özel'in dernek sayfasında yayınlanan yazısı:
Şiire açılan yol: Ufkun ötesi
Paris'te 1968 Mayısında olan bitenler bazı çevrelerce öğrenci hareketlerinin milâdı sayıldı. Hâlbuki değildi. El çabukluğuyla yapan yapacağını yapmış ve Alman üniversite öğrencilerinin zihinlerini kilitleyen (veya onların kilitlediğine inandıkları) müfredata karşı yürüttükleri hareket zamanın hükümran güçlerince yeniden şekillendirilip dünyaya altın tepsi içinde yani Dünya Sistemi çıkarları doğrultusunda sunulmuştu. Alman öğrenciler okutulan felsefe tarihinin zihni çarpıttığı fikrindeydiler. Ben böyle bir fikrin varlığını onlardan öğrendim. Öğrenmekle kalmadım dünyanın her yerinde kimin neyi ne uğruna bileceğini tespit hususunda kafa yoranların “zihin çerçeveleri” bahsini gündemime aldım.
"BATI MEDENİYETİ'NİN SONA ERİŞİ"
Bir şairin gündeminden kime ne? Bu sual yanına şiirin ömrünü tüketip tüketmediği sualini de alınca şiir hakkında (öz biçim tartışması da dâhil olmak üzere) her şey sorulmuş olur. Şairin gündemi şairin kalbinden ibarettir. Kısacık ömrünü şiir yazmağa adamış birinin kalbini ne tarafa çevirdiği ihmal edilemez ehemmiyettedir. Bir şairin kalbini neyin yaraladığı ve sağalttığı da küçümsenemez. Modern çağda her dilin edebiyatı içinde şiirin ölüp ölmediği tartışılagelmiştir. Altından kalkılması gereken mesele kalmadığı zaman şiirin öldüğü farz edilir ve bu ölüm ancak şiirde fark edilir. Kültürün temelinin Avrupa'da atıldığına inanan ABD doğumlu iki şair yazdıklarıyla şiirin İngiliz dilindeki cesedini sergiledi. Gerçekte itiraf edilen Batı Medeniyeti'nin sona erdiği idi. Kurtuluşu Dante'ye dönüşte arayan Ezra Pound kırk yılını “Cantos” yazmağa hasretti. Sona erişe T.S. Eliot'un atfettiği anlam daha yaralayıcıydı. O gelişmiş ülkeleri “Waste Land” diye adlandırmıştı. Tercümesi “Çorak Ülke” ibaresiyle karşılanmak istendi. “Kısır Ülke” demek belki daha isabetli olurdu.
"AVRUPA İŞLEDİĞİ SUÇLARA 'MEDENİYET' ADINI VERDİ"
Ticaret yollarının Türkler tarafından denetim altına alınışı Avrupalıları büyük keşiflere mecbur bıraktı. 1492 Hıristiyan yılında Amerika kıtası keşfedildi. Yeni kıtaya ilk ayak basan adam yeni bulduğu topraklara dört sefer yaptı. Öldüğünde yeni bir kıta keşfettiğinden haberi yoktu. Onun bilmediğini dünya da bilmiyordu. Amerika'nın yerlilerine Hintli denilmesinin sebebi budur. Geldiği yere atfen Türkler keşfedilen topraklardan getirilen kümes hayvanına “hindî” dedi. Mesele Avrupalı denizcilerin dünya turu yapmaları ve Avusturalya'yı Yeni Zelanda'yı keşfetmeleri değildi. Mesele şiire açılan yolun genişlemesindeydi. Hangi şiire? Hans Reichenbach'a göre bilim (bilhassa kuantum fiziği) öyle bir mesafe kat etmişti ki, Platon'un yazdıklarına ancak şiir denebilirdi. Bu şiir miydi ona giden yolun genişlediği? Velev ki olsun. Avrupalılar vicdanları sıkıştırdıkları şeye şiir diyorlardı. Büyük keşifler müstemlekecilik yolunu açmış, sanayi devrimi bu yola bir mazeret temin etmişti. Avrupa işlediği suçlara “medeniyet” adını takmıştı.
"TÜRKLER İSLAM DÜŞMANLIĞININ YEDEĞİNDE Mİ SAF TUTACAK?"
Medeniyetin teklif ettiği ilerleme bütün savaşlarda hünerini gösteren kitle imha silâhlarına varıyorsa adına lâyık mıydı? Hiçbir surette değildi. Avrupa'nın insanlığa mirası ancak ufkun ötesi olabilirdi. Ufkun ötesinde ne vardı? Ufkun ötesinde yatan şeyin mesuliyet olduğunu bilmeyen Avrupa ve Avrupalı idi. “Şark Meselesi” Avrupa'nın dünya hâkimiyetine erdikten sonra çözeceği bir mesele olarak ertelenmişti. 1915 Hıristiyan yılında İngiliz ve Fransız donanması Çanakkale boğazına dalarak çözümlerini dünyaya takdim edeceklerdi. İkramda bulunacak beslemeler hastalandılar mı, ne olduysa Avrupa Allah'a olan isyanını başarıya ulaştıramadı. Çanakkale zaferi İstiklâl Harbi'ni başlatan vakıadır. Hepsi bu kadar. Türkler Haçova Meydan Muharebesinin hatırasına hürmeten tek yumruk olma girişiminin yanına bile uğramadı.
“Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker”
“Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer”
mısralarını yazmış şairi şair saymamak yüz sene boyunca Türk edebiyatının şiarı oldu. Söylentiye göre mason olmasına rağmen Ömer Seyfettin'in kaleme aldıklarının yüzde altmışı Latin alfabesine aktarılmadı. Aktarılanların da hangi gayeyle tahrif edildiklerine kafa yormak lâzım.
Ufkun ötesindeki sorumluluğa sahip çıkmadan insan sırasına girmemiz imkânsızdır. Sıraya girmenin saf tutmaktan başka bir anlamı olacağını akla getirmeyelim. Türkler yaptıkları İslâm düşmanlığının yedeğinde mi saf tutacak?