Alanya Kalesi; Bizans döneminde Kalonoros (güzel dağ) adıyla, gemiciler için önemli bir yer belirleme noktası ve Akdeniz'in en işlek limanı olur. İçkale'deki kilise, Arap Evliyası, Cilvarda burnu üzerindeki manastır harabeleri ve Orta Hisar'dan İçkale'ye devam eden yuvarlak kuleli sur kalıntıları Bizans dönemine aittir.
1221 yılında Kalonoros; kalenin sahibi Kyr Vart tarafından Anadolu Selçuklu Sultanı I.Alaaddin Keykubat'a teslim edilir ve adı Alaiye olarak değiştirilir. I.Alaaddin Keykubat, büyük bir imar faaliyetine başlar, eski surları sağlamlaştırır, yeni surlar inşa eder ve Alanya'ya en parlak dönemini yaşatır.
Boş yere kan dökülmesin...
Efsaneye göre; Alaeddin Keykubat Alanya Kalesi'ni uzun süre kuşatmış. (1222) Birçok hücum ve kayıplara karşın, kaleyi bir türlü ele geçirememiş. Bunun üzerine bir gece, 15 bin keçinin boynuzlarına birer mum yaktırarak askerleriyle hücuma geçmiş ve şöyle cevap vermiş: “İşte, karşıda savaşa hazır binlerce askerimi görüyorsunuz. Boş yere kan dökülmesin. Kaleyi teslimden başka çaremiz yoktur.”Kale komutanı da ister istemez bu öneriyi kabul etmek zorunda kalmış. Kaleye bu nedenle uzun bir süre “Keçi Kalesi” denmiş.
Eleni ile Fakir çoban
Alanya Kalesi ile ilgili farklı rivayetler bulunuyor. Bunların arasında en çok ilgi çeken ise Eleni ve Fakir Çoban
O dönemlerde Bizans tekfuru olarak görev yapan Argiles, ülkesini yağmalamaya devam eden Korsan Vasili'den kurtulmak için güzeller güzeli kızı Eleni'yi onunla evlendirmeye karar verir. Vasili ile evlenmeye şiddetle karşı çıkan Eleni, gönlünü fakir bir çobana kaptırmıştır. Kızının bir çobana aşık olmasını kabullenemeyen Argiles, kızına ders vermek için Eleni'yi Alanya Kalesinin zindanlarına kapattırır.
Gece gündüz ağlar
Damlataş kumsalına doğru tek bir penceresi olan hücresinde kalan Eleni, buradan Alanya'nın tüm güzelliklerini seyredebiliyormuş. Babası Alanya'nın muhteşem güzelliği karşısında kızının bu aşktan vazgeçerek Vasili ile evlenmeye razı olacağını düşünüyormuş. Fakat Eleni, sevdiği fakir çobandan vazgeçmemiş ve gece gündüz ağlayarak Alanya Kalesinden Damlataş'a uzanan kıraç tepeyi gözyaşlarıyla sulamış. Gözyaşlarıyla sulanan kurak tepe de iğde, defne ve nar ağaçları büyümeye başlamış.
O günden sonra her yağmur yağdığında Alanya'yı saran defne kokusunda Alanya'da yaşayanlar Eleni'nin hıçkırıklarını hissedip üzüntüsünü tadar...
İbn-i Batuta gözüyle...
Yerli, yabancı birçok seyyah Alanya Kalesi'nden söz etmiştir. 1332 yılında İbn-i Batuta, buradaki kerestenin İskenderiye, Dimyat ve diğer Mısır şehirlerine ihraç edildiğini; 1650 yıllarına doğru Katip Çelebi, Alanya Kalesi'ni ihtişam bakımından Bağdat kalesi ile mukayese ederek burada pamuk, ipek ve susam yetiştirildiğini; 1671 yılında Evliya Çelebi ise 300 ev bulunan Orta Hisar'da Süleymaniye Camisinin ve Akşebe Mescidinin, bir sarnıcın, avlusuz evlerin, Aşağı Kale'de 2 medresenin, 6 çocuk mektebinin, 3 hanın, 1 hamamın, 1 çeşmenin ve 150 dükkanın bulunduğunu, bütün sokakların merdivenli olduğunu, ulaşımın katır ve eşeklerle sağlandığını belirtmiştir.