Celâleddin Harezmşah, Gürcülere ve Moğollara karşı İslâm'ı savunan bir kumandan olarak ün salmış; fakat büyük bir kahraman olmasına rağmen verdiği hatalı siyasî kararlarla kendi sonunu hazırlamıştı. Sultan'ın ölümüne inanmayan halk, onunla ilgili efsaneler üretmiş, adı dilden dile dolaşarak ölümünden yıllar sonra bile Moğollar arasında korku salmaya devam etmişti. 1220 yılı Harezmşahlar için felaketin başladığı yıldı. Bunun nedeni Harezmşah idaresi altındaki Otrar şehrinde Vali İnalcuk tarafından Cengiz Han'a bağlı 400 Moğol tüccarının öldürülmesiydi. Bu hadise iki devlet arasında büyük bir savaşın fitilini ateşledi.
Büyük Selçukluların coğrafi mirasının bir kısmının üzerine kurulan Harezmşahlar Devleti'nin son hükümdarı olup, cesareti sayesinde Cengiz Han'ı bile kendisine hayran bırakan Celâleddin Harezmşah, Türk dünyasının en büyük savaşçılarından birisi olarak kabul edilir. Asıl adı Mengübirti olan Celâleddin Harezmşah, Harezmşah hükümdarı Alâeddin Muhammed'in en büyük oğluydu. O dönemde lâkap takma geleneği yaygın olduğu için kendisine "Celâleddin" yani "Dinin Gücü, Hiddeti" lakabı verilmiş ve hayatı boyunca bu isimle anılmıştı.
Siyasi kariyerine 1215'te Gur ve Gazne'yi idare ederek başlayan Celâleddin Harezmşah, gözüpekliği ve cesareti sayesinde daha babasının devrinde ön plana çıkmış, halkın, askerin ve babasının takdirini kazanmıştı. Onun bu dönemde en fazla öne çıkan başarılarından birisi 1216'da Sir Derya'nın kuzeyindeki Irgız vadisinde Cengiz Han'ın oğlu Cuci ile yapılan savaşta Harezm ordusunu yenilmekten kurtarması ve savaşın kazanılmasını sağlamasıydı.
Felaketlerin başladığı yıl
1220 yılı Harezmşahlar için felaketin başladığı bir yıl olma özelliğine sahipti. Bunun nedeni Harezmşah idaresi altındaki Otrar şehrinde Vali İnalcuk tarafından Cengiz Han'a bağlı 400 Moğol tüccarının öldürülmesiydi. Bu hadise iki devlet arasında büyük bir savaşın fitilini ateşledi. Harezm ülkesine giren Moğollar binlerce insanı öldürüp, büyük İslam şehirlerini talan etmeye başladılar. Cengiz Han'ın dinmeyen öfkesi, onun gazabından kaçan Alâeddin Muhammed ve iki oğlu Uzlag-şah ve Ak-Şah'ın ölümleriyle neticelendi. Babasının ve kardeşlerinin bu şekilde ölümü üzerine devletin başına geçen Celâleddin Harezmşah'ın karşılaştığı ilk ve hayati sorun işte bu Moğol istilası oldu.
Cengiz'in kararlılığı
Cengiz Han, Harezmşahları tamamen tarihten silmeye kesin kararlıydı ve bu nedenle babası gibi onun da peşini de bırakmayacaktı. Celâleddin Harezmşah'ın başa geçtiği sırada, Gürgenç'i ele geçiren Moğollar, Cengiz Han'ın oğulları Ögedey ve Çağatay kumandasında ilerlemeye devam ediyorlardı. Sultan, Moğollar ile ilk karşılaşmasında, kendisini yakalamak için gönderilen orduyu yenerek başarılı oldu. Buna karşın Cengiz Han, Şiki Kutugu Noyan kumandasında güçlü bir ordu daha gönderdi. İki ordu Parvan mevkiinde karşılaştı. Burada Moğollara karşı yeni bir savaş taktiği deneyen Celâleddin Harezmşah, askerlerine kuşaklarıyla kendilerini atlarına bağlamalarını ve Moğollara karşı yaya olarak savaşmalarını emretti. Her iki taraf da birbirlerine büyük bir hırsla saldırdı ise de akşama kadar süren çarpışmalardan bir sonuç alınamadı. Moğollar da bir savaş hilesi uygulamışlar; geceleyin, süvarisi olmayan atların üzerine kuklalar koymak suretiyle sayılarını fazla göstermişlerdi. Moğol taktiği başarılı olmuş, kalabalık bir ordu ile karşı karşıya olduklarını düşünen Harezmşah emirleri geri çekilme teklifinde bulunmuşlardı. Ancak usta bir savaşçı olan Celâleddin Harezmşah hileyi sezip, ordusunun kaçışına mani olduğu gibi, ertesi gün askerlerinin önünde bizzat hücuma geçerek Moğolları ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu yenilgi Cengiz Han'ı daha da öfkelendirmişti.
Savaş sonrasında Harezm ordusu içerisinde ganimet paylaşımından dolayı çıkan tartışma nedeniyle bazı emirlerin ayrılması, casusları vasıtasıyla süreci yakından takip eden Cengiz Han'a istediği fırsatı verdi. Aldığı yenilginin şokunu hızla atlatan Cengiz Han, 1221 sonbaharında Sind Nehri'nin sahilinde Celâleddin Harezmşah'ı çembere aldı. Zor durumda kalan Sultan, çemberi yarmak için aniden Moğol ordusunun merkezine hücum etti. Cengiz Han bu ani saldırı karşısında neye uğradığını şaşırmış, kaçmaya başlamıştı. Sultan Celâleddin belki de tarihin seyrini değiştirecek bir fırsatı yakalamıştı. Ancak Cengiz Han, on bin kişilik ihtiyat kuvvetinin de savaşa katılmasıyla hızlıca toparlanıp tekrar saldırıya geçerek Harezmşah ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Sultan, yanında sadece yedi yüz civarında adamı kaldığı halde kahramanca savaşmaya devam ediyordu. Onu sağ olarak ele geçirmeye çalışan Cengiz Han ise hasmını iyice sıkıştırmıştı. Bu baskı karşısında durumun ümitsizliğini farkeden Celâleddin Harezmşah, eşine az rastlanır bir karar vererek, Moğolların eline geçmemeleri için annesinin ve haremindeki kadınların nehre atılmalarını emretti. Ardından kendisi de atını nehre doğru sürdü. Nehir kenarına gelince atından indi, zırhını çıkardı, elinde kılıcı ve kalkanı olduğu halde nehre atladı, zor da olsa nehri geçip annesinin memleketi Hindistan'a doğru yola koyuldu. Başından beri Sultan'ın hareketlerini bizzat izleyen Cengiz Han ise, Celâleddin Harezmşah'ın atını nehre sürmesinden ve yüzerek karşıya geçmesinden çok etkilenmiş, biraz da duygulanmış ve "bir babanın ancak böyle bir oğlu olmalıdır" demişti.
Askerlerini öldürdü
Hindistan'daki beylerin kendisine yardım edeceklerini düşünen Celâleddin Harezmşah, umduğu desteği bulamadığı gibi Rana Satra adındaki bir hükümdarın ani saldırısına uğradı. Rana Satra'nın yaklaşık altı bin süvariyle yaptığı ani hücumu Sultan'ı korkutmuş, zaten az sayıdaki askerlerinin büyük bölümü de yaralanmıştı. Sultan buradan da kaçmaya karar verdi. Fakat ordusundaki yaralı askerlere işkence yapılmasından endişe ediyordu. Bu nedenle, bu askerleri bizzat kendi elleriyle öldürdü, ardından da dağlık bölgeye çekildi. Ancak bölgeyi çok iyi tanıyan Rana, Celâleddin Harezmşah'ı takip etmiş, dağlık bölgede tekrar sıkıştırmıştı. Bu kez Celâleddin Harezmşah daha hızlı davrandı ve attığı bir okla Rana'yı öldürüp, atını ve silahlarını da ele geçirdi. Bu arada Harezmşah hükümdarının elinden kaçmasını bir türlü hazmedemeyen Cengiz Han, Sultan'ın peşinden bir ordu göndermişti. Moğol ordusu karşısında korkuya kapılan Sultan ittifak arayışına girdi ve akrabalık kurmak amacıyla Kokar hâkimi Rai Kokar Sargin'in kızıyla evlendi. Kayınpederinin verdiği güçlü ordu sayesinde tekrar gücünü toparladı ve bölgedeki pek çok şehri ele geçirdi. Ancak uzun süre Hindistan'da kalmak niyetinde değildi. Kendisine karşı oluşturulan ittifakların da etkisiyle 1224'te buradan ayrıldı.
Hindistan'dan yola çıkan Sultan'ın askerlerinin çoğu iklim şartları sebebiyle ölmüş, at yerine öküzlere ve eşeklere binmiş halde sadece dört bin kişi Kirman'a gelebilmişti. Kirman hâkimi Barak Hacib derhal Sultan Celâleddin Harezmşah'a tâbîiyetini arz etti. Aynı şekilde Fars Atabeyi Sa'd b. Zengi de oğlu Salgurşah'ı Harezmşah hükümdarının yardımına gönderdi. Şiraz'a gelen Celâleddin Harezmşah, burada Sa'd b. Zengi'nin kızıyla evlendi. Ardından ilerleyişini sürdürüp kardeşi Gıyâseddin Pirşah'ın topraklarına girdi.
İyi niyetin karşılığı
Gıyâseddin Pirşah ağabeyine karşı koymak üzere büyük bir ordu hazırlamıştı. Tam ordusunu harekete geçirmek üzereyken Celâleddin Harezmşah'ın aklına bir hile geldi ve kardeşine bir mektup gönderip, "Sultan babamın vefatından beri çektiğim eziyetleri dağlar kaldırmaz. Bugün, geniş olan dünya bana dar geliyor. Mirastan aldığım ve kazandığım her şeyi kaybettim, birkaç gün dinlenmek için yanına geldim" diyerek kötü bir niyetinin olmadığını söyledi. Bu hileye inanan Pirşah, iyi niyetinin karşılığını sahip olduğu toprakları ağabeyine teslim ederek ödeyecekti. Sultan'ın şimdiki hedefi ise babası zamanından beri siyasi ilişkilerinin gergin olduğu Abbasi Halifeliği topraklarını hakimiyeti altına almaktı. Bu amaçla önce Halifelik ordusunu ardından yardıma gelen Erbil Atabeyi Muzafferüddin Gökböri'yi yenilgiye uğrattı. Artık Hilafet Bağdat yolunda önünde hiçbir engel kalmamıştı. Fakat tam da bu sırada, başından beri Harezmşah hükümdarlarına karşı düşmanca tavır sergileyen Halife en-Nâsır'ın ölümü ve yeni Halife el-Mustansir Billah'ın uzlaşmacı tavrı üzerine, biraz da diğer Müslüman devletlerin tepkisini çekmemek için olsa gerek fikrini değiştirdi.
Sultan'ın asıl niyeti Azerbaycan sahasına hâkim olmaktı. Azerbaycan Atabeyi Özbek'in korkup ülkesini terk etmesi üzerine zorlanmadan bu amacına ulaştı. Tebriz'i başkent yaptıktan sonra sırasıyla Gence, Baylakan, Berdah, Şemkur, Şiz ve Arran gibi stratejik yerleri ele geçirdi. Bölgede hakimiyetini daha da güçlendirmek isteyen Sultan, 1225 sonlarında Gürcistan'a saldırarak Tiflis'e zapt etti. Tiflis'te, kelime-i şehadet getirenlerin dışında herkesi kılıçtan geçirmiş, kiliseleri tahrip etmişti.
Sultan bu başarılarını sürdürürken, veziri Orhan haksızlık yaptığı ve kervanlarını soyduğu iddiasıyla Batıniler tarafından bir suikast neticesinde öldürüldü. Sultan, Bâtınîlere de bir ders verilmesi gerektiğini düşünüyordu; ancak bazı Bâtınî fedâilerin ordusunun içine kadar sızdıklarını, hatta vezir Şerefülmülk'ü ölümle tehdit ettiklerini öğrenince ürktü. Fedâileri derhal bulduran ve beş kişi olduklarını gören Celâleddin Harezmşah, beşinin de ateşe atılmalarını emretti. Fedâiler ateşte yanarken bile ağlayıp sızlanmak yerine, "Biz üstad-ı azam Alâeddin'in adamlarıyız" diye bağırıyorlardı. Tâkibâtını sürdüren sultan, fedâilerin sadece ordusuna girmekle kalmayıp sarayına kadar sızdıklarını öğrendi. Derhal Alamut ve Kumis bölgelerine saldırarak Bâtınîlerin kadınlarını ve çocuklarını esir aldı, halkın bir kısmını da öldürttü.
Bu arada Celâleddin'in baskılarından bunalan Gürcüler, 1228'de İvâne kumandasında Gürcü, Ermeni, Alan, Sabir, Laz ve Kıpçaklardan oluşan büyük bir orduyla saldırıya geçtiler. Kendine aşırı derecede güvenen Sultan, kuvvetli düşman karşısında ne yapılması gerektiğini sorduğu vezirinin, "düşman çok kuvvetli, Harezmlilerin toplanmasını bekleyelim" şeklindeki cevabına çok sinirlenmiş ve elindeki diviti vezirin kafasına fırlatmıştı. Müttefik ordu geldiğinde Sultan, Betak Gölü civarında ordugâhını kurmuştu. Ertesi gün, belki de savaş meydanlarına eşine hiç rastlanmayan sahneler yaşandı. Sultan Celâleddin, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, bizzat savaş meydanına çıkarak kendisiyle çarpışacak bir asker istedi. Sultanın karşısına dev yapılı, iri yarı bir Gürcü'yü çıkardılar. Sultan bu irikıyım Gürcü askerini; ardından babalarının intikamını almak üzere meydana çıkan üç oğlunu ve bir savaşçıyı daha öldürdü. Hükümdarlarının mübarezede bizzat gösterdiği kahramanlığa kendi gözleriyle şahit olan Harezm askerleri âdeta galeyana gelerek şiddetli bir saldırı başlattılar. Savaş Sultan'ın ordusunun galibiyeti ile sonuçlandı.
Zaferini kutlayamadı
Ancak, kazandığı hiçbir savaşın tadını tam anlamıyla çıkaramayan Celâleddin Harezmşah, bu zaferin de zevkine varamadı; zira ezeli düşmanı Moğollar İsfahan'da onu bekliyorlardı. Celâleddin Harezmşah ordusuna eskisine oranla çok daha fazla güveniyor, Moğollara bu defa haddini bildireceğine inanıyordu. Fakat Moğollar karşısındaki şansı bu kez de tutmadı ve bir kez daha yenilgiye uğradı.
Sultan Celâleddin Harezmşah, son yenilgisinden sonra, tek başına Moğollarla baş edemeyeceğini anlamıştı. Kendisine bir müttefik bulması şarttı. Bu amaçla, Türkiye Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad'a ittifak teklifinde bulundu ise de, Moğollarla iyi geçinmeye çalışan, olası Moğol tehdidine karşı ülkesinde tahkimatlar yaptıran, yeni kaleler inşa ettiren Sultan Keykubad bu teklifi kabul etmedi. Selçuklu sultanının bu tavrına öfkelenen Sultan, Selçuklu hakimiyeti altındaki Ahlat'a hücum ederek şehri ele geçirdi. Bu hareketi kendisiyle ittifaka yanaşmayan Sultan Alâeddin Keykubad'a bir nevi meydan okumaydı.
Ahlat'ın düştüğünü duyan Alâeddin Keykubad, Celâleddin Harezmşah'a mektup gönderip şehri bırakmasını, Müslüman kanı dökmemesini ve Moğollarla anlaşmasını, eğer tavsiyelerine uyarsa her zaman yanında olacağını, aksi durumda ise kılıçların konuşacağını söyledi. Küçük Asya iki Türk ordusunun savaşına sahne olacaktı. Eyyubî Hükümdarı el-Melikü'l-Eşref de Selçuklularla ittifak yapıp Celâleddin ile savaşmak üzere bölgeye geldi. İki ordu Erzincan-Akşehir yakınlarındaki Yassıçemen mevkiinde karşılaştı. Üç gün süren çetin savaş Harezmşah hükümdarının yenilgisiyle sonuçlandı.
Savaşı kaybeden Sultan Celâleddin, Moğolların da peşine düştüklerini öğrenince, Gence, Aras-Eleşkirt-Malazgirt-Hani yoluyla 1231'de Amid'e geldi. Ancak, ondan daha hızlı hareket eden Moğollar yetişerek bir gece baskınıyla bütün maiyetini katlettiler. Güçlükle canını kurtaran Sultan, dağlara doğru kaçmaya başladı. Ancak bu kez talihi yaver gitmeyecekti. Diyarbakır dağlarına ulaştığınca gece olmuştu. Sarp dağlarda ilerlemekte zorlanıyordu. Kurduğu çadırda geceyi geçirip sabah yola devam etmeye karar verdiği sırada aniden bölgede yaşayan Kürt aşiretinin saldırısına uğradı ve esir düştü. Söz konusu aşiretin reisine kendisini tanıtıp, Meyyafarikin ve el-Cezire hükümdarı Melikü'l-Muzaffer Gazi'ye haber vermesini, bunu yaparsa büyük mükâfata nail olacağını söyledi. Teklifi kabul eden aşiret reisi, Sultan'ı karısına teslim edip atlarını getirmek amacıyla dağa gitti. Bu sırada elinde mızrakla gelen diğer bir aşiret mensubu, bir Harezmlinin çadırda ne aradığını ve niçin hâlâ öldürülmediğini sordu. Kadın, onun Sultan Celâleddin olduğunu söyleyince adam öfkeyle, "Bu adamın sultan olduğuna nasıl inanıyorsunuz, hem bu doğru bile olsa Ahlat kuşatması sırasında kardeşimi bu hükümdarın askerleri katletti" diyerek mızrağını Sultan'ın göğsüne sapladı. Böylece Türk-İslâm tarihinin en cesur komutanlarından birinin hayatı bu şekilde sona ermiş oluyordu. Sultan Celâleddin, Gürcülere ve Moğollara karşı İslâm'ı savunan bir kumandan olarak ün salmış; fakat büyük bir kahraman olmasına rağmen verdiği hatalı siyasî kararlarla kendi sonunu hazırlamıştı. Sultan'ın ölümüne inanmayan halk, onunla ilgili efsaneler üretmiş, onun adı dilden dile dolaşarak ölümünden yıllar sonra bile Moğollar arasında korku salmaya devam etmişti.
Star