Kitap sevgisi ve sahaflık kültürü
Milat gazetesi yazarı Mustafa Uğurlu Aslan, kitap sevgisi ve sahaflık kültürüne dair bilinmeyenleri yazdı

Oluşturma Tarihi: 2021-09-22 16:27:25

Güncelleme Tarihi: 2021-09-22 16:27:25

Aslan'ın “Sahhaflar ve sahifeler” üzerine kaleme aldığı iki bölümlük yazısı;

Ömrümün hâsılı rûhum gibidir iş bu kitâb (Lâedri)

Kitap: İstikbale yollanan mektup, meçhule açılan kapı, tılsımlı bir saray ve mumyalanmış bir tefekkürdür, der Cemil Meriç. Kadim zamanların büyük dehalarının yolladığı bu kıymetli mektuplar, her zaman ve zeminde bir alıcı bulmuştur muhakkak. Bu nadir eserlerin elimize ulaşmasında bize aracılık edenler zamanla en eski ve kadim mesleklerden biri haline gelmiştir: Sahhaflar/kitapçılar…

Fatih devri ulemasından Molla Hüsrev'in kendi el yazısı ile kaleme aldığı bir eserinin altmış bin akçeye satılmış olması, o devirde yazma esere verilen önemi ifade etmektedir. Yine Kanuni zamanında Nakkaşhaneden birçok güzide sanatkâr yetişmiştir. Kitaplar, yazı, tezhip ve minyatürle süslenerek, büyük bir tekâmül geçirmiş, bu arada birçok şaheser ortaya çıkmıştır. Hiç şüphesiz kitap merakının artması birçok sanatkârların yetişmesine de vesile olmuştur. Devlet adamları konaklarında kütüphaneler vücuda getirerek, nadide eserleri toplarken küçük de olsa tefekkür sahibi her insanın evinde bir kütüphane bulundurması bir âdet haline gelmiştir. Böylece kitap sevgisi, bizde kadim zamanlardan kalma bir geleneğe dönüşüvermiştir denilebilir. İlim adamına karşı saygı gösteren aziz milletimiz, kitaba karşı da aynı hürmeti beslemiştir. Yazının muhtevası ne olursa olsun sokakta tesadüf edilen yazılı bir sayfanın ayak altına alınması günah sayılmış ve yerden kaldırılıp ya yakılmış ya da bir ağacın kovuğuna bırakılmıştır.

Eski Yunanlılarda olduğu gibi şark ilminin merkezlerinden olan Bağdat, Şam, Halep, Endülüs, Buhara'da birçok sahaf, bu mesleği yükseltmek için çabalamışlardır. İstanbul'da sahhafların muayyen bir yerde yerleşmesi, Fatih devrine rastlar. Üç dört asır evvel İstanbul'da yapılan bir sayımdan 50 kadar sahaf dükkânı, 300 kadar da kitapçı esnafı bulunduğunu öğreniyoruz.

Gürlek Hoca'nın bir kitabında kitaplara adanmış ömürlerden birinin vasiyeti hayli dikkatimi çekmişti. Kitaplarının nerede, hangi sahhafın riyaseti altında satılacağına ve kitaplarının kimlere satılmaması gerektiğine kadar bilgiler yer almaktaydı bu vasiyette: Aşağıda sayacağım yerlerde ve kimselerde kitaplarım vardır. Onlar Sahhaflar Çarşısında Şeyh Hacı Muzaffer Efendi'nin riyaseti altında mezatta satılsın. Mezada Arslan Kaynardağ adlı kitapçıyı sokmayın. Çünkü aldığı kitapları ecnebiye satar. Evlad-ı vatan bu kitaplardan mahrum kalırlar. Aşağıdaki listedeki kitaplarım hayli para tutar. Bu para ile hemen techiz ve tekfin görülsün. Edirnekapı Mezarlığı'nda Ahmet Naim ile Muallim Cevdet Bey'in kabirleri yakınında bir mezar satın alınsın”

Derdi sadece ticaret olmayan merhum sahhafın hassasiyeti gerçekten dikkat çekicidir ki bazı kitapçılara kitaplarının satılmamasını vasiyyet buyurmuştur. İstisnalar bir kenara bırakılırsa günümüz sahhaflarının durumu da içler acısı değil midir ki? Başta İstanbul sahhafları olmak üzere bir vesile ile gittiğim şehirlerin sahhaflarını ziyaret eder, hele gerçek bir sahhaf ise onlarla hasbihale tutuşurum. Kitap sohbeti kadar ruha ferahlık, zekaya kıvraklık ve kalbe huzur veren sohbet pek azdır. Görüşmüş olduğum sahhafların bazılarının kitaplarından ilgimi çekenleri alıp bu kitaplar üzerine konuşmak istediğimde, bir de bu kitaplar Arap harfleri ile yazılmış Osmanlıca metinler ise kitap hakkında konuşmayı bırakın çoğu zaman bu kitapçıların! kitabın adını dahi telaffuz etmede sıkıntı yaşadıklarını gördüm. Kısa bir konuşmadan sonra kitabın fiyatını sorduğumda hemen bilgisayarın tuşlarına dokunup “hele bir google”a sorayım bize ne fiyat verecek, der. Ya da daha önceden sanal mezatlarda verilen fiyatlara yakın bir fiyatı yazıp kitabın bir köşesine yapıştırmış olduklarını görürüm. Neden bu kitabı belirlenen fiyata sattığını ise kendisi dahi bilemez. Hemşerimiz Ali Emîrî Efendi, muhtelif yazılarında kültürel mirasa sahip olunmamasını, bir kısmı da yazma olan eserlerin talan edilircesine memleketten çıkarılmasını şiddetle eleştirir. Batılı koleksiyonerlerin kol gezdiği bir ortamda, ilgili kurumların gereken önlemleri almak bir tarafa Dîvânu Lügâti't-Türk örneğinde olduğu gibi bu yönde bir şuura ve yetkinliğe sahip olmamasının, İstanbul'un adeta bir yazma eser çarşısı hâline gelmesine, bu yolla başta minyatürlü eserler olmak üzere birçok kıymetli yazmanın yurt dışına çıkarılmasına sebep olduğunu ifade etmektedir. Yâ Kebîkeç!

Sahhaflar ve Sahifeler (ıı)

Kime kim aşk işi olur pîşe

Okumak yazmak olmaz endîşe

(Şem'î)

Sahhaflık: Ölenlerin seçkin kitaplarını ölecek olanlara satma sanatıdır, der Muzaffer Ocak. Sahhaflığın tarihi oldukça eski. Ali Emįrį Efendi, Mir'atu'l-Feva'id fi Teracimi Meşahiri Amid adlı eserinde 1045-46 yıllarında vefat eden ve kitap tutkunu bir zat olan Ahmed bin Yûsuf el-Menâzî'nin Diyarbakır ve Silvan'a yapmış olduğu kültürel hizmetlerinden bahseder. Kitapta âlim ve fazıl bir zat olarak anılan bu şahsiyetin Kostantin, Mısır ve Bağdat gibi yerleri bizzat ziyaret ederek oralarda bulunan edebiyat, astronomi ve diğer ilimlerle ilgili pek çok eseri toplayıp Silvan ve Diyarbakır kütüphanelerine kazandırdığı, bazı eserleri ise istinsah ettirip, mükemmel bir şekilde ciltleterek ve tezhibini yaptırarak bu kütüphanelere vakfettiği dile getirilir. Belki bu tarihlerden çok önce kitap toplayıcılığı ve satışı var idi ve bu bir nevi sahhaflığın da ilk emareleri idi. Ali Emîrî, eserinin devamında Diyarbakır ve Silvan'daki kütüphanelerde bulunan kitapların sayısı ile ilgili de önemli bilgilere yer vermektedir. Ali Emîrî'ye göre Selahaddin Eyyubi'nin 579 [1183] senesinde Diyarbakır Seferi esnasında Diyarbakır ve Meyyafarikin'de toplam 1 milyon 40 bin cild nadir ve kıymetli eserin bulunduğunu, dolayısı ile dünyanın en meşhur ve en muntazam kütüphanelerinin buralarda yer aldığını, bu kitapların çoğunun Ahmed bin Yusuf el-Menazi'nin vakfeylediği kitaplardan ibaret olduğunu ifade etmektedir.

Osmanlı'nın ilk başkenti olan Bursa'da medreselerin yaygınlaşmasıyla birlikte kitap ticareti artmaya başlar. Bu dönemde Bursa'da kitap akışıyla birlikte telif eserler ve istinsah edilen eserlerin de sayıları artar. Bursa'dan sonra Edirne'de II. Murad döneminde ilmî hayatta hareketlilik görülür. Tereke kayıtları bize mücellitlerin elif-ba Cüzü, Amme Cüzü, Hilye-i Şerif gibi talebelerin ihtiyaç duyduğu kitapları sattıklarını yazar. İstanbul'un fethinden sonra önemli eğitim kurumlarının tesisiyle birlikte kitap ticareti de başlar. Kitap ve kitap üretimi malzemeleri medreselerin yoğun olduğu bölgelerde bulunur.

XVIII. asrın sonlarına kadar sahaflık geleneksel biçimde, yani kitap pazarında yazma eserlerin alım-satımı şeklinde yapılagelir XIX. asrın ortalarında basma kitap ticaretine yönelen sahafların sayısında da bir artış görülür. XX. asrın başlarında artık matbu kitap ticaretiyle meşgul olan kitapçı dükkânları Bâbıâli'nin yanında şehrin diğer bölgelerine de yayılır. Sahaflar ise Cumhuriyet'ten sonra da faaliyetlerini günümüze dek sürdürmeye devam ederler.

Sahhaflar, bir zamanlar eski İstanbul'un ve Anadolu'da bulundukları yerlerin bir kültür merkezi gibi idi. Kalem erbabının, okuma meraklılarının, medrese talebelerinin, nadide ve muteber eser meraklısı kişilerin sık sık uğradıkları, saatlerce oturdukları, dükkan dükkan dolaştıkları bir edebî ve ilmî muhit idi. Sonra Sahhaflar Çarşısı kayıp hazinelerin keşfi için de mümbit zeminlerdi. Mesela Dîvânu Lügati't-Türk Bir sahhafta sahibini beklerdi.

Sahhafın işi yalnız kitap alıp satmak değildi. Zamanında sahhafların şeyhi olurdu, onların elinde her türlü kitaptan birer nüsha mevcuttu. Sahhaflar şeyhinin emrinde 300 civarında hattat vazife yapardı. Müşteri istediği kitabı sahhaflar şeyhine ısmarlar, şeyh o işi en iyi yazacak hattatları bilir siparişi onlara verirdi. Hattatlar kitabın büyüklüğüne göre 10'ar, 20'er sayfa alır ve hemen o gece yazarlardı. Şeyh efendi önce aslını açar, okur tashihlerini yapar, sayfaları sıralar ve ciltçiye yollardı. Ciltçi işini bitirince kitabı sahaflar şeyhine getirir, şeyh efendi cildden de anlar, esere yakışan bir cild olup olmadığına bakardı. İçine sinerse kitabı müşteriye teslim ederdi. İşte bu kitaplar sayfa sayfa yazıldığı için meslek erbabına sahhaf dendi. Sahhaflar şeyhi her türlü kitabı tanıyan, yazarını, çizerini kısaca içini dışını bilen bir kitap mütehassısı demekti ve sanki eserin fotokopisini çıkartırdı.

İnsanlar sahhaflardan sadece kitap almaz, çınarların altında oturur, doyulmaz sohbetler yaparlardı. Sadırdan satıra sohbetler olurdu. Sahhaflar ve kitap tutkunları bir bakışta kitabın hattatını, cildcisini hemen tanırlardı. Kitap üzerine derin münazaralara girer, duyulmadık malumatlar sunarlardı. Hele Küllük sohbetlerine doyulmazdı. Kitap kurtları acı kahvelerini yudumlarken, araştırıcılara, yazarlara, üniversite hocalarına ufuklar ve yeni kapılar açarlardı. Artık öyle insanlar oldukça azaldı. Biz bu kültürü yaşatmalıyız...

Milat