Maturidilik nedir?
Mâtüridîlik (Arapça: الماتريدي), ünlü Türk din bilgini Matüridî'nin, Hanefî Mezhebi'nin kurucusu İmam-ı A'zam'ın düşüncesini tâkip eden, akla önemli bir yer veren İslam dini itikad mezhebidir. Türkiye, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Orta Asya ülkelerinde yaygındır.

Oluşturma Tarihi: 2017-11-08 12:50:36

Güncelleme Tarihi: 2017-11-08 12:50:36

İslâm akaidinde imam Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud el-Matüridiyye nisbet edilen mezhep. İmam Ebu Mansur el-Mâturidinin akaiddeki mezhebine mensub olanların meydana getirdiği topluluğa Matüridiyye denilir.

MATÜRİDİ İTİKADINDA İMAN

Matüridî'ye göre iman; "Kalp ile tasdik, dil ile ikrar"dır. Diliyle ikrar ettiği halde kalbiyle tasdik etmeyen kimse mümin değildir. Maturidi itikadı Hucurat Suresi'nin "İnanç, henüz gönüllerinize yerleşmedi" ayetini işaret ederek  imanın kalp ile ilgili olduğunu söyler. Ayrıca, Mücadele Suresi'nde geçen "İşte Allah imanı bunların kalplerine yazmış." ayetinde de iman kelimesi kalbe izafe edilmiştir. Bu durumda imanın gerçek rüknü "kalp ile tasdik"tir. İman, tasdik etme, onaylamadır. İman tasdik olunca, aksi de tekzip yani inkâr ve yalanlama olacaktır. Tekzib, "inkâr" niyetiyle ifade ediliyorsa, bunun anlamı "küfür"dür.

Matüridî, Kitab üt-Tevhid adlı eserinde "İmanın kalp ile tasdik veya mahiyet olduğu meselesi" başlığı altında, sadece bilmenin iman için yetersizliğinE vurgu yapar. O'na göre bir şeyin mahiyetini bilmek, onu tasdik etmek anlamına gelmez. Bu sebeple kalpteki iman bilmekten başka bir şeydir. Yani, kalpteki iman ile bilmenin mahiyetleri ayrıdır. Ancak bilgi, kalple tasdikin meydana gelmesinde önemli rol oynar. Zira cehalet de bazen inkârcılığın sebebi olabilmektedir. Matüridî'ye göre hürriyet, îman ve küfrün varlık şartıdır. Yani iman ve küfür tercihle olur.

MATÜRİDİLİKTE KURAN-I KERİM 

Kur'an-ı Kerim, Allah kelamı olup, mushaflarda yazılı, kalplerde mahfuz, dil ile okunur ve Muhammed'e indirilmiştir. İnsanların Kur'an-ı Kerim'i teleffuzu, yazması ve okuması mahluktur fakat Kur'an mahluk değildir. Allah'ın Kur'an'da belirttiği Musa ve diğer Peygamberlerden, firavun ve İblis'ten naklen verdiği haberlerin hepsi Allah kelamıdır, onlardan haber vermektedir. Kur'an ise Allah'ın kelamı olup, kadim ve ezelidir.

MATÜRİDİLİKTE İMAN- AMEL AYRIMI

Genellikle ilmihal kitaplarında kullanılan amel kelimesi; "yapılan iş, fiil, bir kişinin dinin emirlerini yerine getirmesi için yaptıkları" anlamındadır. İmam Şafiî'nin aksine Matüridî iman ile ameli birbirinden ayırır. Amelin imandan bir parça olması ve imanın artıp eksilmesi konusunda Matüridî, görüşlerini benimsediği Ebu Hanife'ye uyar. Ebu Hanife ve Matüridî'ye göre iman ve amel ayrı şeylerdir. Çünkü Talak Suresi'nin 11. ayetine göre "...Allah'a iman eden ve yararlı iş işleyen...(i/11)" ifadesi imanı amelden ayırmış, "yararlı iş işleyen" ifadesi "iman eden" ifadesinden ve ile ayrılmıştır. Ayette geçen imandan maksat, "kalp ile tasdik"tir.

MATÜRİDİLİKTE BÜYÜK GÜNAHLAR VE DİNDEN ÇIKMA

Matüridî'ye göre adam öldürmek, zina etmek, içki içmek... gibi büyük günahlar (günah-ı kebair) da mümini dinden çıkarmaz. Allah'a ve emirlerine-yasaklarına-inanan kimse bunlara uymaz, bunları uygulamazsa dinden çıkmaz ama büyük günahkâr olur. Günahkâr olan kimse tövbe ile Allah katında af dileyerek kurtulabilir. Bi kişinin tövbesinin kabul edilmesi kişinin niyetine ve yapdıklarına - yapacaklarına bağlıdır, bu nedenle her tövbe eden affedilmez.  Allah, Kur'an da "'Sizi yaratan O'dur, kiminiz inkârcı (kâfir), kiminiz mümindir. Ey inananlar! Mutluluğa ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün" ayetleriyle müminlerin, işledikleri günahlardan tevbeyle affedileceklerini müjdeler. Yani, Allah'ın emirlerini uygulamayan veya uygulayamayan müminler günahkâr olurlar. Kâfirlik (küfr) ise yalanlamayla, inkârla olur. Matüridi'nin bu görüşü ameli imanın bir parçası sayan ve bu sebeple namaz veya orucun terkini küfürle eş tutarak ölümle cezalandıran şeriat yorumlarına katılmayan farklı bir bakış olarak düşünülebilir.

AKIL VE ALLAH'I BULMA SORUMLULUĞU

Matüridi'ye göre Allah insanlara temyiz kabiliyeti denilen iyiyi kötüden, hayrı şerden ayırt etme ve aklını kullanabilme gücünü vermiştir. Allah, aklı olanları dinî yönden mükellef kılmış olup aklı olmayanlar "İlâhî emrin sorumluluğu dışındadırlar." Akıl sahipleri akıllarını kullanmak suretiyle yaratıcı ve tek olan Allah'ı bulmak ve bilmek zorundadırlar. Ancak, O'na göre Şeriat'ı ve Şeriat'ın bir bölümü olan ibâdetlerin ne şekilde yapılacaklarını akıllarıyla belirleyemezler. Bunları ancak peygamberler vasıtası ile öğrenebilirler.

ALLAH'IN  ZATİ SIFATLARI 

İslâm dininde iman esaslarının başında Allah'a iman gelir. Mümin; öncesi ve sonrası olmayan (ezelî ve ebedî), her şeyi yoktan var eden ve zâtı, sıfatları ve fiileri yönlerinden bir olan Allah'a imanla yükümlüdür.

Allah'ın varlığı, 'Birliği (tevhid), yaratıcılığı konusunda birçok ayetler vardır: (En'am suresi/101; Zumer suresi/62; Bakara suresi/117; Âl-i imran suresi/189; Maide suresi/18, 40, 120... gibi).

Allah'ın varlığı ve Birliği mantık kurallarıyla da (akılla) ispatlanabilir. Kâinattaki varlıkların hareketlerini düzenleyen, bir nizam ve âhenk içerisinde bulunmalarını ve her birinin ayrı ayrı ve diğerlerine zarar vermeksizin görev yapmalarını sağlayan, her şeyin üstünde bir varlık var ki, O da, eşi ve benzeri olmayan Yüce Allahtır.

Allah'ın zât'ına ve fiilerine ait sıfatları vardır ve bu sıfatlar Allah'ın Zât'ının aynı da değildir, gayrı da değildir. Allah'ın sıfatları sonradan yaratılmış da değildir.

Allah'ın vasıflandığı ve zıddıyla vasıflanmasının caiz olmadığı sıfatlar zati sıfatlardır. Kudret, ilim, izzet, azamet böyledir. Çünkü Allah'ın bunları zıddı olan acizlik, cehalet, zillet, küçüklük gibi vasıflarla nitelendirilmesi caiz değildir. Buna mukabil, hem kendisiyle hem de zıddıyla Allah'ın sıfatlanması caiz olan sıfatlar fiili sıfatlardır. Örneğin; Allah'ın  refet/şefkat ve rahmetle vasıflanması caiz olduğu gibi, sahat (küsme / kızma) ve gazabla da vasıflanması caizdir. Öyleyse, bu sıfatların hepsi fiili sıfatlardandır. 

ALLAH'IN BAŞKA BİR İSİMLE NİTELENMESİ

Allah'a, O'nu yaratılmış varlıklara benzetmeye götüren isim koymak (antropomorfizm) uygun değildir. Çünkü O, Kur'an'da belirtildiği üzere hiçbir şeye benzemez. (Şûra suresi/11). Matüridî, "dengi ve benzeri bulunan bir şey çokluk statüsüne girer ve iki sayısı ile başlar. O'na nispet edilebilecek bütün yaratılmışlık kavramlarının ve nitelendirilebileceği bütün sıfatların, yaratılmışlara nispet edildiği ve nitelendirildiği takdirde anlaşılabilecek bir mânâ ile Allah'a izafe edilmesi bâtıl olmuştur" der. Bu sebeple Allah'ın, yaratılmışlardan birini çağrıştıran bir isimle, kelimeyle anılması caiz değildir.


Ebu Hanife gibi Matüridî de Allah'a "Şey" denilmesini câiz görür. Allah'a şey denmesini gerektiren sebep, cisimde mevcut olmadığı için bunu kullanmakta sakınca yoktur. Bunun iki yolla ispatlanması mümkündür: Birincisi, Kur'an'da kendisi için şey kelimesini kullanmaktadır. (Şura Suresi/11; En'am suresi/19) Allah'a şey denilmesi caiz olmasaydı ayetlerin bu kelimeyi Allah'a nispet etmemesi gerekirdi. İkincisi, aklî yoldur. Matüridî burada "örf açısından şey'iyyet başka değil, sadece varlık ifade (ispat) eden bir isimdir. Sabit olmuştur ki bir varlığa şey nisbet etmek sadece onun zâtının varlığını ve yüceltilmesini ifade eder. Allah da buna lâyıktır." ifadelerini kullanırdı. 

Ebu Hanife ise, Fıkh-ı Ekber adlı adlı eserinde bu konu ile ilgili olarak şunları yazar: "Allahu Teâlâ şey'dir. Ama eşya gibi bir şey değildir. Şey olmasının manâsı; cisimsiz, cevhersiz, arazsız, zıtsız, eşsiz, ortaksız ve benzersiz olarak sabit olmaktır."

AHİRETTE ALLAH'I GÖRMEK: RU'YETULLAH

Matüridî ahiret'de Allah'ın görülebileceğini, yani ru'yetullahın mümkün olduğunu savunmaktadır. Bu itikad mezhebinde  "Aziz ve Celîl olan Rabbinin görülmesi hakkındaki söz şundan ibarettir: Bize göre O'nun (Allah'ın) görülmesi gereklidir, haktır, ancak bu rü'yet idraksiz ile ihâtasız (yani sınırsız ve kavrayış olmadan) ve tefsirsiz (yani bakanın karşısında olmaktan ve belirli aralıkta olmaktan münezzeh) olacaktır." görüşü hakimdir.

MATURİDİLİKTE BİLGİ VE KADER

Matüridî, Kitab üt-Tevhid'inde bilgi ve önemi üzerinde ısrarla durur. Matüridî, bilgi edinme yollarını duyular, haberler ve akıl olarak belirler. O'na göre bilgi vehbî olmaz; kesbî'dir. Doğru akıl yürütmeyle ortaya çıkan bilgi bir âdet-i ilâhiye'dir. Allah insana akletme, aklını kullanma ve temyiz gücünü bahşetmiştir. Maturidilik bu görüşü ile vehb ve mükâşefeyi bir bilgi ve irfan yolu olarak öne alan tasavvufçulardan ayrılır.

Allah'ın dilemesi, ilmi, kazası, takdiri ve Levh-i Mahfuz'daki yazısı olmadan, dünya ve ahirette hiçbir şey vaki olmaz. Ancak onun Levh-i Mahfuz'daki yazısı, hüküm olarak değil, vasıf olarak yazılıdır. Kaza, kader ve dilemek, O'nun nasıl olduğu bilinmeyen sıfatlarındandır.

Allah, yok olanı yokluğu halinde yok olarak bilir, onun yarattığı zaman nasıl olacağını bilir,Var olanı, varlığı halinde var olarak bilir, onun yokluğunun nasıl olacağını bilir. Allah ayakta duranın ayakta duruş halini, oturduğu zaman da oturuş halini bilir. Bütün bu durumlarda Allah'ın ilminde ne bir değişme, ne de sonradan olma bir şey hasıl olmaz. Değişme ve ihtilaf, yaratılanlardan olur.

CEBRİYYECİLER VE KADERİYECİLER

Allah'ın mutlak kudreti ve kader ile insan iradesi arasındaki ilişki konusu İslâm düşünürleri arasında farklı yorumlara sebep olmuştur. Bazı Sünni İslam kaynaklarında Muhammed'in kendi döneminde "kader"i tartışanlara sinirlendiği ve bu konuda tartışmayı uygun görmediği de anlatılmaktadır.

Ancak, eğer Tanrı ortak kabul etmeyen mutlak yaratıcı ise ve insanın eylemleri dahil kader ile olaylar önceden belirlenmiş ise, insan niçin sorumlu olsun ki? Bu soru ve insanın iradesinde hür olup olmadığı sorunu (hürriyet) tartışılmaya devam etmiştir.

Cebriyyeciler kader ile her şeyin belirlendiğini, insanın eylemleri dahil her şeyin Allah tarafından, önceden değişmez bir şekilde tespit edildiğini ve zamanı gelince yaratıldığını ileri sürmüşlerdir. Onlara göre insanın fiilleri dahil her şey ilâhî irade ve emre bağlıdır ve insanın iradesi, çabası ile değiştirilemez. Tarihte bu anlayışın babası olarak Cehm bin Safvan (öl. 746) gösterilir. Buna göre insanların yaptıkları ve yapacakları her şey önceden takdir edilmiştir; insanlar yapmaya mecburdurlar; yapıp yapmama hürriyetleri yoktur.

Cebriyye (fatalizm) karşısında bu mezheple taban tabana zıt görüşleri ileri süren bir grup oluştu. Bunlar da kulları, kendi eylemlerinin "yaratıcısı" kabul ediyorlardı. Kaderiyye denilen bu guruba göre de insanın bütün eylemleri Tanrı'nın iradesinden tamamen ayrı ve bağımsız olarak sadece kendi iradesi ile meydana gelir. Bu görüşün öncüleri olarak Ma'bed el-Cühenî ve Geylân ed-Dımışkî kabul edilir ve onlar insanın, Tanrı'nın dahli olmaksızın başlı başına ve hür olarak eylem yaratacak kudrete sahip olduğunu ifade ederler.

Mutezile mezhebine göre Allah âdildir. Bunun gereği olarak insanlara irade hürriyeti vermiştir. İnsan hürdür ve kendi eylemini kendi irade ve isteği doğrultusunda yapar. Yani Mutezile'nin bu konu hakkındaki görüşü Kaderiyye'ninki ile aynıdır.

Selefiye bu konuları tartışmamayı yeğlemiş, Eş'ariye ve Matüridîye mezhepleri ise görüş farklılıklarından doğan çelişkileri çözmeye çalışmıştır.

MATURİDİLİK KADER ANLAYIŞINDA KESB VE HALK KAVRAMLARI 

Matüridî de Eş'ari gibi, irade hürriyeti bakımından insanı iradesiz robot olarak gören Cebriye ile insanın eylemlerinde Allah'ın hiçbir etkisini kabul etmeyen Mutezile ve Kaderiyye arasında üçüncü bir yol izler. Zira Matüridî bu konuda Kesb ve halk terimlerini kullanır. Halk, insanın kendi kudret ve isteği olmadan meydana gelen eylemlerdir. Refleksler, kalbin çalışması... gibi. Bir de insanın kendi iradesi ile seçtiği eylemlerin yaratılmasıdır. Kulun eylemine "halk" değil, "kesb" denilir. Allah'a ait eylem de "kesb" değil, kesbe bağlı "halk"tır.

MATURİDİLİKTE ŞERİAT VE TASAVVUF

Matüridiye göre din, Allah'ı bilmek ve O'na ibâdet etmektir. Bütün Peygamberler, Allah'ı bilmeye ve ibâdeti de sadece Allah'a has kılmaya davet eden tevhid dinine mensupturlar. Hiçbir Peygamber kendinden önceki peygamberlerin dinini reddetmemiştir. Âdem'den sonra bütün Peygamberler dini aynı, şeriatı değişik tebliğ etmişlerdir. Bu ifadelere delil olarak da "...Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol belirledik. Allah dileseydi hepinizi tek bir ümmet yapardı. Lâkin size verdiği şeylerde sizi sınamak istedi. Bunun için iyi işlerde yarışın"(Mâide suresi/48)" ayeti gösterilir.

Matüridî, tasavvuf ve tasavvufun kurumsallaşmış teşkilatı olan tarikatlara mesafelidir. Bu, duygusal değil ilmî bir tavır alıştır. Matüridî'nin mesafeli duruşu, mutasavvıfların bilgi kaynakları anlayışı yüzündendir.