Dolar

38,4482

Euro

43,9081

Altın

4.121,11

Bist

9.306,96

Dolar

38,4482

Euro

43,9081

Altın

4.121,11

Bist

9.306,96

Dolar

38,4482

Euro

43,9081

Altın

4.121,11

Bist

9.306,96

Mehmet Emin Saraç kimdir?

Marmara Üniversitesi Öğretim Görevlisi Mehmet Erel, bir dönemin önemli ilim adamlarından sayılan Mehmet Emin Saraç'ı anlattı.

2 Ay Önce Güncellendi

2025-02-21 08:55:06

Mehmet Emin Saraç kimdir?

Mehmet Emin Saraç üstadımıza, babası Mustafa Efendi Hazretleri birileri görüp şikâyet etmesin diye diğer kardeşleri ile birlikte gece yatağından kaldırıp Kur'an'ı Kerim'i ezberletmiş, 10-15 yaşlarına geldiğinde İstanbul'a ilim tahsiline göndermiştir. Fatih'te Üçbaş Medresesi'nde, evi barkı olmayan âlimlerle, ilim ve fikir adamları ile kalmıştır. Bu esnada Ali Haydar Efendi'den İsmet Garibullah Tekkesi'nde, Fatih Camii imamı Ömer Efendi ile Fatih Camiii baş kayyımı Süleyman Efendi'den dersler okumuştur.

Hocamız Fatih dersiamlarından Hüsrev Efendi'den yasak dönemde Fatih Camiii'nde hünkâr mahfilinde ders okurken jandarmaya yakalanmamak için arkadaşlarından birini nöbetçi bıraktıklarından bahsederdi. En başta hocamızın babası olmak üzere yukarıda isimleri mezkur üstadların Hocaefendi'ye özel bir ilgi gösterdiklerini söylemek mübalağa olmasa gerektir. Hocamızın üzerinde en fazla tesir bırakan hocaları bunlar dışında ayaklı kütüphane diye bilinen Gümülcineli Mustafa Efendi'dir.

resized_59a8b-2f22eb5b2979407_0244793448705d3e6e13a1da18b48c3b

Hocamızın bize anlattığına göre Gümülcineli Mustafa Efendi medreseler kapatılınca sokağa atılan âlimlerdendir. Hiç evi olmayan bu zat-ı muhterem Fatih Camiii'nde, bazı medreselerde ve bazı talebelerinin evlerinde kalırmış. Fatih Kütüphanesi'nde bulunan on bin civarında yazma eseri iki defa okuduğundan bahsederdi Mehmet Emin Saraç Hocamız. Bir defasında Hocamız Gümülcineli Mustafa Efendi ile yürüyerek Fatih'ten Kasımpaşa'da bulunan Piyale Paşa Camiii'ne gittiklerini ve Camiinin harabe dönmüş, mezbelelik hâlini görünce çok üzüldüklerini anlatmıştı.

Yurt dışına çıktı

1940-1950 arası İstanbul'da büyük bir iştiyakla derslerine devam ettiği üstadlarının teşviki ile olsa gerek Hocamız Türkiye ortamında sağlam bir tahsil yapamayacağına kâni olduğundan önce Bağdat'a gitmek için bir teşebbüsü olmuş, Güneydoğu'da sınıra kadar gitmiş fakat çıkmaya muvaffak olamamış, orada bir muhterem zatın misafiri olmuştur.

Bağdat'a gidemeyince Mısır'a gitmeye karar vermişti. Ancak pasaport vize vs. pek çok sorunlarla karşılaşmış, Allah'ın lütfu sayesinde hiç beklemediği bir kişi tarafında işleri hallolmuş ve Mısır'a gitmeye muvaffak olmuştur. Ali Haydar Efendi, Hocamızı Mısır'a uğurlarken orada bulunan tekke ve tarikatların cazibesine kapılmamasını ve günde bir cüz Kur'an tilavet etmesini ve derslerine çok çalışmasını tavsiye buyurmuşlardır.

Mısır'a gittiğinde Ezher'in lise kısmına kayıt yaptırmıştı. Ezher hocaları Türkiye'den gelen bu küçük talebenin hafız olduğunu görünce çok şaşırmışlar. Zira onlar yeni Türkiye'de İslâmî değerlerin tamamen yok olduğunu düşünüyorlardı. İlk defa muhterem Hocamız ile bunun böyle olmadığını anlamış oldular.

Ezher Üniversitesi'ne devam ederken Mısır'a hicret eden Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi ile büyük muhaddis, fakih, müfessir Mehmet Zahid Kevserî'nin derslerine devam etmeyi ihmal etmemiştir. Orada Osmanlı hanedan mensupları ile de temasları olmuştur.

İstanbul'a döndü

Zor ve meşakkatli gurbet yıllarından sonra İstanbul'a döndüğünde diploması geçersiz sayıldığından resmi olarak görev alması mümkün olmadığından farklı alanlara yönelmişti. Bir ara Ankara'da arşivde çalışması teklif edildiğinde kabul eder gibi olmuş ancak sonra “Emin, sen bunun için mi okudun?” diyerek bu teklifi reddetmiştir. Gerek muhterem babası gerek İstanbul'da ders okuduğu hocaları gerekse Mısır'da karşılaştığı üstatlarının Hocamıza özel ilgi göstermeleri, Hocamızı bu manevî sorumluluğu üstlenmeye sevk etmiştir.

Hocaefendi ile tanışmam

Benim Hocaefendi ile tanışmam 1991 yılına tekabül eder. Marmara İlahiyat Fakültesi'ne başladığımız sene Amasya'dan çok sevdiğim Mehmet Yüksek Hocam bana bir yazı vererek Fatih Camii'ne gitmemi ve mutlaka Hocaefendi ile görüşmemi tavsiye etmişti. Biz de Prof. Dr. Ali Bulut Hoca ile bir cumartesi günü Fatih Camii'ne gittik. Hocaefendi ile görüştük. Arkada müezzin odasının önünde bulunurdu o zamanlar. Daha ilk görüşmede bizi öyle bir etki altında bıraktı ki kendimizi kadim İslâm kültür ve ilimlerine sahip çıkmaya ömrünü vakfedecek bir halet-i ruhiyeye bürünmüş bir hâlde bulduk.

Namazdan sonra elimizden tuttu. Bizi Fatih Camii'nin Fevzipaşa çıkışına kadar götürdü. Hocamızın talebelerine tahsis ettiği evin yerini tarif ederek onlarla görüşmemizi ve istersek eve yerleşebileceğimizi söylediğinde doğrusu çok heyecanlanmıştık. Hocamızın talebeleri için tahsis ettiği eve gittik. Orada Hocamızın talebeleri ile konuştuk ve hemen eşyalarımızı getirip eve yerleştik. Evde on arkadaş kalıyordu. Hafız Osman Şahin, Dr. Yüksel Selman, Kadir Öztürk, Sadettin Ekici, Prof. Dr. Abdülhamit Tüfekçi, Ahmet Dilek, Şükrü Küçük, Zafer Durmuş, biz geldiğimizde Hocamızın dersine devam eden arkadaşlarımızdandı.

650x344-muhammed-emin-sarac-hoca-hayatini-kaybetti-muhammed-emin-sarac-kimdir-ve-kac-yasindaydi-1613762858570

Vakit uygun olduğunda mutlaka dersler Fatih Camii'nde müezzin mahfilinde olurdu. Dersler bazen 18.00'de başlar, akşam namazına kadar devam ederdi. Yaz tatillerinde ise derslerimiz saat 10:00'da başlar öğle namazına kadar sürerdi. Hocamızın amacı dersleri namaz vakitlerine denk getirerek bizleri, camide cemaatle namaza alıştırmaktı.

Bazı hatıralar

Bir gün Vefa'da bu gün İlim Yayma Cemiyeti'nin yurdu olan Ekmekçizade Medresesi'nde dersi yaptıktan sonra Hocaefendi, bize Vefa Bozacısı'ndan boza ısmarladı. Vefa Bozacısı'nın sahibini rahmetle yad etti. Cumhuriyetin ilk yıllarında hemen bozacının yanında yer alan küçük camii bir gayrimüslime satılmış. O da camiyi at ahırına çevirmiş. Vefa Bozacısı'nın sahibi rahmetli İsmail Efendi, bu camiyi, o gayrimüslimden satın alarak tekrar camiye dönüştürmüş.

O gün Süleymaniye Camii'ne gittik. Yolda gördüğümüz tarihî eserler, eski evler hakkında bizlere sürekli bir şeyler anlattı. Şehzadebaşı'ndan Fatih'e dönerken eski sinemaların yanından geçiyorduk. Ali Haydar Efendi'nin kendisine söylediği, “Buralara girenler, kahvehanelerde taburelere oturan kişiler ilmin zevkini asla alamaz.” sözünü bize hatırlatmıştı. Hocaefendi hocaların, ilim talebelerinin kahvehanelere gitmelerini, kısa kollu tişört giymelerini hiç tasvip etmezdi.

Derslere önem verirdi

Haftanın cuma günü hariç her günü dersimiz olurdu. Ancak Hocaefendi'nin cuma günü başka talebelere dersi olurdu. Nureddin Yıldız, Fatih Kaya, Muhammet Beyler, Ahmet Hamdi Yıldırım ve Ahmet Yüksek Cuma sabahı Sahih-i Buharî dersine iştirak eden arkadaşlarımız idi.

Hocamız için dersler çok mühimdir. Biz, Hocaefendi'nin derse gelmediğini kesinlikle görmedik. Ailesi ile birlikte yazın tatile gitmediğini, onları gönderip ders için kaldığı herkesin malumudur. Ara ara uluslararası ilmî toplantılar için yurtdışına giderdi. Çoğunlukla program bitmeden bir iki gün içinde dönerdi. “Ee çocuklar toplantılar bitince gezi, yeme içme faslına kalamadım” derdi. Bunun sebebi yukarıda bahsettiğimiz üzere üzerine yüklenen ağır yükün sorumluluğu idi. Devamlı olarak “Ee çocuklar ne idelim, iş başa düştü.” derdi.

Yazları on gün memlekete gitmemize izin verirdi. Memlekete gidecek arkadaşlara orada bulunan yaşlı, salih zevatı mutlaka ziyaret etmelerini, namazları camide kılmalarını ve cumaları vaaz etmelerini tavsiye ederdi. Biz de Ali Bulut Hoca ile memleketimize döndüğümüzde Hocamızın tavsiyesi üzere cuma günü Orta Camii'de vaaz etmek için Vezirköprü müftüsüne gitmiştik.

Hadis okuttu

1991 senesinden vefatına kadar sürekli etrafında bulunduğum muhterem Hocamız kendisi hadis kitapları okuturdu. Biz geldiğimizde Sahih-i Buharî'ye yeni başlamıştı. Onu itmam ettikten sonra Abdulfettah Ebu Gudde Hocamızın tavsiyesi üzerine Sünen İbni Mâce'yi okuttu. Akabinde Sünen-i Nesaî, Sahih-i Müslim, Tirmizî ve Sünen Ebi Davud'u okuttu. Derse başlamadan önce mutlaka bir sayfa Kur'an tilavet edilirdi. Önce kendisi okur sonra sağdan her arkadaşa bir iki hadis okuturdu. “Hepimiz, burada Resulullah'a salat-ü selam getiriyoruz” derdi.

Tefsir ve ulumu'l-Kur'an derslerini Hocamızın manevî evladı sayılacak kadar sevdiği Hamdi Arslan Hocamız'a tevdi etmişti. Ben, Hocaefendi'nin riasetinde Hamdi Arslan Hocamızdan Nesefi Tefsiri, Ebussuud Efendi'nin tefsirinden Maide Suresi'ni, Tahiru'l Cezâirî'nin Ulumu'l Kur'an'a dair yazdığı eserini okudum. Hadis ve ilimlerine dair hocamızın çok sevdiği bir diğer talebesi Prof. Dr. Halil İbrahim Kutlay Hocamızdan Nuhbetu'l Fiker, İbni Salah'tan Mukaddime, Nureddin Itır Hocamızın hadis usulüne dair eserini okuduk. Abdullah Siraceddin Efendi'nin Risaleyi Beygûniye şerhini okuduk.

Bir diğer örnek de şudur: 1995 yılında Hüseyin Atay, Hasan Elik, Yaşar Nuri Öztürk vb. bazı ilahiyat hocaları tarafından yazılan ve “İslâm Gerçeği” adıyla basılan kitabı görünce Hocaefendi çok kızmış ve tâ öğrencilikten tanıdığı, Dersiam Hüsrev Efendi'den birlikte ders okuduğu Hüseyin Atay'a tevbe etmesi ve kitaptan teberri etmesi için mektup yazmıştır. Yine Hasan Elik ile Kâbe'de bir vesile ile karşılaştığında yüzüne karşı tevbe etmesi ve o kitaptan teberri etmesi gerektiğini söylemiştir.

Dikkatini çekmiş

Mehmet Emin Saraç Hocamız ile ilgili yazıyı tamamlamadan onun bir yönüne daha dikkat çekmek isterim. 1940- 1950 yılları arasında İstanbul'da, Üçbaş Medresesi'nin bir odasında ikamet ederken diğer odalarda ikamet eden üstadlardan özellikle bir tanesi Hocamızın dikkatini çekmiştir. O zat-ı muhterem Galatasaray ve Vefa Liselerinde felsefe hocalığı yapmış olan Fransızca ve Arapçayı şiir yazabilecek seviyede iyi bilen Muallim Mahmud Cevdet Bey'dir.

Hocamız, medresede kalırken bu zatın neşrettiği- belki ilk İslâmcı dergi sayılabilecek “Doğan Güneş” mecmuasının elden dağıtımını yaptıklarından bahsetmişti. Hatta Mahmud Cevdet Bey'in medresede yatakları kaldırıp kendisini “Medrese-i Yusufiye” olan hapishane hayatına alıştırdığını söylemişti.

Bu zat yazdıkları yüzünden hapse atılmış, Bakırköy Akıl Hastanesi'nde doktor bir öğrencisi tarafından kaçmasına imkân sağlanmış, oradan bir güzergâhı takip ederek önce Halep, oradan da Şam'a kaçmayı başarmıştır. Bilahare Medine-i Müneverre'ye giden Mahmud Cevdet Bey Medine'de uzun yıllar Beşirağa Medresesi'nde kalmıştır.

Kaynak: İrfanDunyamiz.com

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara