'Mona Lisa Nuriye’yi nasıl kaybettim'
Asmalımescit'te Cinayet'in yazarı gazeteci Cem Sancar, Pazar yazısında ilkokul çağından bir hatırasını okurlarıyla paylaştı

Oluşturma Tarihi: 2021-10-17 19:49:48

Güncelleme Tarihi: 2021-10-17 19:49:48

Sancar'ın “Mona Lisa Nuriye'yi nasıl kaybettim” başlıklı çocukluk hikayesi:

Ne kızdı ama!

Çift örgü kumral saçları beline kadar inerdi. Uzun boylu sayılırdı. Buğday tenli berrak yüzünde hep küçük, sonradan Mona Lisa'ya benzeteceğim bir tebessüm olurdu. Diğer kızlar gibi o da önlüğünü kemerinin altına toplar, diz üstü bir etekle gezerdi. Çaktırmadan baktığımda başının üstünde ışıktan bir taç görürdüm. Melek miydi neydi ya?

İlkokul 5'te fena âşık olduğum kız Nuriye idi. Ailesi baş örtülüydü. Ben dıştan mahcup bir çocuktum. Fakat içimde gezegenler, yıldızlar, Uzay Yolu ve çizgi romanların sihirli dünyası...

Sur içindeki önlüksüz gidilen deneme ilkokulundan bu varoşa gelmiş, önlüğü sırtıma geçirmiştim. Gerçi önlük meselesi iyi olmuştu. Sivil kıyafetle okula gitmek biz sahipsiz çocuklar için aşağılanma vesilesiydi...

Orası sözde İstanbul'du. Çamur içinde ve kolera tehdidi altındaydık. Kitaba ulaşamayan çocuklardık...

Maaşını hovardalıkta harcayan babam benden pek haz etmiyordu. O yüzden aylık geliri iyi olan bir aile olmamıza karşın, anamın deyişiyle "buna da şükür!" fakir hayatı sürüyorduk.

Beni anneannemin yanından alınca babamın gözüne girmek, kendimi sevdirmek için kırk takla atmıştım...

O bilgi birikimli diye büfenin alt gözlerinde bulup eski dergileri okuyor, Adalı Halil Pehlivan ile Şemsi Belli ezberliyor, Gorki'nin 'Ayak Takımı Arasında'sını anlamaya çalışıyor, gazete yazılarına bakıyor, Osmanlı Türkçesi yerine öz Türkçe kelimeler koyuyordum.

Ama nafile!

Onun gözünde 'Mister' idim. Mister demek, kendini bir şey sanan demekti... Babam oğlunu rakip görmüş, bundan dönemiyordu. Geylani Anneannemin kuzusu olduğum için belki de beni eski toplumun bir temsilcisi olarak mı görüyordu, neydi?

Bir gün akşamüstü muhabbetinde, 'siz' dediğim peder beye, "Peygamber ne demektir" diye sormuştum. Anacığım, Allah... diye başlamış, babam sözünü kesmişti: Peygamber filozof demektir! Gerisi saçmalıktır...

Babam pür Kemalist bir eski subaydı...

Okulda sıkılıyordum. Çocukların çoğu azgın trol şeklindeydiler. Biz birkaç çocuk eğitim almaya çalışıyorduk. O sıralarda bir diş macununun '11 soru 11 cevap' yarışması vardı radyoda. Onu hiç kaçırmazdım. Bir gün ben de 11 soru hazırlayıp öğretmene götürdüm. Bu yarışmayı yapalım, dedim. Hoca pek sevindi. Hemen başladık. Kim bilir belki de sınıfın 'hanım evlâdı' tabirinden kurtulup Nuriye'nin gözüne girebilir, teneffüslerde birlikte gezebilirdik...

Bütün sınıf heyecanlanmıştı. Fakat arka sıra zorbaları bu gidişattan hiç memnun olmadılar: "Lan bu leylek başımıza mı çıkacak?"

Daha sonra Milli Eğitim bu yarışmayı alıp okullar arası yaptı. Ama benim ismimi anmadı.

Neden mi? Babam yüzünden...

Bir gün soruların arasına 'Peygamber ne demektir' sorusunu yazdım. İki grup halinde öğrenciler oturdular. Ben soruları soran ve cevapları bilen tek kişiydim tabii. Ne ihtişam!

Yan gözle Nuriye'yi kesiyor, sırtımı dikleştiriyordum.

Nuriye de boş değildi hani, hayran gözlerle izliyordu. Allah'ım, uzay gemisi kaptanı gibi bi'şeydim yahu...

Çocuklar dişe dokunur bir şey söyleyemediler. Sonunda ben göğsümü gere gere cevabı patlattım: "Peygamber diye bir şey yoktur, o filozoftur!"

Öğretmen kesti. "Ne diyorsun oğlum sen?" Ben kıpkırmızı olup ısrar ettim. Babamdan, o büyük aydından daha iyi mi bileceklerdi? Öyle çabuk teslim olamazdım. Hele Nuriye bütün güzelliğiyle ordayken, hele arka sıradaki Zombiler diş bilerken!

Tartışma sürerken Nuriye parmağını kaldırdı. Söz aldı. "Hazreti peygamber Allah'ın elçisidir hocam..."

Anneannem gibi konuşmuştu! Başımdan aşağıya bir damper ter dökülmüştü.

Hem yarışmayı elimden aldılar hem Nuriye bir daha yüzüme bakmadı...

İşte o günden sonra babamın en pervasız eleştirmeni safına geçtim.

Zaten bağrım yanıktı, Mona Lisa'mı kaybetmiştim...

Sabah