Nurullah Genç kimdir? Nurullah Genç şiirleri | Nurullah Genç kitapları
Son zamanların sevilen şairi Nurullah Genç’in şiirleri sosyal medyada çokça paylaşılır oldu. Peki Nurullah Genç kimdir? Nurullah Genç nereli? Nurullah Genç en iyi şiirleri neler? İşte Nurullah Genç’in hayatı…

Oluşturma Tarihi: 2022-09-01 21:40:58

Güncelleme Tarihi: 2022-09-01 21:40:58

Sosyal medyada şiirleri ve konuşmaları paylaşılan Nurullah Genç'in hayatı merak ediliyor. Şiir severler tarafından Nurullah Genç'in en güzel şiirleri araştırılıyor. Türk şiirinin son isimlerinden Nurullah Genç kimdir, kaç yaşında? Nurullah Genç aslen nereli? İşte Nurullah Genç'in yaşamı hakkında bilgiler…

Nurullah Genç, 1960 yılının Eylül ayında Erzurum'un Horasan ilçesinde dünyaya geldi. Genç; köyünde okul olmadığı gerekçesiyle ilkokulu akrabalarının yanında iki ayrı köyde iki yıl üç ay okuyarak bitirdi.

Ortaokul birinci sınıfı okumak için Kars'a giden küçük Nurullah; teyzesinin yanında Merkez Ortaokulunda eğitimine devam etti. Amcası köyden ilçeye evini taşıyınca, ortaokul 2 ve 3. sınıfları da onun yanında bitirerek Horasan Ortaokulundan mezun oldu.

Ortaokul 2. Sınıftan itibaren çalışmaya başlayan Nurullah Genç; boyacılık, garsonluk ve bulaşıkçılık gibi çeşitli işler yaparak geçimini sağladı.

Lise yıllarında da çalışarak harçlığını çıkarmaya devam ederek farklı kitaplara ve şiirlere ilgi duymaya başladı. Şiirlere olan ilgisi nedeniyle bu dalda çalışmalar yaptı ve ödüller aldı.

Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından düzenlenen şiir yarışmasında Türkiye ikincisi olmaya hak kazandı.

Milli Türk Talebe Birliği Hicri 1400 konulu şiir yarışmasında da Hicret isimli şiiriyle yarışmaya katılan Genç, Türkiye birincisi oldu ve bu şiir Nesil dergisinde yayımlandı.

Nurullah Genç, başarılı bir genç olarak her dönem sonu takdirname aldı ve 1978-1979 eğitim-öğretim yılı sonunda Erzurum İmam – Hatip Lisesini birinci olarak bitirdi.

O yıl yapılan üniversite sınavları sonucunda Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'ni kazandı ve okul hayatına orada devam etti.

Şiirde ustalaşmaya başlayan Nurullah Genç, üniversite yıllarında yazdığı şiirleri edebiyat dergilerinde yayımlanmaya başladı.

Nurullah Genç kariyeri

Aylık derginin daimi kadrosunda yer aldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Genç Kuşak dergisini çıkardı ve orada şiirleri yayınlandı. Yeni Devir Gazetesi Genç Kalemler Makale yarışmasında Yaşar Garip Koyuncu mahlasıyla Türkiye ikincisi oldu.

İlk stratejik planını üniversitenin birinci sınıfında yaptı. Vizyonunu ve misyonunu belirleyerek dolabının kapağına, "20 yıl sonra yönetim ve organizasyon profesörü ve Türkiye'nin tanıdığı bir şair olacağım" diye yazdı. Bu durum arkadaşları tarafından garip karşılansa da, düşüncesinden ve kararından vazgeçmedi. Çalışmalarını, gelecek için oluşturduğu bu zihni tasarıma göre yürüttü.

Üniversite yıllarında edebi çalışmalarının yanında tiyatro ve satranç çalışmaları da yaptı. Yurt-Kur Bölge tiyatrosu adına Moliere'in Cimri isimli oyununu sergiledi. Harpagon adlı cimri karakterini oynayıp büyük beğeni kazandı. Erzurumda bulunan ve oyunu izleyen devlet tiyatroları yönetmeni, kendisine profesyonel tiyatro yapma teklifinde bulundu. Fakat şartlar dolayısıyla kabul edemedi. Yine aynı yıllarda satranç oynamaya başladı. Ve daha sonra Erzurum satranç şampiyonu olarak Türkiye Satranç liginde yer aldı.

1983 yılında fakülteyi bitirdi. 1984 yılında aynı fakülteye araştırma görevlisi olarak girdi. Yönetim ve Organizasyon alanında yüksek lisans yaptı. İki yıl doktora programı açılmasını bekledi. 1990'da doktor, 1995'te doçent, 2001 yılında profesör oldu. 2003 yılında Kocaeli Üniversitesine geçti ve orada yedi yıl çalıştı.

1994-2013 yılları arasında kamu ve özel sektör kuruluşlarına danışmanlık hizmetlerinde bulundu. Çok sayıda işletmenin reorganizasyonunu gerçekleştirdi ve stratejik planını yaptı. Aile işletmelerine ortaklık bilinci ve yapısı hususunda hizmet verdi, aile anayasaları hazırladı.

Kocaeli Üniversitesinin stratejik planlama çalışmalarında bulundu. Bologna Eşgüdüm Komisyonunda yer aldı.

2010 yılında emekli oldu ve İstanbul Ticaret Üniversitesinde çalışmaya başladı. Bölüm başkanlığı ve dekanlık görevlerinde bulundu. İstanbul Ticaret Üniversitesinin 2012-2017 Stratejik Planı'nı hazırlama kuruluna başkanlık etti.

31 Aralık 2012 de Sermaye Piyasası Kurulu'na Üye olarak atandı. 10 Şubat 2015 tarihine kadar Sermaye Piyasası Kurulu üyesi ve Başkan vekili olarak görev yaptı.

1 Mayıs 2015 tarihinde Merkez Bankası Meclis Üyesi olarak göreve başladı. Halen bu görevini sürdürmektedir.

Nurullah Genç Kitapları

1 İşletme, Yönetim, Organizasyon; Başarı Bedel İster, Timaş Yayınları,

2 İşletme Ahlâkı, Karizma Yayınları, (Ortak Kitap)

3 Örgüt İkliminin Gücü, Aşkale Çimento Fabrikasında Uygulama, Karizma

Yayınları, (Ortak Kitap)

4 Zirveye Götüren Yol: Yönetim, Timaş Yayınları

5 Yönetim El Kitabı, Birey Yayıncılık, (Ortak Kitap)

6 İş Ahlâkı ve Sosyal Sorumluluk, Karizma Yayınları

7 Yönetim ve Organizasyon; Çağdaş Sistemler ve Yaklaşımlar , Seçkin

Yayıncılık

8 Kalite Liderliği, Timaş Yayınları, (Ortak Kitap)

9 Ortaklık Kültürü, Müsiad Yayınları

10 Meslek Yüksek Okulları İçin Yönetim ve Organizasyon; Seçkin

Yayıncılık, 2008

Nurullah Genç en iyi şiirleri

Nurullah Genç yağmur şiiri:

Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur

Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından

Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur

Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından

Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat

En müstesna doğuşa hamiledir kainat.

Yıllardır bozbulanık suları yudumladım,

Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları,

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım.

Hasretin alev alev içime bir an düştü,

Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü,

Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde,

Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü.

İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin,

Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla,

Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin,

Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla,

Evlerin arasına dikilir yeşil bayrak,

Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak.

Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım,

Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı,

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım.

Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü,

Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü,

Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe,

Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü.

Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden,

Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına,

Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden,

Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına,

Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin,

Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin.

Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım,

Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış mazide,

Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım.

Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü,

Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü,

Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin,

En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü.

Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan,

Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar,

Mutluluk nağmeleri işitirler Hıradan,

Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar,

Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri,

Paramparça, ateşler şahının hayalleri.

Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım,

O mücella çehreni izleseydim ebedi,

Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım.

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü,

Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü,

Katil sinekler deldi hicabın perdesini,

İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü.

Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında,

Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin,

Ebedi aşka giden esrarlı yollarında,

Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin,

Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü,

On asırlık ocağın savururdum külünü.

Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım,

Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak,

Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım.

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü,

Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü,

Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara,

Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü.

Badiye yaylasında koklasaydım izini,

Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar,

Seninle yıkasaydım acılar dehlizini,

Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihar.

Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya,

Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya.

Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım,

Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu,

Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım.

Haritanın en beyaz noktasına kan düştü,

Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü,

Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi,

Hakların temeline sanki bir volkan düştü.

Firakınla kavrulur çölde kum taneleri,

Ahuların içinde sevdan akkor gibidir,

Erdemin, bereketin doldurur haneleri,

Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir,

Şemsiyesi altında yürürsün bulutların,

Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların.

Devlerin esrarını aynalara sorsaydım,

Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler,

Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım.

Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü,

İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü,

Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer,

Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü.

Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini,

Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir,

Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini,

Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir,

Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından,

Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından.

Madeni arzuların ardında seyre daldım,

Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini,

Senin için görülen bir düş de ben olsaydım.

Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü,

Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü,

Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali,

Hazindir ki; dertleri aşmaya umman düştü.

Ay gibisin, güneşler parlıyor gözlerinde

Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay

Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde

Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray

Tohumlar ve iklimler senindir, mevsim senin

Mekanın fırçasında solmayan resim senin.

Yağmur, bir gün elini ellerimde bulsaydım,

Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme

Senin visalinle bir gülmüş te ben olsaydım.

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü,

Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü,

İniltiler geliyor doğudan ve batıdan,

Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü.

Islaklığı sanadır ahımın, efganımın,

İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler,

Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın,

Nazarın ok misali karanlıkları deler.

Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin,

Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin.

Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım,

Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar,

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım.

Yağmur, ayrılığıma seninle derman düştü,

Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü,

Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün,

Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü.

Nefesinle yeniden çizilecek desenler,

Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek,

Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler,

Anneler çocuklara hep seni içirecek,

Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin,

Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin.

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım,

Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın,

Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım.

Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü,

Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü,

Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın,

İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü.

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım,

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım,

Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım,

Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım,

Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım,

Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım,

Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım,

Senin için görülen bir düş de ben olsaydım,

Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım,

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım,

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım,

Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın,

Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım...

Nurullah Genç Rüveyda Şiiri

fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına

bir güvercin uçurup kıtalar arasından

çağırdın beni

geçerek birer birer sürgün kanyonlarını

derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına

yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı

yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı

yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana

koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına

adını söylemek istemiyorum

her hecesi amansız bir kor dudaklarımda

her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım

zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım

adını söylemek istemiyorum

rüveyda dediğim zaman

anla ki, senin için yürüyor kelimeler

çığlığımın atardamarlarından

hangi yıldızdır bilmem, gözlerin

kayar da üzerime rüveyda

önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime

sonra açılır önümde ıstırab vadileri

silik renkleriyle adımlarıma

çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir

hayalin bittiği menfeze doğru

alaca bir at koşar içimde

zamansız, mekansız nefese doğru

uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair

yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda

oysa rüveyda

baştanbaşa ben

kevser akan, gül kokan bir kalbin filiziyim.

kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden

bir anlatsam nasıl utandığımı

bir doğrulsam eğildiğim yerlerden

ağarır tanyeri nilüferlerin

alaca bir at koşar içimde

ezer toynakları ile anılarımı

sular köpürmemeliydi rüveyda

kırılmamalıydı ıslak dalları hasret selvilerinin

ben zehire alışkınım, şerbete değil

rüyalar hefret eder avare duruşumdan

kabuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde

sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber

ben her gece bir Mehdi türküsüyle çilekeş

yargılamak için zeval kayıtlarını

inkılab bekliyorum

hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin

uzanır da gönlüme rüveyda

derinden bir ok saplanır bağrıma

beynimi çağıran bir sese doğru

alaca bir at koşar içimde

zamansız, mekansız nefese doğru

varlığın cinayettir memleketimde işlenen

akıtır kanını en asil pehlivanların

yokluğun sükunettir kuşatır evrenimi

varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın

artık eskisi gibi bakamıyorsun

göklerinde bir belkıs otururdu rüveyda

binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin

güneş bir anne gibi dururdu başucunda

artık dokunamıyor kakülün bulutlara

karalara bürünmüş saçlarında dolunay

ben bu kadar zulme layık mıyım rüveyda

hangi ressamı vurur bilmem, endamın

sarar da benliğimi

ben beni tanımam kaldırımlarda

kafesleri yutan kafese doğru

alaca bir at koşar içimde

zamansız, mekansız nefese doğru

kırmızı bir kurdela bağlayarak alnına

duydun mu orkideye dua eden birini

bu ısmarlama yüzler yok mu rüveyda

bu yapmacık bebekler

gözyaşı akıtırken gülenler yok mu

beni kahrediyor geceler boyu

hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün

soluk bir dünyanın mezarlarına

gömerek gurbetimi

kapadı karanlığa Yesrip, kapılarını

meydan okuyuşun çağın ordularına

bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır

doruklardan öte hevese doğru

alaca bir at koşar içimde

zamansız, mekansız nefese doğru

yasını tutuyorum kararttığım düşlerin

yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda

amansız bir ütopya üfleyen pencereler

lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi

önümde, haksızlığın hesaba çekildiği

hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer

arkamda, kare kare ömrümü belirleyen

hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler

söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını

yeniden bir nil olup taşar mıyım çöllere

kim giydirir başıma tacını nihayetin

kim takar bileğime hürriyet künyesini

karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle

rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı

ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı

asırlardır köhne barınaklarda

küflenen, çürüyen çığlıklarımı

at vuruldu; içim paramparça rüveyda

gölgelerin ardına sakladım kusurumu

sen orda kayıtsızca gülümsüyor gibisin

ben burda damla damla eriyip akıyorum

yine de, çiğnetemem kimseye gururumu

istenmediğim yeri sessizce terkederim

hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu

mahzun bir derviş gibi boyun büker, giderim