Konuyu anlamak için bilmemiz gerekenler şunlardır:
1. İbadetlerde ve akaidde zamanla değişme olmaz. Bu sebeple bu konularda içtihat da olmaz. bunları Şari nasıl anlatmışsa öyle uygulanırlar. Yani bu iki konu dinin sabitelerindendirler.
2.Dinin sabitesi olan konulardan birinde sahabe-i kiram efendilerimiz ve onları izleyen ana damar bir anlayışa sahip olmuş ve bunun üzerinde ittifak etmişlerse, o konu sonradan başka türlü anlaşılamaz. Bu hem aklen hem de dinen böyledir.
3. Ramazan orucunun kasten bozulması halinde kefaret gerekeceği konusunda bütün mezhepler ittifak etmişlerdir. Yani kefaretin gerekeceği konusunda icma vardır. Ayrıldıkları nokta, neyin kefareti gerektireceği, neyin gerektirmeyeceği meselesidir.
Kur'ân ı Kerimde ibadetlerin bütün teferruatlarından söz edilmediği gibi, orucun kefaretinden de söz edilmez. Sadece yolcunun ve hastanın tutamadıkları oruçlarını sonradan kaza edecekleri söylenir. Bu söz edilmeyişin sebebi elbette işin esasını zikredip, uygulamasını Hz. Peygamber'e bırakmak ve Kuranı kerimin çok uzun olmamasını sağlamaktır. Ama bir sebebi de muhtemelen, normal bir müminin oruca karşı bilerek ve kasten saygısızlık etmeyeceğine işaret etmek olabilir.
Şu halde orucun kefaretinin delili sünnettir:
Bir gün birisi gelip, “Ya Rasulellah mahvoldum! Hanımımla oruçlu oruçlu birlikte olduk!” deyince Efendimiz ona kefaret olarak bir köle azat etmesini söylemiş, imkânım yok deyince de, iki ay peş peşe oruç tutmasını emretmiştir… (Buhari, Müslim. Bu hadis müttefakun aleyh'tir, yani en sahih hadislerdendir). Kefaretin gerekeceği konusunda bütün mezhep görüşleri bu olaya dayanır.
Hanefiler ve Malikîler bundan şunu çıkarırlar: Demek ki bile bile orucu bozmanın cezası bu sayılanlardır.
Şafiîler ise kefareti sadece bu sebebe bağlarlar ve sadece bilerek yapılan cinsel ilişkinin kefareti gerektireceğini, yeme içmenin gerektirmeyeceğini söylerler.
Meselenin üzerinde düşünülünce Hanefî ve Malikîlerin haklı oldukları anlaşılır. Çünkü normal bir akıl, adı edilen olayda kefareti gerektiren şeyin, cinsel ilişki değil, oruca saygısızlık olduğunu anlar.
Kaldı ki Hanefî ve Malikîlerin çok sağlam olmasa da başka deliller de zikrederler: “Bir adam gelip, Ya Rasulellah, oruçlu iken su içtim, ne yapmalıyım? Diye sorunca Hz Peygamber: Bunu yolcu ve hasta değilken mi yaptın? Diye sordu. Adam, evet dedi. O halde bir köle azad et buyurdular”. Bir başka hadisi şeriflerinde ise:“Ramazanda orucunu bozana, zıhar yapana gereken gerekir”. Buyurmuşlardır. Yani kefaret tutar demektir. (Zeyla'î, Nasbu'r-râye, II, 449, Bu ikinci hadis garibdir, bir öncekini ise Şafiiler delil olmaya elverişli görmezler)
Ancak birisi çıkıp, ben İmam Şafiî'nin görüşüyle amel edeceğim diyebilir ve bunu heva ve hevesine uyarak söylemiyorsa bunda bir sakınca da olmayabilir. Ama orucun kefareti Kur'an ı Kerimde zikredilmiyor, öyleyse yoktur demek, Kurânı da, sünneti de Hz. Peygamberi de hakkıyla tanımamak demek olur. Neden böyle olacağının izahı başka bir sadette yapılmalıdır.