Türk şiirinin önde gelen şairi Prof Dr. Uçar'ın işte son şiirleri;
Ne gözetir kendini ne görülmek arzular.."
Angelus Silesius. Merhum Sedat Umran çevirmiş...
“Üstünde Gül biten bir toprağın 'kil' tabakasına o gülün kokusu sinmiş, ve o kilde dahi bir gül kokusu peydâ olmuş”... Kil dermiş ki: “ben bir müddet gül ile komşu oldum/ bu gül kokusunu o gülden aldım” Gülistan, Şeyh Sa'dî-i Şîrâzî
GÜL
.
Ey Gönül, Gel! Gör! İbret al!
Bir avuç kilden topraktan gül biter...
Topraktan gül nasıl biter?
Tohum nasıl oluyor gül?
.
Tohm-u gül, güldür, gül açar,
Bu cansız 'kil özü'nden ne alır gül?
bir gül açmışsa eğer gâyesī var, cânı var
Gül mü asıl, Kil mi asıldır, ey dil?
.
Aslı, nesli, resm ü hüsn-ū ânı var
Kōkusū gül, rengi gül, bir gonce-î pinhânı var
Ey 'Sebeb'-î hilkat-î gül, 'Gâyet'-î vuslat nedir?
Şerh-i esrâr-ī rümûzdur hem nihânî bir sadâ!
.
Gül açar; ki sırr-ı beyânıdır:
Bir avuç “kil”ī...gül” eden O'dur!
.
Ey gönül gel kendözün bil
Gel kendine sefer et, bul!
Kendözünden kendine gel
Budur Yolculuk, budur Yol!
.
Dil de bir güldür: “Lem-yezel”
.
Her nesnede gizlidir ol
Evvel, Âhir, Bâtın, Zâhir
Ondan sever şeydâ gönül
Ondan biter mutalsam gül
.
Ondan mıdır ki güldür, gül?
gül değildir gönüldür gül
.
Ondan mıdır şeydâ gönül?
gül alır gül satar gönül
.
güldür solar tekrar biter
dalında bir bülbül öter
kokusu cânımda tüter
gönlümdeki bir güldür, gül
.
“Her gül-î gülzâr bûyî
nâfe-î “kaalû: belâ!” •
Her dem-î hoş-bû gül-î ter
taa ezelden merhabâ!
.
Sebebi nedir bu açan gülün?
niye yaprağı dökülür dalın?
nereden gelir kokusu gülün?
.
Gül kokar “açık sır” olur âşikâr ••
“Gül remz-i cemâl-î gül-i ruhsârı o yârin!”•••
Dil şâhid-i mazmûn olalī ol gül-i gülzâr
Gül olur açar...
Gül açar ki sırr ola âşikâr!...
Dipnot:
• şairin kendi divanındaki “fuzuli'nin gazeline taştîr” şiirinden alınmış bir mısra
•• açık sır (open secret) goethe'den muktebes varlığın ma'na ve mazmunu kitabında bir bahis
••• şairin kendi “tevhid kasidesi” nden alınma bir mısradır...
“Dixit Deus ad Mosen:
Ego sum qui sum.” (Tevrat, Exodus, 3:14)
YOL
"Ego sum qui sum!":
Ben, “Ben”im!
Dedi Allâh...
Tûr-u Sînâ'da Mûsâ'ya.
Nosce te ipsum :
kendini tanı sen!
Ve "Gnothi sauton!”:
Kendini bil!
Yazarmış Delphi Mabedi'nde...
“In culpa est animus qui se
non effugit unquam! “ :
(That mind is at fault which
never escapes itself)
Demiş, erenler de ‘vaktin dem'inde;
.
“Hatâ eder o nefis ki /
hiç kaçamaz kendinden! “
.
“Şol seni seven kişi...”
“Sen sende iken menzîl,
Alınmaz” demiş; çünki
.
Nefse aldanan kişi
düşvâr olur her işi
bilmez gerçeği, düşü
zihnindeki teşvîşi
bile yürür ol kişi
.
Düşte yürür çün ...yol bilmez
ol menzil alabilmez
.
Kendini “bile-bilmez”
.
aşamazsa özünü
kendinden mahrum kalır
Söyleyemez sözünü
.
Kendinden mahrûm kalan
Terkedemez kendini!
.
Yol almaz...yolda kalır
.
Yol içre bir yol olmak
bir şahrâh açmak gerek
Nefsi tanımak içün
kişi özünü aşmak gerek
“Hatâ içre o akıl ki
Hiç aşamaz kendini”
Kendinden mahrûm olan
Terkedemez kendini
.
Kervân yürür...yol kalır
“Yolcu”...yolunda...”Yol” olur.
Ney Dem Tutuyor…
mef'ûlü, mefâîlü, feûlün
.
“Her çend neyem lâyık-ı bahşâyiş-i tü” *
(her ne kadar sizin iltifatınıza layık değilsem de...)
Ney Dem Tutuyor…
.
Ney dem tutuyor!… Dem be dem âlem
‘Bir şâm-ı garîbâne dönerken
Şâir, yine serhoş yine pür-gam
Gel şimdi hazân vaktidir ömrün
Kan sızdırarak sanki ufuktan
Kan doldu gönül kâsesi, söyle!
Ey dil hani ney? Dem sesi nerde?
Dem-beste gönül bestelerinde
Ney dembedem âh etse de… Kim
Anlar, kim okur şarkını bilmem
Hayfâ ki gönül derdini söyler:
Men haste-dil-î bestenigârem…
Şerhetme dili… görme neler var!
Hâmûş ola ol şûh-i nevâkâr
Hâmûş!… ki ney dem tutuyor dem
Ağlarsa gönül tanbûrum ağlar
Bir nağme ki her dem değişir aşk
Men dem be dem-i mest-i müdâmem
Ey şimdi… dem â dem, ebedi gam
Dem şimdi… bu can çünkü bu demdir
Vay şimdi, ya men şimdi, kimem men?
Men dem be dem-î mest-i müdâmem
Vaktâ ki biter şarkısı ömrün
Ey şâm-ı hazân… an be ân ey dem
Ney dem be dem-i şâh-ı elemdir
Men dem be dem-i bestenigârem
Kalbim demidir, ney sesidir bu
Aşkın o karanlık yüzüdür bu
Tanbûr ile neyler bana söyler
Ney dem tutuyor, dem tutuyor ney
“Dâîre semâî tutarak,” der:
“Her gül-i gülzâr bûyî, nâfe-î ‘kaalû: belâ”**
Ney dem be dem-i şâh-ı elemdir
Men dem be dem-i bestenigârem
Kan şimdi, elem şimdi, dem â dem
Kan doldu gönül kâsesi, söyle!
Hayfâ ki gönül gamlı bir akşam
Vaktinde gelen gam üstüne gam
Hem dem be dem, âlem bu elemdir
“Sahrâlara saldın beni…”* yâ Hû
Ney kan döküyor kan döküyor kan
Kan doldu gönül kâsesi, söyle!
Bir ân-ı tahattur mu bu âlem?
Ey dil sana mâtem tutuyor Sûr
Ney dem tutuyor dem tutuyor dem
Kanlar döküyor ufkuma mâhûr
Men dem be dem-i bestenigârem
Ney zemzeme, hem-dem: dem-i tanbûr…
Ney dem tutuyor…
Bir ân-ı tahattur imiş âlem.
* Hz. Mevlânâ: Beyâtî Âyîn'den. her ne kadar sizin iltifatınıza layık değilsem de...
**”Her gül-i gülzâr bûyî nâfe-î kaalû: belâ”
mısrâı, şâirin kendi Dîvân'ından iktibas edilmiştir.
* “Sahrâlara saldın beni” Dede Efendi'nin bir
Hicaz bestesinden
KELÂM
I
İşte sabah yıldızı! işte bitiyor gece
-Uyandırdı dağları – şafağın parmakları-
Ey karanlık gönlümü kavrayan el gizlice-
Seninle doğar Kelâm ve seninle her hece-
Şiir olur akıtır şaraptan ırmakları-
Sularsın gönülleri, o susuz toprakları-
Yağmur olur çilersin toprağa ince ince…
Altın rengi filizler getirir ilk baharı,
Bir mevsimlik çiçekler solup döner yaprağa,
Ve sonunda boş kalır ağaçların dalları
Sessizce akar zaman çürütür her meyveyi…
Kalk, çalış! çünki bu ân, gül yaprağından ince
Şafak sona ermeden söyle bitir herşeyi,
Şâir! geçen zamanı yoğur alın terinle
Şiir bahçelerinden gül devşir ellerinle:
II
O destan çağlarından, vahşî orman sesinden,
O kayıp cennetlerin altın pınarlarından,
Dağdan dağa seslenen gür çoban nefesinden-
Doğma bir şiir: Âdem… Âdemin hikayesi,
‘Altın Çağ'ın destanı ile başlasa bile,
Âdem zavallı şimdi- çünki kısıldı sesi…
Tanrıya baş kaldıran o Âdem nerde şimdi?
Hani kayıp cennetin o mutlu hür -insanı?
Hani Tuba Ağacı, hani Kelâm Sahibi?
III
İlk “iğvâ” Kelâm idi:
Âdem ejderi görünce,
Allı pullu, süslü, ince;
“- Sen başkasın!” demişti, “Cennetdeki herşeyden”
Ejder dile gelip birden
“-Öyle mi dersin?” dedi.
Şaşırdı Âdem büsbütün
“- Hey sen konuşuyorsun?”
dedi hayretler içinde,
“Tıpkı Tanrımız gibi…”
“- Sen de öyle!” dedi ejder, “Senin de Kelâm'ın var!”
Ve Kelâmdır aldatan, iğvâ eden Âdemi
Âdem o zaman bildi
Ki tıpkı Tanrı gibi
O da Kelâm Sâhibi'ydi
Heyhat! tabiat dilsiz
Herşey ondan farklıydı: Herşey ona yabancı-
Yalnız yaratmış hilkat Yalnız yaratmış Âdemi….
İlk “iğvâ” Kelâm idi.
IV
Âdem ne için var? “Kelâm” ne için?
Her ne ki olduysa Kelâm'dan oldu
Vaktâ ki yüce Allah diledi yaratmayı
“İlâhi Kelâm”ından “Kün!” emri geldi
Bir altın şafağı doğurdu gece.
Ve zulmetden nûr'a geçerken zaman
Yokluktan bu Varlık doğmadan önce
Âlemi yaratan yüce Tanrı'dan
Tanrı'dan almıştı Kelâmı Âdem.
“Öğretdi Âdem'e bütün esmâ'yı.”
Bütün isimleri alıp Tanrı'dan
Varlığa, bilgiye, “söz”e, herşeye
Bir isim takarak koydu “Yasa”yı
Kelâm ile geldi “Kötü ve İyi”.
Heyhat, güneş batınca, ne kalır ki geriye?
İşte bütün mesele:
Âdem: Kelâm Sâhibi-
Kendini Tanrı gibi
Görüyordu kendince.
Tanrı'ya benzese bile
Yalnızca “ism”i bildi
Bilmedi “müsemmâ”yı”
Öğretmemiş olsaydı keşke Bilgi Ağacı
Karanlığın yüreğine gizlice
Öğrenmezdi belki de Havva'da utanmayı..
V
Bilgi Ağacının yasak meyvası-
“-O yasak meyvayı yersen – bilgili olacaksın,”
“Tanrı gibi olacaksın,” diyordu Ejder,
“-İyi ve Kötüyü meyvalarından-
“Tanıyacaksın!”
Önce Havva tattı yasak meyvayı, sonra da Âdem
İnsan çıplak dolaşamazdı-
Öğrendiler utanmayı Havva ve Âdem
Herşey onlara yabancı ve onlar insân idi
Ve buyruk odur, ki:
“-Saklasın o meyvayı – Toprağa gömsün Âdem
Olsun Toprak Sahibi! toprağın verdiğini,
Artık ‘Alın Teri'yle toplasın, yesin Âdem,”
O toprağın kölesi
Cennetini kaybetti!