Yazar Bıyıklı'nın “Tuğrul Efendi'nin ardından” başlıklı yazısından önemli bir bölüm;
Tasavvuf Musikisinin günümüze taşınmasında tekke kültürünün usulünün bütün incelikleriyle devam ettirilmesinde unutulan esasların yeniden hayat bulmasında unutturulan görgünün tekrar tesis edilmesinde kaybettiğimiz edebin hatırlatılmasında muhteşem bir rehberlik yaptı.
Nakilciliği ilim adamlığı zannedenlerin aksine akleden meselelere yeni yorumlar getiren sufi bir mütefekkirdi.
Kitaplarda bulamayacağımız muazzam bir müktesebata sahipti.
Son kitap şahsiyetlerdendi. Her daim kitabın ortasında konuştu. Konuları kitabına uydurmadı kitaba uymayanlara hakikati gösterdi.
Hayattayken sohbetlerinin kitaplaştırılması çok büyük hizmet oldu. Kitaplaşamayan sohbetlerinin de vakit kaybetmeden hazırlanması kültür dünyamıza kazandırılması büyük hizmet olacaktır.
Allah dostlarının feyzinin vefatlarından sonra da kesintisiz devam edeceğine inananlardanız.
Her sohbetini dinlediğimizde ya da okuduğumuzda o bizi yine uçsuz bucaksız kutlu bir yolculuğa çıkaracak elimizden tutup bilmediklerimizi bildirecek görmediklerimizi gösterecektir.
Ölmeden ölerek ölümü öldürenlerin sözleri de eserleri de ölümsüz olur. Rabbimizi nasibimizi artırsın.
Tuğrul Efendi hayattayken sohbet halkasını geniş tuttu. Tekkeye hiç gitme imkânı bulmayan çok sayıda kişiye de gönlünü açtı.
İçinden çıktığı geleneğe bir açılım kazandırarak sözünün insanlığa ulaşması noktasında iletişim araçlarının imkânlarını kullandı.
Böylelikle yeryüzünün her yerine mesajını iletmeyi başardı. Kalbi güzelliğe açık olan herkes bu konuşmalardan nasiplendi. Öyle ki dine ve dindarlara mesafeli kesimler bile Efendiyi dinlemekten kendilerini almadıklarını söylediler.
Sohbet geleneğimizi her zaman diri tuttu.
Engin birikimi muhteşem Türkçesi ve tok sesiyle dinleyenleri kendisine hayran bıraktı.
Musikiye edebiyata tarihe coğrafyaya ve daha birçok alana olan vukufiyetini görenlerin hayran olmaması zaten mümkün değildi.
Soğutmayan ısındıran nefret ettirmeyen sevdiren bir dil kullandı. Kimseyi ötekileştirmedi ayrıştırmadı.
Bununla birlikte en hassas meseleleri bile hakikatine uygun söylemekten çekinmedi.
Hangi kanalın kamerasına konuştuğuna bakmadı konjonktürün ne buyurduğuna aldırmadı. Hakikatin hatırını hiçbir yerde incitmedi.
Bazı ham fikirlilerin zaman zaman saldırılarına maruz kalsa da hiçbirine eyvallah etmedi.
Zaten bir kere hakkıyla eyvallah diyenin hiç kimseye eyvallahı olmaz.
Uyarıcılık görevini son nefesine kadar sürdürdü.
İlerlemiş yaşına rağmen şehirden şehre ülkeden ülkeye koştu.
Vazifeli kulların mesuliyet duygusunu sıradan insanların anlaması ve anlamlandırması mümkün değil.
Sonunda ne rütbe de ne de mal beklentisi olmadan koşan adanmışları sadece adanmışlık duygusundan nasiplenenler anlayabilir.
Efendinin sadece medeniyet coğrafyamıza yönelik yaptığı hizmetlere baktığımızda bile kaybettiğimiz değerin ufkunu anlamış oluruz.
Özellikle balkanlarda tekkelerin yeniden ihyası noktasındaki gayretleri üstadın derdinin büyüklüğünü bize açık bir şekilde gösterdi. “Tuğrul Efendi bir medeniyet nöbetçisi gibi yaşadı”
Burada tekkelerin restorasyonundan daha ötesi dejenere olan tekke usulünün ve edebinin restorasyonuna daha çok önem vermesi de postnişinlerin yetiştirilmesi hususundaki titizliği de altı çizilmesi gereken bir husus.
Tuğrul Efendi bir medeniyet nöbetçisi gibi yaşadı. Kaybettiğimiz toprakların kıymetini anlamamızı sağlayan öncülerden biri oldu.
Balkanlarda selefiler eliyle yıkılmaya çalışılan değerlerin ancak tasavvuf aracılığıyla muhafaza edilebileceğini iyi bilenlerdendi.
Bu manada efendinin yeni tekkeler kurup yine o bölgeden ehil kişileri irşatla vazifelendirilmesi de Balkanların geleceği açısından büyük önem taşıyor.
İslami camianın önde gelen birçok ismine mikrofon uzatılsa Balkanlara dair kuracağı cümle sınırlıdır.
Oysaki Tuğrul Efendi kendisiyle yapılan röportajlarda Rumeli'ye dair bilgi birikimi hayranlık uyandıracak derecede olduğunu gördük. O konuşmaları defalarca dinlememe rağmen doyamadım desem abartmış olmam.
Kendi dergâhına kendi camiasına sıkışıp kalmış isimlerden değildi merhum
Herkesin yanıp kavrulduğu bu yakıcı çağda Osmanlı çeşmesi gibi her gelenin içip kanacağı duru bir kaynak oldu.
İnsan eğitimi zor bir sanattır. Her âdem bir âlemdir. Farklı âlemlerdeki farklı fıtrattaki insanların gönüllerine girmek onları terbiye etmek ustalık işidir.
Dünyanın dört bir yanından gelen farklı ırklara mensup sayısız insanın istikametini düzeltmek de öyle her babayiğidin harcı değildir.
Mürşidi kâmiller insan ustaları oldukları için zoru başarmışlardır.
Şöhretin zirvesindeki bir sanatçıyı da alanında uzman bir akademisyeni de gündelik telaş içindeki bir işçiyi de üniversiteye yeni başlamış bir talebeyi de aynı titizlikle ilgilenmek ancak hakikat önderlerinin katlanabileceği uğraştır.
Karagümrük Tekkesi çok sayıda insanın İslam'la şereflenmesine vesile olmuştur.
Daralanlara bunalanlara huzur yaymış gönüllere şifa sunmuştur. Edeple gelenin lütufla döndüğü mübarek kapının Safer Efendi Muzaffer Efendi ve diğer büyükler dönemindeki manevi misyonunu Tuğrul Efendi hakkıyla devam ettirip emanete layık-ı veçhile sahip çıkmıştır.
İnşallah manevi evlatları tekkenin ışığını kıyamete kadar açık tutacaklardır. Ardından söyleyeceğimiz tek şey iyi bilirdik olur. İyi bilirdik çünkü iyilerdendi.
Kaynak: Haber7