Türk romanlarında "araba" kavramı da önemli bir yer tutuyor. Yazarların ele aldıkları konularda dönemi anlatmaları açısından "araba" hem bir toplumsal gelişmişlik göstergesi hem de kişisel açıdan toplumsal statü kazanmanın bir vasıtası konumunda.
Gelin isterseniz en tanınmış eserlerden bazılarında "araba" kavramı hangi açılardan ele alınmış ve sözkonusu dönemlerde hangi karakterlerin filizlenmesinde rol oynamış:
Erken dönem Türk romanlarında arabalar ve araba sahipliğinin genellikle zenginlik ve toplumsal statü göstergesi olarak okunduğu görülmektedir. Arabaların söz konusu gösterge niteliğini kazanmalarındaki etkenlerden biri gösterişçi
tüketim ve gösterişçi aylaklık bağlamındaki işlevleridir. Arabalar aynı zamanda toplumdaki sınıflar arasındaki ayrımın da bir sembolü olarak kullanılmakta ve bazı romanlarda birer baskı aracına dönüşmektedir.
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat'ta Ali Bey'in Üsküdar‟daki konağı anlatırken zenginlik ve büyüklüğü tasvir etmek adına konağın oda sayısı, döŞemeleri, bahçesinin geniŞliği ve hizmetçileri yanında “iki üç araba” ve “beş altı pek güzel at”
da sayılır...
İffet'te ise arabanın, Nermi Bey‟in aşık olduğu kadını ikna çabalarının bir parçası olduğu görülmektedir. Nermi Bey, İffet'in aklını çelmek için Raziye Hanım'ı göndermiŞtir; o da İffet'e zenginlik vadetmektedir...
İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi,Türk Edebiyatı Bölümü "Erken Dönem Türk Romanında Arabalar" konulu tez çalışmasında Fatih Aşan şu değerlendirmeyi yapıyor:
Arabaların zenginlik göstergesi niteliğine ilişkin Mai ve Siyah'taki (1897) Ahmet Cemil'in hayaline de değinilebilir. Ahmet Cemil'in zenginleşip basımevi sahibi olması hâlinde edinmek istediği üç maddi varlıktan biri de “küçük,
tek atlı bir araba. KardeŞi İkbal'in evliliğini düşünürken, arabanın Ahmet Cemil'in hayallerine bir kez daha sızdığı görülür..
Metres'in (1900) karakterlerinden Firûze ise servetinin halkın üzerinde uyandırdığı etkiden memnundur ve azalsa bile tükenmediğini göstermek için birkaç yola başvurur. Ahırın boşalmaması, kışın Beyoğlu'nda, yazın yalıda oturulması ve
hizmetçilerin işten çıkarılmaması gibi bu yollardan biri de arabalara ilişkindir..
Kırık Hayatlar'da (1901) laf arasında yapılan bir tespit dikkat çeker. Konu, mal mülk edinmek için evlenen kadınların servetten ne anladığıdır: “... onlar için bütün erkekler, araba tutacak, esvab yapacak, parmaklarının o sayılamaz yüzüklerine birer yüzük daha ilave edecek mahlûklardır”
Araba, Ahmet Midhat Efendi'nin Jön Türk'ünde (1910) anılan karakterlerden Feyzullah Efendi‟nin de başlıca harcama kalemlerindendir. Kendisi “beş altı sene zarfında şu sakin olduğu konağı mubayaa ve tamir için dört bin liradan ziyade para sarfettikten maada mefruşat ve tezyinat-ı beytiyeye ve atlara, arabalara onun birkaç
mislini daha sarfetmiştir”
Kiralık Konak'a (1922) gelindiğinde arabanın da bir parçasını oluşturduğu üçlü zenginlik formülüyle tekrar karşılaşılır. Burada da araba zenginliğin ayrılmaz bir parçasıdır ve zenginlikle beraber gider. Naim Efendi'nin fakirleşmesi üzerine yalı kiraya verilir, sonra atlar satılıp hususi araba kullanmaktan vazgeçilir, hizmetçilerin
bir kısmı savılır ve birinin de maaşı verilemez...
Peyami Safa'nın Cânân'ına (1925) ismini veren karakter için de araba sahipliği hâlâ zenginliğin bir uzantısıdır. Lâmi ile evliliğinin bir fedakarlık olduğunu söyleyen Cânân, feda ettiği şeyler arasında araba sahipliğini de sayar: “... ben zengin adamlarla evlenebilirdim, ben konaklarda, şatolarda yaşayabilirdim, ben böyle miskin, üç odalı, üç kişilik bir evde oturmaya mahkûm olmazdım, ben arabadan, otomobilden inmezdim, ben hergün mücevherler içinde, altınlar, gümüşler içinde yüzerdim” ...
Arabanın belirli bir toplumsal sınıfa aidiyetin uzantısı olarak düşünüldüğü örneklerden biri Mürebbiye'de (1889) bulunabilir. Yalıya gelen damadın “adam olma” sürecindeki aşamalardan biri de araba sahipliğidir. Sınıf atlamak, araba sahibi olma ediminde somutlaşmaktadır: “Ya o damat olacak yosma? Bu yalıya kurna başı soygunu gibi çırılçıplak geldi. Samuru başka, elması başka, vaşağı bşka, kürklere, nimetlere gark oldu. Altına at, araba çekildi”
Araba Sevdası'nın (1898) Bihruz'u da toplumsal sınıfları arabalarla eşleştirenlerdendir. Bihruz ile Keşfî, Çamlıca'da Periveş‟in güzel bir landoya bindiğini görmüşlerdir. Keşfî kadını tanımaz ancak kendi semtinden olduğunu tahmin eder; bu tahmin dolayısıyla landoyu da oraya yakıştırdığı anlaşılmaktadır. Bihruz ise bu olasılığı kabul edemez: “Ne münasebet?.. Kadıköyü gibi burjuva kartiyede bu derece şık bir ekipaj bulunsun!.. Ne münasebet?.. Orada olanlar hep
malum”. İstanbul‟un semtlerini toplumun çeŞitli sınıflarıyla (asiller, burjuva ve esnaf takımı) eşleştiren Bihruz, şık bulduğu bu arabayı da üst sınıfa (dolayısıyla belirli semtlere) yakıştırmaktadır...