Yeni Şafak yazarı Prof. Dr. Öğün, kapitalizme kültürel yönden eleştiri getirdiği yazısında, kalkınmada öne çıkan mühendislik alanındaki ihmaller nedeniyle estetiğin de metalaştığını, Türkiye'de ise son yüzyıl içinde büyük bir estetik yıkım yaşandığını vurguladı.
Prof. Öğün'ün yazısından önemli bir bölüm:
KAPİTALİST KİTLE KÜLTÜRÜ VE MÜHENDİSLİK
Kapitalizm ince ayar hesaplamalara dayalı, somutluk ve gerçekçilik güden mühendislikler üzerine yükselir. Bu mühendislikler, merkantilist devirlerde şöyle veyâ böyle estetik ile berâber gelişti. Ama demokratize olduğu nispetlerde estetik ve mühendislik ilişkisi sorunlu hâle geldi. İşlevsellik, yararlılık baskın çıktı.
Kapitalizmin kitle kültürü üzerinden bir tüketim yapılanması geçirdiği daha ileri devirlerde ise alabildiğine yavanlaştı. Kuvvetli merkantilist geleneklere sâhip Evropa, mühendisliğinin işlevsellik ve pratik yararlılık ilkelerine göre düşünen Angloamerikan ve Pasifik mühendislikleri karşısında zorlanmasını da buna göre değerlendirebiliriz.
Meselâ estet derdini bırakmayan Fransız mühendisliğinin İngiliz mühendisliğinin bir kaç adım da olsa geri düşmesi bu sebeptendir. İşlevsel ve yararlılık ölçüleri her zaman sağlamlıkla birleşmediği için, Alman mühendisliği sağlamlılık avantajını kullanarak kendisine çıkış yolu buldu.
TÜRKİYE'DE KALKINMA, KÜLTÜR VE MÜHENDİSLİK
Siyâsal modernleşmemizin ilham kaynaklarının Kıt'a Avrupa'daki izdüşümleri araştırılmaya devâm edilsin; ben mühendisliğimizin başından beri Angloamerikan bir potada gelişmiş olduğunu düşünüyorum. Türk mühendisliği, olduğu kadar, estetik kaygıları hayâtın gereksiz fazlası olarak görüp tamâmen dışlayarak tamamen pratiklik ve işlevsellik temelinde gelişmiştir. Bu, çıplak mühendisliktir. Biz Türklerin gerçekçiliği ile de kesişir. Siyasetimizin de demokratikleşmesi, bu eksende gerçekleşmiştir. Kurucu modernist nesiller, kültürel mühendislik ile çıplak mühendisliğin bir sentezini başarmak istiyordu. Kalkınma ideolojimizin altında da bu yatıyordu. Lâkin bir hata yapıldı. Diğerine göre baskın tutup aşırılaştırdıkları kültürel mühendislik iddialarını yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. (Aslında bu aşırılaştırma, Ahmed Rıza'nın pozitivist formülünün, Abdullah Cevdet üzerinden aşırılaştırılması olarak görünür bana).
MÜHENDİSLİK-SİYASET İLİŞKİLERİ VE ESTETİK YIKIM
Çıplak (somut) mühendislik ise aşırılıkçı kültürel(toplumsal) mühendisliğin baskılaması altında gelişemedi. Tuhaf bir şekilde çıplak-somut mühendisliği, taşralı dindar âilelerin çocukları sırtlandı. Ama estetik onlarda yine dışlandı. (Kimse, kimseye faturasını yıkıp kendisini aklamaya kalkmadan, topyekûn kabûl etmeliyiz ki, maalesef son asır Türk târihi tam bir estetik yıkımın târihidir ). Ama somut mühendisliğe dinsel bir moral şırıngalandı. (Bu da Ahmed Rıza formülünün ters cihetten aşırılaştırılmasıydı). Siyasal kültürümüz de bunlardan nasiplendi. (Doğrusu, siyâset ve mühendislik arasındaki derin bağları Erbakan-Demirel paftalamalarının dışına çıkıp inceleyen çok az nitelikli çalışma yapılmış olmasına hayıflanıyor; eldekilerin de başlıkları dışında parlak olmadığını düşünüyorum). Postmodern telkinlerle hemhâl olmaya başladığımız devirlerin, mesela 1990'lar evvelinde anlatılan büyük siyâsal anlatıların kabalığı da mühendislik-siyâset etkileşiminin aşırılaştırmaları üzerinden ortaya çıkmıştır diyebiliriz.
"PARA-PARA İLİŞKİSİNE GEÇİLDİ, FİNANSÇILAR EKONOMİST ZANNEDİLİYOR"
Bir aşırılık olgusu olarak gelişen mühendislik târihimiz, 1980'lerden itibaren, kendisi bizâtihî estetik dünyaya ve estetlere yıkım getirmiş olan ve bizzat bir aşırılık fenomeni olan ekonomi düşüncesiyle birleşti. Ekonominin tarihe getirdiği aşırılık, her şeyi metâlaştırarak değişim değerinin konusu kılar. Estetik de metâlaşır. Estetik ancak metâlaştığı nispette ekonominin alâkasını çeker. Ekonomidir aslında külliyen değer târihini çarpıtan; etik/estetik, her nev'i değer yıkımını doğuran aşırılık. Bizde mühendislik-ekonomi ilişkisinin başat figürü tüm sevimliliğiyle de olsa Turgut Özal'dır. Unutmayalım ki aşırılık kendi içinde başlayıp biten bir olgu değildir. Aşırılıklar kendi kendisini keskinleştirir ve çoğaltır. Bir aşırılık olgusu olarak ekonomi kendisini aşırılaştırmaya devam ediyor. (Bu sürecin ayrıntıları başka bir yazıyı hak ediyor). Bunun en uç evresidir finans. Artık ekonomi denildiğinde anlaşılan sâdece o.. Finansçıları ekonomist zannetmek de bunun neticesi. Para-mal-para(1) ilişkisinden çıktık ve para-para(1) ilişkisine geçtik. İlkinde herşeyi değişim değerinin konusu haline getirmiş olan ekonominin, ahlâkta, siyasetteki değişim değeri tartışılabiliyordu. P-P(1) ilişkisinde bu mümkün değil.