Vahhabilik ameli olarak Hanbeli, itikadı olarak ise Selefi doktrinlerine bağlıdır. Selefiliğin büyük din adamı Ibn Teymiye'nin yorumlarından referans alır. dayanır. Bu dini akımda hakim görüş “Allah'tan başka ilah yoktur” dur. Bu nedenle dini adanmışlığın tek nesnesinin Allah olması gerektiğini söyler. Her ne olursa olsun, başka bir varlığı içeren herhangi bir tapınma davranışını şirk sayar. Pirlere duyulan hürmet, imamların şefaati, dini bayramların çoğunun kutlanması ve peygamberin sünneti şeklinde görülen tüm ibadetlerine karşıdır. Bu bakımdan Vahabiliğe İslami püritenizm de (dinin ilk saf haline dönme) denilebilir.
VAHHABİLİK NASIL ORTAYA ÇIKTI
Bugünkü Suudi Arabistan Devleti'nin kurucusu Muhammed Bin Suud ile o dönemin güçlü aşiretlerinden birinin reisi Muhammet İbn Abdulvahap'ın müttefikliği İslam dünyasında yeni bir hareketin kıvılcımlarının habercisiydi. Muhammet İbn Abdulvahab Suud ailesinin sağladığı siyasi destekle büyük ölçüde fikirlerini yaymaya başladı. Bu fikirlerin yayılmasıyla Suudlar, artık gerileme dönemine girmiş Osmanlı Devleti'nden koparak özerkliğe sahip olmak gibi ayrılıkçı fikirlerin çemberine girdiler. Böyle bir zamanda Abdülvehhab'ın fikirleri Osmanlı'ya isyan için uygun bir zemin hazırlamıştı. Zira bu fikirleri kabullenmek Osmanlı Devleti ve O'nun memurlarının “müşrik” olarak görülmesine neden olmuştur. böylece onlara itaatten vazgeçilmiş, isyan için itikadi sebepler ortaya çıkmaya başlamıştı.
OSMANLI'DA VAHHABİLİK HAREKETİ
Vahhabilik hareketinin Osmanlılar için önemli bir sorun durumuna gelmesi üzerine II. Mahmud, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'yı sorunu çözmekle görevlendirdi. Mehmet Ali Paşa, oğlu Tosun Paşa komutasındaki orduyla Mekke, Medine ve Taif'i Vahhabilerin elinden kurtardı (1812-1813). Daha sonra bizzat Emir Abdülaziz'in üzerine yürüdü. Emir Abdülaziz'in ölümü (1814) üzerine Vahhabiler ağır bir yenilgiye uğradı. Nihayet Mehmet Ali Paşa'nın kumandanı İbrahim Paşa, Abdülaziz'in yerine geçen oğlu Abdullah ve çocuklarını esir ederek İstanbul'a gönderdi. Bunların 1819 yılında İstanbul'da asılarak öldürülmeleri ile Vahhabilik hareketinin ilk dönemi kapanmış oldu.
Savaş sırasında kaçarak kurtulmayı başaran Suud hanedanından Türki bin Abdullah, Necd bölgesinde yeniden faaliyete girişerek 1821'den 1891'e kadar sürecek ikinci Vahhabi devletini kurmayı başardı. Daha sonraları bir takım çekişmeler olmuşsa da Suud hanedanından Abdülaziz bin Suud, Vahhabi devletini yeniden kurdu (1901). Hindistan İngiliz yönetiminin de desteğini sağlayan Abdülaziz bin Suud 26 Aralık 1916 tarihli anlaşma ile İngilizlerce Necd, Hasa, Katif, Cubeyl ve kendisine bağlı diğer bölgelerin hükümdarı olarak tanındı. Bu anlaşmaya göre Abdülaziz, bu yerleri kendisinden sonra miras yoluyla çocuklarına bırakacak ve kendisinin seçtiği veliaht da İngilizlere bağlı kalacaktı. Osmanlıların yenik düşmesiyle sonuçlanan I. Dünya Savaşı'nın arkasından Vahhabiler Hail, Taif, Mekke, Medine ve Cidde'yi de ele geçirdiler (1921-1926). Abdülaziz bin Suud, Necd ve Hicaz Kralı olarak kabul edildi (1926). 20 Mayıs 1927 tarihinde İngiltere ile yapılan Cidde anlaşmasının arkasından da tam bağımsızlığını ilan etti. Böylece Abdülaziz bin Suud, Suudi Arabistan Kralı olarak tüm Hicaz'ı egemenliği altına aldı. Bu devlet, Suudi Arabistan Krallığı adıyla varlığını sürdürmektedir.
VAHHABİLİKTE TEVHİD İNANCI
Vahhabiliğin din anlayışı, Muhammed bin Abdülvahhab'ın üzerinde önemle durduğu tevhid (Allah'ın birlenmesi) konusundaki yorumu çevresinde toplanır. Muhammed bin Abdülvahhab'a göre tevhid, kullukta Allah'ı bir tanımaktır. Tevhid kelimesini (Lâ ilâhe illallâh) söylemek Allah'tan başka tapınılan şeyleri tanıdıkça bir anlam taşımaz. Allah kalple, dille ve davranışlarla birlenmelidir. Bunlardan birisinin eksik olması durumunda kişi Müslüman olamaz. Tevhid üçe ayrılır. İlki, Allah'ı isim ve sıfatlarında birlemek (tevhid-i esma ve sıfat), ikincisi Allah'ı Rabb'lıkta birlemek (tevhid-i rububiyet), üçüncüsü de Allah'ı ilahlığında birlemektir (tevhid-i uluhiya). Allah'ı bu üç biçimde birleme, ancak amellerle mümkündür. Buna göre Kur'an ve Sünnetin dışında emir ve yasak tanımamak, İslâm Peygamberi'nin döneminde bulunmayan şeyleri ve tevessülü terk ederek Allah'ı birlemek gerekir. Bu tevhide ameli tevhid denir. Herhangi bir hüküm koyucu tanımak, Allah'tan başkasından yardım dilemek, Peygamberiçin bile olsa, Allah dışındaki bir varlık için kurban kesmek, adakta bulunmak kişiyi küfre düşürür, can ve mal dokunulmazlığını ortadan kaldırır.
VAHHABİLİĞİN ŞEFAATE VE TASAVVUFA YAKLAŞIMI
Bu tevhit anlayışının getirdiği önemli sonuçlar vardır. Bunlardan birisi, Peygamber'den şefaat talebinde bulunulamayacağıdır. Vahhabilik "Şefaat, Allah'a mahsus bir haktır." der ve bu nedenle Peygamber'den doğrudan şefaat talep etmeyi, onu Allah'a ortak tutmak olarak yorumlar. Buna gerekçe olarak Arap paganların da Allah'ı kabul ettikleri halde, melekleri, putları şefaatçi kabul ettikleri için müşrik olduklarını gösterirler. Bu açıdan vahhabilikte şefaat inancı gibi yaygın olan tevessül inancı da şirktir.
Tevessül inancı, daha çok mutasavvıflar arasında yaygındır. Bir takım şeyhlerin, velilerin hem hayatlarında, hem de öldükten sonra tasarruf sahibi olduklarına inanılmakta, onların himmetleri dilenmekte ve Allah'tan şefaat dilenmesi için aracı kılınmaktadırlar. Bu da açık bir şirktir. Çünkü Allah'ın yaratmada, yönetmede, tasarruf etmede, işleri düzenleme ve belirlemede ortağı yoktur.
VAHHABİLİĞİN BİDATLARA YAKLAŞIMI
Vahhabiliğin en önemli özelliklerinden birisi de bid'atlar karşısındaki tutumudur. Muhammed bin Abdülvahhab'a göre Kur'an ve Sünnet'te olmayan her şey bid'attır. Bir bid'at çıkaran dine küfretmiştir ve bid'atlar kesin suretle reddedilmelidir. Bid'atların çoğu insanları şirke düşürmektedir. Bunların başında mezarlar, türbeler ve bunların ziyaretleri gelir. ahhabiliğe göre mezarlarda yapılan ibadetler şirktir. Sevap umarak Peygamberin kabrini ziyaret bile şirke neden olabilir. Şirke neden olmamaları için, mezar ziyaretleri, türbe yapımı kesin olarak yasaklanmalıdır. Ölülere niyaz, tevessül, falcılara, müneccimlere inanmak, Peygamber'in anısını yüceltmek, Hırka-ı Şerif ve Sakal-ı Şerif ziyaretleri yapmak, Allah'tan başkasına ibadet etmek, şirk koşmaktır.
Mevlit toplantıları düzenlemek, bu toplantılarda mevlit okumak, sünnet ya da nafile namazlar kılmak yasaklanmalıdır. Göz değmemesi için nazar boncuğu takmak, muska takınmak, ağaç, tas vb. şeyleri kutsal saymak, bir hastalık ya da beladan kurtulmak, güzel görünmek vb. için boncuk, ip, hamayi gibi şeyler takınmak, sihir, büyü, yıldız falı gibi şeylere inanmak, iyi kişilere, velilere tazimde bulunmak, onlara dua etmek, onlardan yardım dilemek gibi şeyler de tamamıyla şirke neden olan bidatlardandır. Riya için namaz kılmak, iyi insan gibi görünerek çıkar sağlamak da şirktir. Cami ve mescitlerin süslenmesi, minare yapılması da terk edilmesi gereken bidatlardır