Serdar Turgut yazısında, "Nietzsche de Goethe gibi Endülüs Müslümanlarının yarattığı kültürden etkilenmiş ve tasavvufa özel bir sevgi duymuştur. Nietzsche'nin İslam'ın Hristiyanlığa üstün bir din olduğunu düşündüğü ve bunu ifade ettiği de biliniyor." ifadelerini kullandı.
İşte Serdar Turgut'un "Batı'yı İslam'a sevgi duyan söylemiyle de tanıyalım" başlığını taşıyan köşe yazısı;
"Bu yazılarımın ana amacı düşünüce sistemleri tarihinin derinliklerinde bilgi arkeolojisi yapmaktır. Bilginin peşinde yürürken önyargılarımdan tamamen arınıp öğreneceğim her yeni bilgiye hak ettiği değeri vermeyi de öğrendim sanıyorum.
İnsanın en iyi bildiği konularda yazması gerektiğini düşündüğümden bu köşede ağırlıkla Batı aleminin düşünürleri, sanatçıları ve fikir dünyası ile ilgili konulara giriliyor.
Süreç içinde Batı alemi hakkında bildiğimi sandığım konulardan bazılarını yanlış bildiğimi ve bazılarını da bugüne kadar hiç bilmediğimi de gördüm. Bunları görmek beni şaşırtıyor ama üzmüyor aksine yeni ve doğru bilgiyi ben düzgün alırsam bunu okuyucuyla da iyi paylaşabilirsem çalışmaların kamusal yarar aşaması da gerçekleşir diye düşünüyorum.
Düşünce sistemleri arkeolojisi çalışmalarımın doğrusu beni en çok şaşırtan yönlerinden bir tanesi bugün yazacağım konu oldu.
Yazının gideceği yönü baştan söyleyeyim de sonra yazının arka planını oluşturan bölüme geçerim.
Immanuel Kant, Friedrich Nietzsche, Johann Wolfgang von Goethe ve Rilke İslam dinine büyük sevgi ve saygıyla yaklaşan düşünürlermiş.
6 ay önce bu tür yazılarıma başlarken ele alacağım konular arasında din ve inanışların olmaması gerektiğini düşünüyordum. Çünkü dindar olmayan hem de inanışı olmayan bir insanın bu konuya özellikle girmemesi gerektiğini düşünmüştüm. Bunu hala daha düşünüyorum ama bilgi arkeolojisi yapma çalışmalarım beni bugün vardığım noktaya getirecekse benim de doğru bilgiyi göz ardı etmemem gerek diye düşünüyorum.
Adlarını verdiğim insanların hepsi de Batı'nın bilgiye, modern felsefeye ulaşmasında roller oynamış ve hepsi de parlak beyinleri olan yaratıcı insanlar. Bu insanların o dönemlerde İslam dinine sevgi ve saygıyla yaklaşmış olmaları Orta Doğu coğrafyasında yaşayan ve bu coğrafyada bir vaha gibi olan laik cumhuriyet içinde doğabildiği için şanslı insanlar olarak bizim için özellikle önemi olmalı.
İlk önce Kant, Nietzsche ve Goethe gibi isimlerin İslam'a sevgi ve saygıyla yaklaşmış olmaları bilgisinin benim açımdan ne ifade ettiğimi anlatmalıyım ve sonra da onların İslam'la ilişkileri hakkında birkaç laf da etmeliyim.
21'inci yüzyıl İslam'la ilgili söylemler açısından son derece kötü bir yüzyıl oldu. 11 Eylül 2001 saldırısının İslam adına hareket ettiğini söyleyenlerce üstlenilmesi ve sonrasında yaşanılanlar Batı aleminde İslam karşıtı söylemin güçlenmesine ve buna tepki olarak İslam aleminde de Batı düşmanlığının körüklenmesi yaşandı.
Saldırıya İslam adına hareket ettiğini söyleyen bir terör örgütü tarafından sahip çıkılması ve bunun da yine İslam adına olduğunu söyleyen bazı siyasi akımların da destek vermesi nedeniyle Batı aleminde İslam'ın gerçeğinin bilinmemesi ve onun sadece bir terör ile eşleştirme yapılarak düşünülmesi sonucunu maalesef doğurdu.
Batı aleminde bunu kötü niyetle, bilinçli yapanların olduğunu gayet iyi biliyorum tabii ki ama konu gerçeği görmekse tüm gerçeği görmeliyiz. Orta Doğu coğrafyasında da bütün bu kötü niyetli yorumları haklı çıkaracak tavırlı insanlar da bolca oldu.
Batı düşünce tarihinde İslam'ı kötüleyen bir yön daima olmuştur ama o dönemlerinin bile bazı büyük beyinlerinin İslam'ı sevgiyle kucaklayan ve dürüst yorum yapan bir yanı da vardır Batı düşünce sisteminde. bugün Doğu da ve İslam aleminde Batı'yı tek yorumuyla görüp ve kendisine buradan Batı düşmanlığı çıkaran bir ağırlıklı yön de var. Bu Batı düşmanı tavır Türkiye'de de yoğun.
Ancak Batı düşünce sisteminin tarihi hakkında bugün yazacağım türde bilgiler de yaygın bilinip tartışılırsa insanımızın Batı alemi hakkında daha soğukkanlı, daha makul tavırlara girebileceğine eminim.
‘Batı ve Doğu Divanı' hakkında bir çalışmasının olduğunu zaten bilmeme rağmen Goethe'nin ‘Genç Werther'in Acıları' çalışmasını yazım için incelerken düşünürün İslam alemi ile fikirlerini tesadüfen gördüm.
O konuyla ilgili ‘Kur'an-ı Kerim Aşığı Goethe' başlıklı yazımda (6 Aralık) şöyle anlatmıştım: "Bir gün hocası usta felsefeci Herder ile sohbet ederken Goethe hocasına ‘Öyle güzel ve hikmetli konuşuyorsunuz ki bunun kaynağını merak ediyorum' dedi. Herder bunun nedeninin kendisinin Kur'an'ı okumuş olmasından kaynaklandığını söyledi. ve Goethe'ye de onu okumasını tavsiye etti. Herder Goethe'nin özelikle George Sale'nin 1734'de neşredilen tercümesini okumasını istemişti. Herder'in de bunu Kant ile sohbetlerinde öğrendiği de söyleniyor."
Goethe'nin bunun üzerine Kur'an-ı Kerim'in Almanca tercümesini okuduğu ve kullanılan edebi diline aşık olduğu ve İslam dinine de büyük saygı duymaya başlığı biliniyor.
Immanuel Kant ile ilgili bilinç altımda derin bir yara var. ABD'de üniversite yıllarımda Kant üzerine özellikle bir ders alma ve onun bütün kitaplarını profesör destekli okumama rağmen Kant'ı bir türlü tam anlayamamam benim bilinçaltımdaki acı bir yaradır.
Bu yüzden Herder'in Goethe'ye kendisine Kur'an sevgisinin Kant tarafından söylenmiş olması beni yaralı bilinçaltımla birlikte tabii ki harekete geçirdi.
Immanuel Kant da İslam hakkında gayet bilgili ve İslam'ı seven bir düşünürmüş. Hatta onun doktora diplomasının üstünde kendi eliyle yazmış olduğu bir besmele bulunduğu görüşü konuşuluyor. Bu konunun bizdeki dindar düşünürleri heyecanlandırmış olmasını da çok normal karşılamakla birlikte o besmele yazısının Kant'ın doktora diplomasisinde mi yoksa onun doktora savunması davetiyesinin mi üzerinde olduğu net değildir. Eğer ikincisi doğruysa bunun Kant tarafından değil başkaları tarafından yazılmış olması ihtimali de vardır.
Erlangen ve Jena Üniversiteleri kütüphanesinde yer alan 16. ve 17. yüzyıldan yaklaşık 1000 doktora tezini inceleyen Hartmut Bobzin'in ulaştığı sonuç, Kant'ın doktor unvanını aldığı dönemde başta oryantalistler olmak üzere araştırmacıların eserlerinin giriş sayfasına Yunanca, Latince ve İbranice başta olmak üzere farklı dillerde “Tanrının adıyla” ve “Tanrının inayetiyle” gibi dini referansları içere veciz ve hikmetli sözler yazdığıdır. Bobzin, Kant'ın da çağdaşı akademisyenlerin izlediği bu yöntemi tercih ettiğini; fakat genellikle kullanılan diller yerine Arapça besmeleyi kullanmasının diğerlerinden farklı bir durum da olduğunu ifade etmektedir.
Besmeleyi kimin yazmış olduğu tabii ki önemli ama burada daha önemli olan konu yaşadığı dönemde Kant da dahil birçok büyük beynin İslam'a sevgi ve saygıyla yaklaşıp onu öğrenmeye girişmiş olmalarıdır.
Bunlardan birisi de büyük şair Rilke'dir. Onun Muhammeds Berufung adlı şiiri Turan Oflazoğlu'nun müthiş çevirisiyle Türkçeye kazandırılmıştır:
'Muhammedin Yakarışı' şiirlerin İngilizce ve Almanca orijinalleri için 'Rainer Maria Rilke New Poems Bilingual Edition Çeviri. Edward Snow' bakılabilir.
Bu gibi konulardan heyecanlara kapılıp yoksa Kant veya Goethe Müslüman mıydı tartışmalarına girmek de gereksiz. Çünkü Kant gibi beyine sahip insanlar aynı anda birçok metni okuyup hepsinde de kendisine göre fikirlere ulaşma kapasitesinde olan insanlardı. Dönemlerinde Kur'an'ı okumuş olmaları ve onu sevmiş olmalar anlamlı da bu onların illa da Müslümanlığı seçmelerini getirmez ve bunun da pek önemi aslında yoktur.
Tüm eserlerinde Hristiyanlık bağlamında dine savaş açmış gibi coşkulu yazılar yazan ve ‘Tanrı öldü' deklarasyonunda bulunan Nietzsche de Goethe gibi Endülüs Müslümanlarının yarattığı kültürden etkilenmiş ve tasavvufa özel bir sevgi duymuştur. Nietzsche'nin İslam'ın Hristiyanlığa üstün bir din olduğunu düşündüğü ve bunu ifade ettiği de biliniyor.
Sevgili okurlar bunlar gerçekler sevsek de sevmesek de gerçek gerçektir. Dolayısıyla bizler İslam'a karşılar diye düşündüğümüz Batı alemine düşmanca tavırlar almadan önce Batı hakkındaki tüm gerçeği de görüp bilmeliyiz."