'Z Kuşağı, Türk kanonu diyebilecek mi?'
Şair, yazar Celal Fedai, Star'da yayımlanan “Z Kuşağı, Türk kanonu diyebilecek mi?” başlıklı makalesinde Türk gençliğinin ve son kuşağın içinde bulunduğu sosyal ve kültürel şartları değerlendirdi. Dr. Celal Fedai’nin makalesinden önemli bir bölüm…

Oluşturma Tarihi: 2021-04-26 12:00:01

Güncelleme Tarihi: 2021-04-26 12:00:01

En hayati meselemiz

Türkiye için bana kalırsa bugün en hayatî mesele bu. Gençlerimiz acaba Orta Asya'dan Anadolu'ya getirdiğimiz melametî neşvenin Selçuklu ve Osmanlı'dan Cumhuriyet'imize gelen seyrini, yani "Türk kanonu"nu mu benimseyecekler yoksa küresel kapitalizmin onlar için oluşturduğu derinliksiz, hazcı bir hayat vaadinden başka bir şey olmayan "yörüngesizlik"i mi benimseyecekler? Türkiye, kuruluşunun yüzüncü yılına işte önündeki bu büyük meseleyle girecek. O halde öncelikli olarak mesele tam olarak nasıl ve gençlerimize bunu ne yordamla anlatabiliriz?

Öncelikle şunu bilelim: Küresel kapitalizmin kültürü ne ABD'nin ne Avrupa'nın kültürüdür. Mühim bir noktadır bu. Evet, küresel kapitalizmin kültürü, Batı'nın sömürgeciliğinden çıkmıştır ama onu da lağvetme gücüne ulaşmıştır. Bir başka ifadeyle bu kültür, "Batı kanonu"nun kurduğu dünyadan çıkmışsa da onu da sömürüsünün nesnesi haline getirmiştir artık. Goethe'nin "Sihirbaz'ın Çırağı" şiirinde anlattığı gibi, süpürgeyi harekete geçirecek büyülü sözleri bilen Batı kanonu, durdurmayı bilecek sözleri bilmediği için bugün ABD ve Avrupa için de tehlike büyüktür. Buralardaki genç nüfus da Postmodern Ruh müellifi Sam Keen'in işaret ettiği hale gelmiştir: "Postmodern insan en iyi durumda en iyi haz için yaşar; kaygıyı keyifle bir tarafa atmıştır, kıtlık bilincinin ve ertelenmiş tatminin eski kapitalist tiranlığından kurtulmuştur." (1) Keen'e göre bu insan tipi "şehvetli bir tüketici"dir. Yaşamını doğru ya da yanlışı belirleyen ölçütlerle değil "beğeni fikri" etrafında kurar. Adeta bir "ağırlık"ı yoktur. Devasa alışveriş merkezleri, oto galerileri ve elektronik eşya satan marketler bu insanların rahatladığı yerlerdir. Keen, bu tespitlerine, Trungpa Rinpoche'nin şu çarpıcı saptamasını da ekler: "Tinsel materyalist". Postmodern insan, "ciddi" meselelere eğildiğinde bir tinsel materyalist haline gelmektedir. Keen ve bu konularda konuşan çoğu Batılı yazar, imal edilmiş bu insan tipinin aldığı hali konuşmakta, onu bu şekilde imal eden "el"e ilişkin söz almak istememektedir. Çünkü küresel kapitalizm, üniversiteleri de şekillendirerek kendisini gözler önüne serecek sosyal bilimler araştırmalarını etkisizleştirmiştir. Nadir çıkan bağımsız birkaç yazar hariç söz açtığımız meselenin işleyişine odaklanan yok gibidir.

Tinsel materyalist

Türkiye açısından meselenin can alıcı noktası, 1990 sonrasından başlayarak gençlerinin birer "tinsel materyalist"e dönüşmesidir. Gençler, haz için yaşam ilkesi peşinde tüketime odaklanmakta ve "ciddi" hiçbir meseleye, kendilerine yük getireceği için yaklaşmamaktadır. Beğenmek, beğenilmek istemektedirler. Tüm dünyanın gençleri için durum aynıdır. Küresel kapitalizmin kültürüyle eğitilen bu gençleri alfabenin son harfini seçip "Z Kuşağı" diyerek eleştirmek bu noktada hiçbir anlam ifade etmez. Bir kez daha tekrar edecek olursak, onlara dünyanın aldığı poetik ve politik görünümleri nasıl çözecekleri öğretilmemiştir. Küresel kapitalizm onlara düşünmenin bir yük olduğunu derinden derine işlemiştir. Onlar da omuzları güçsüz olduğu için Türkiye'nin tarihi kaderinin onlara yüklediği sorumluluğu üstlenmekte tereddüt geçirmektedirler. Ama ya bu, kendilerine "Z Kuşağı" denilen bu gençler, "Türk Kanonu"nu benimseyip Türkiye'nin tarihi kaderine omuz verirse... İşte bu küresel kapitalizmin hegemonyasından tüm dünya milletleri için çıkış yolunu açacaktır.

Aksi halde insanlığın yeryüzünde oluşturduğu muazzam kültürel birikim yok olup gidecektir. Bundan Batı kanonu da belki biraz geç olacak ama mutlaka nasibini alacaktır.

Bu, eğer bir tehlikeyse, tüm dünya milletleri için geçerlidir. Nitekim ülkemizde Etkilenme Endişesi ve Batı Kanonu adlı çalışmalarıyla tanınan Harold Bloom, ABD'de Batı'yı var eden "Batı kanonu"nun ağırlığını kaybetmesiyle ilgili şu gözlemini dile getirir: "Bununla birlikte her şeyin parçalandığı, merkezin tutmaz hale geldiği ve bir zamanlar 'eğitimli dünya' denilen şeyin üzerine tam bir anarşinin olduğu süreç başlamıştır." (2) Bloom'a zaten Batı Kanonu çalışmasını kaleme aldıran temel motivasyon, küresel kapitalizmin, sadece hayatın içinde değil üniversitelerde de egemenliğini kurarak kanonu tabir caizse işlemez hale getirmesidir. Bloom'un korumak istediği: "Edebî kanon, bizim kültüre vaftiz edilmemiz değildir; bizi kültürel endişeden kurtarmaz. Bilakis, kültürel endişelerimizi teyit ederken onlara biçim ve tutarlılık vermeye yardım eder." sözleriyle önemine işaret ettiği edebî kanon değildir sadece. O, Batı kanonunun Batı kültürü demek olduğu düşüncesiyle hareket etmektedir. Bu yüzden de içinden doğduğu Batı dünyası için bu son derece kıymetli görüşlerinin arasına, Batı'nın Kuran-ı Kerim'i de tanımasını mutlaka ekler. Şöyle der Bloom: "İster estetik ve tinsel gücünden ister geleceğimiz üstündeki etkisinden olsun, Kuran'dan habersiz olmak aptallıktır ve tehlikelidir." (3)

Küresel kapitalizm, postmodern süreçte yukarıda niteliklerini göstermeye çalıştığımız yeni bir insan tipi yarattı. Bu insan tipinin kültürü popüler kültür haline geldi. Bloom, bunun Batı kanonunu lağvedeceğinin farkında ve satırlarının arasına sinen öfke, bunu engellemeyenlere yönelik. Kur'ân-ı Kerîm'i anışı "geleceğimiz üstündeki etkisi" üzerine odaklansa da onun asıl tehlikeli gördüğü şey, küresel kapitalizmin popüler kültürüdür. Bu kültür, Batı kanonunu da silip süpürmektedir çünkü.

Peki ya Türkiye? Türkiye'de bir Türk kanonundan söz etmek, çeşitli güçlükleri göze almaktır. Neredeyse iki yüz yıldır böyledir bu. Bugün bu güçlükler söz açtığımız bahislerden de anlaşılacağı üzere daha da çeşitlenmiştir. Her şeyden önce Türkiye'de bazı akademisyenler, sözgelimi Besim Dellaloğlu, bir Türk kanonunu aramaya koyulduklarında Bloom'un Batı kanonunu arayışını taklit ederek bizde bir kanon olmadığı görüşünü sıkça dile getirmektedirler. Tanpınar'ın bizde art arda birkaç kuşağın okuduğu bir ya da birkaç kitabın olmadığına ilişkin görüşü de bu tarz düşünenleri bir yanılgıya sürüklemektedir. Evet, Harold Bloom'un anladığı manada, yani merkezde bir ismin olduğu ve ondan sonra gelenlerin kendilerine onunla bir hiza sağlayıp türlü şekillerde mücadeleye girdikleri türden bir kanon algısı bizde olmayabilir. Normaldir de bu. Çünkü Türk kanonu merkezine, Batı kanonu gibi bir merkezî şahsiyeti yerleştirmemiştir. Bloom, Batı kanonunun merkezi şahsiyetini Shakespeare olarak belirliyor ve bunu tutarlı bir dizge oluşturup savunabiliyor. Bizim için böyle bir durum söz konusu olamaz. Türk kanonunun merkezi bir şahsiyeti olamaz. Türk kanonu merkezine bir kişiyi değil Kurân-ı Kerîm'i yerleştirmiştir. Onu kendisine bir merkez değil "yörünge" yapmıştır. O yörüngede nasıl seyrüsefer edileceği konusunda da merkezî şahsiyet Hz. Muhammed'dir. Dolayısıyla Türk kanonu, bin yıldır Kurân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerin oluşturduğu bir yörüngede seyrüsefer edegelmektedir. İki yüz yıldır süren tefekkürü ve tahayyülü laikleştirme çabalarının boşa çıkmasının nedeni de burada aranmalıdır. Kur'ân-ı Kerîm ve Hz. Muhammed, Türk kanonunun Türk devlet idesini şekillendirmesinde de asıl faildir. Bu noktada edebî kanon ile Türk devlet idesi içi çedir. Türk edebî kanonu da Türk devlet idesi de laik, hümanist bir çizgide gelişmediği için şahısların egolarının patolojik hallerinden korunmuştur. Batı kanonu, içinden Shakespeare'i, Goethe'yi, Tolstoy'u çıkardığı gibi Hitler'i, Stalin'i, Franco'yu ve tüm dünyayı sömüren İngiliz, Alman, Rus, Fransız ve Amerikan devlet idelerini de çıkarmıştır. Türk kanonu içinden ne böyle devletler ne de böyle psikopat kişilikler türemiştir.

Peki bu nasıl olmuştur? Türk kanonu içinden nasıl olmuştur da patolojik sanatçılar çıkmadığı gibi milyonlarca insanın ölümüne yol açan psikopatlar da çıkmamıştır? Cevap aslında biraz dikkat istiyor. Dikkat edilecek olursa Türk kanonu, insanlara ilkeleri, yani yörüngeyi sunmakta ve onları özgür bırakmaktadır. Tefekkür ve tahayyül gücüne sahip insanlar bu yörüngenin içinde birey olmalarının gereği olan arayışları sürdürebilirler hatta yörüngeyi benimsemeseler de Tevfik Fikret ve benzerleri gibi bütünüyle ona düşman olup inkâr etmedikleri müddetçe arayışları "yörünge" tarafından engellenmez. Türk kanonunun yörüngesinin gönlü nihayetsiz geniştir. Küfre varan inkâr olmadıkça asla farklı sesleri, arayışları dışlamaz. Hatta küfre varan inkârlar düşmanlık raddesine ulaşmadıkça Türk kanonu kendisini yok etmek için elinden geleni, bunun için düşmanlarla iş birliği yapanları dahi şaşırtıcı şekilde koynunda beslemeyi sürdürür. Böyle bir duruma Batı kanonu içinde asla rastlanmaz. Farklı seslere müsaade edildiği olur ama andığım türden bir "düşmanlık biçimi" kabul görmez.

Yegane eczamız

İşte bu yüzden Türk kanonu, "Z Kuşağı" olarak adlandırılan küresel kapitalizmin imal ederek kendine bağladığı gençleri de dışlamayacak, onlara dünyanın politik ve poetik görünümlerini gösterip yaşamları için ilkeler sunacaktır. Tarih boyunca bundan başkası da zaten olmamıştır. Türkiye'de ister laik ister dindar, ister Sünni ister Alevi, ister Türk ister Kürt olsun tüm gençler, kendilerini Türk kanonu içinde duyumsayabilir. Dünyanın bugün aldığı politik görünüm için Türk kanonu yegâne eczamızdır. Çünkü eğer bu çatının altında varoluşlarımızı bütünleştiremezsek gençlerimizden başlayarak kendimize saygımız kalmaz. Üretmeyen, sadece tüketen kişi en sonunda kendine saygısını ve asıl önemlisi göz aydınlığını kaybeder. Bunun için Türk kanonunun eğildiği temel husus kişinin dünyanın poetik görünümlerini kavramasını sağlamaktır. Dünyanın poetik görünümü, politik görünümünden ayrılmaz ama sıralamada ondan önce gelir. Poetik olanı kavrayamayan politik olanı da kavrayamaz. 1990'lardan bugüne geçen zaman içinde maalesef gençlerimize en başta edebî kanonumuzu öğretemedik. Lise ders kitaplarında edebiyat derslerinin öğretilme metoduna biraz yakından bakan bir göz hayretler içinde kalır. Çünkü Harold Bloom'un Batı kanonunu hatırlatmaya yönelik esaslı gayretine benzer bir gayret, kitaplarımızda yansımasını bulmamıştır. Kitaplarımız Türk Edebiyatı'nı edebî türler üzerinden anlatmak gibi akıl almaz bir yöntem hatasına düşmektedir. Hal böyle olunca zaman ve zemininden kopan edebî eserlerimiz, kanonik şahsiyetlerimiz yörüngesi olmayan birer gök cismini andırır. Kanonun arasındaki iç bağlantılar fark edilemez. Bu nedenle de yukarıda andığım gibi çokları bir Türk kanonu olmadığını düşünür.

Tarihin dar zamanları

"Z Kuşağı, Türk kanonu diyebilecek mi?" Benimseyebilirse elbette diyecektir. Onun benimseyip benimsememesi, yani tüketim kültürünün verdiği hazcı hayatı terk edip sorumluluk üstlenmesi, gençler kadar onlara dünyanın bugün aldığı hali açık seçik anlatacak olanlara da bağlı. Gençlik, kendisine üst perdeden nutuk çekilmesini sevmez. Tabiatı böyledir. Ama gençlik, kendisinden büyük işleri yapma iradesinin de canlı olduğu yaşlardır. Gençlerimizin layıkıyla anlatılırsa "Türk kanonu" diyeceklerini düşünüyorum. Demezlerse, alfabede harfi olmayan gençler çıkar ve benimsemeyenlerin yerine de de Türk kanonunu benimser. Tarihin dar zamanları bu gençlerin meyve verdiği zamanlardır.