Dolar

34,8705

Euro

36,7213

Altın

3.010,14

Bist

10.079,04

Almanya’da camiler neden kolay hedef?

7 Yıl Önce Güncellendi

2018-02-22 12:14:36

Almanya’da camiler neden kolay hedef?

Yıllardır ırkçıların hedefi olan camiler şimdilerde PKK-PYD sempatizanlarının şiddetine maruz kalıyor. Alman makamlarının, olaylara ciddi bir tepki göstermemesi ise Müslüman toplumda endişelere yol açıyor.
 
Kırılan camlar, sprey boyalı mesajlar, küfürler ve bitmek bilmeyen vandalizm... Gecenin karanlığında hasar gören cami duvarları, mescitler. Nefret ve önyargı ile beslenen ırkçılık hiç kuşkusuz Almanya'nın en büyük toplumsal ve siyasi sorunlarından biri olmaya devam ediyor. Şiddet ve çatışma eylemleriyle 90'lı yıllarda Almanya'nın iç güvenlik kaygılarının odağında yer alan terör örgütü PKK, sempatizanları yoluyla yakın zamanda Almanya'da mabetlere ve çeşitli Türk kurumlarına yönelik gerçekleştirdiği  saldırılarla bugün de kamu düzeni ve ülkenin iç huzuru için ciddi bir tehlike arz ediyor.
 
Camiler ve Türk STK'lar Hedefte
 
Almanya'da uzun süredir ırkçıların hedefinde olan camiler, Afrin'e düzenlenen operasyonunun ardından PYD/PKK sempatizanlarının da şiddetine maruz kalmaya başladı. Saldırılar adeta bir amok.
İlk olarak Almanya'nın Kassel şehrinde Almanya Türk Federasyonu'na bağlı olarak faaliyet gösteren Sultan Alpaslan Camii'ne (20 Ocak 2018) saldıran sempatizanlar, ardından Minden kentinde Diyanet İşleri Türk İslam Birliği'ne (DİTİB) bağlı Barbaros Merkez Camii'ni hedef aldılar. Harekatın başladığı tarihten itibaren sempatizanlar Almanya'da 3 hafta içinde 13 cami saldırısı gerçekleştirdi. Camilerin yanı sıra Türk STK'lar da PYD/PKK sempatizanlarının hedefindeydi.
 
Türk ve Müslüman Toplumu Şiddet Karşısında Yalnız Bırakılıyor
 
Almanya anayasası din özgürlüğünü güvence altına alırken, bu özgürlük kapsamında İslam dinine mensup olan cemaatlere cami inşa etme hakkını da veriyor. 4.95 milyon Müslüman'ın yaşadığı Almanya'da cami ve mescit olarak kullanılan yaklaşık 2 bin 800 ibadethane bulunuyor. Ancak bu ibadethaneler uzun bir süredir kundaklama, gamalı haç çizme, domuz başı bırakma şeklinde tezahür eden çeşitli saldırılara maruz kalıyor. Yaşanan onca kabus anlara ve olayların vahametine karşın saldırılar -birkaç istisna dışında- kamuoyunda yankı bulmadı. Esasen eylemlerin büyük çoğunluğunda failler tespit edilemiyor, suçlar cezasız kalıyor. Öte yandan ne siyasi aktörlerin ne yerel makamların Müslüman toplumun endişelerini gidermeye yönelik telkin aşılamada gayretli oldukları söylenemez. Oysa siyasi ve yerel otoriteden beklenen “şiddet”e karşı “mağdur”dan yana ilkesel bir tavır almaları ve bu pozisyonu içselleştirmeleri olurdu. Ancak çoğu kez böyle olmadı. Tüm bu boşluklar vandalizme elverişli bir saha oluştururken camileri de kolay hedef haline getiriyor. Şiddet şokuna maruz kalan ve “sizin bu ülkede güvenliğiniz sağlanıyor” mesajını ilgili Alman makamlarından alamayan Müslüman toplum, korku ve endişe sarmalına teslim olup, diken üstünde oturmaya devam ediyor. İslam'ı, terör, güvenlik, radikalizm gibi temalarla iltisaklı olarak işlemeye devam eden medyanın İslam'ın mukaddes mekânı olan camilere yönelik gerçekleştirilen terör saldırılarını konu dahi etmemesi ise medya aygıtının ahlaki ehliyetlerini sorgulamamıza yol açıyor.

 
“Güvensizlik” Korku Kültürünün Derinleşmesine Neden Oluyor
 
Dışarıda yaşanan gerilimlerin ülke içine taşınmasından rahatsız olan ve her geçen gün artan saldırılar nedeniyle günlük rutinlerini korku ve endişe nezaretinde gerçekleştirmek zorunda kalan Türk ve Müslüman toplumu, siyasilerin boğucu sessizliği karşısında şaşkına dönmüş durumda. Bu feci hal ise, siyasilerin, ülkede yaşayan azınlıkların temel hak ve özgürlüklerini ve can güvenliklerini ne derece önemsediğine dair ipuçları sunuyor. Bir ev sahibi, kiracısının evde rahatça uyuyabilmesi için apartmanın tüm köşesine güvenlik kameraları taktırabiliyorsa, varoluş sebebi kamu düzeninin muhafazası olan kocaman bir devlet, bangır bangır gelen tehlike karşısında vatandaşının güvenliği için ne tür tedbirleri sıralayabilir? varın siz düşünün. Böylesi kriz durumunda düşük bir tonla da olsa tepki vermekten kaçınan siyasiler, nefret ve şiddet karşısında hakkaniyetten yana pozisyon almamakla aslında Avrupa'nın liberal düzenine, değer ve normlarına güvenen insanları da yüz üstü bırakmış oluyorlar. Müslüman ve Türk toplumunu doğrudan ilgilendiren hayati bir meselede “tedbir alma” göreceliğin ve keyfiliğin çelmesine takılıyor.
 
Günlük hayatta yapısal ayrımcılığa uğrayan Müslüman toplum, “Bugün saldırılar nereden gelecek acaba?” korkusu yaşıyor. Güven duygusu yara aldıkça korku büyüyor, derinleşiyor. Oysa bireyin teneffüs ettiği  yer korku kültürü değil, güvenli bir toplum olmalı.
 
PKK sempatizanları veya ırkçı terör; faili kim olursa olsun, camiler bugün saldırılara uğruyor. Müslüman toplumu hedef alan bu eylemler uluslararası insan hakları ve anayasa ile koruma altına alınmış din ve ifade özgürlüğüne yapılmış bir saldırı olarak değerlendirilmelidir. Bu durumda yapılması gereken şey; saldırılar karşısında Müslüman toplumun otosansürünü beklemek değil, varlık nedeni kamu düzenini sağlama ve koruma olan devletin bu işlevini bir an önce hayata geçirmesi ve suçluların cezalandırması hususunda kudretini göstermesi olacaktır.

Haber Ara