İnanmadığın yemin yemin değildir. Bu bir bağlılık yemini olsa dahi böyledir. Yemin etmenin ardında her zaman bir hayat felsefesi yatar.
Yemin sıradan bir resmi tören değildir.
Yemin deyip geçmemek lazım. Yemin etme şekliniz sizin yaşam tarzınız ve hayat felsefenizle ilgilidir.
Örneğin seküler veya ateistseniz Allah adına yemin etmezsiniz. Mu'min iseniz tek yemin şeklinin Allah üzerine yemin olduğunu bilirsiniz.
O yüzden bana yemin şeklini ve yemin “nesnesi”ni söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, denilebilir.
Yemin ile yaşam tarzı ve inanç şekli arasında bu derece doğrudan bir paralellik vardır.
Değerleri olan kişinin yemini muteberdir. Hiçbir değeri olmayan veya değerleri olsa da bu değerlerin palyatif ve relatif olduğunu düşünen birinin yemini de muteber olamaz. Çünkü yemin ederken ister Allah adına ister “namus ve şeref” adına yemin edin eğer bu değerlerin varlığına veya kalıcılığına inanmıyorsanız bu bir yemin sayılmaz.
25. Dönem Meclis açılışında yemin eden vekillerin yemin metnini okurken ne hisettiklerini tahmin etmek zor değildir.
Bir mü'minin “lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma” and içerim demesi veya bir Kürdün “büyük Türk milleti önünde” diye yemin etmesinin onların iç dünyasında bir sıkıntı oluşturmadığını söyleyemeyiz.
Biliyorsunuz Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda ve daha önceki dönemlerde yemin metni bu günkü gibi değildi. Mesela Osmanlı mebusan meclisinde yemin metninde vurgu “padişaha ihanet etmemek”ti. Devletin felsefesi padişaha sadakat olduğu için bir mebusun veya devlet görevlisinin öncelikle buna yemin etmesi gerekir.
1921 Anayasasında yemin metni çok kısaydı: “Vatan ve milletin selamet ve saadetinden başka gaye takip etmeyeceğime ve milletin bilakaydüşart hakimiyeti esasına sadık kalacağıma… Vallahi.” Vallahi demek, Allah'a yemin ederim demektir, malum.
1924 Anayasasında Allah çıkarılıyor. Daha seküler bir yemin metni geliyor mebusların önüne. Şöyle:
“Namusum üzerine söz veririm ki: Vatanın ve milletin mutluluğuna, esenliğine, milletin kayıtsız şartsız egemenliğine aykırı bir amaç gütmeyeceğim ve Cumhuriyet esaslarına bağlılıktan ayrılmayacağım.”
Allah kelimesi yerine “namus” kelimesi konuluyor. Bu yemin metninde devletin seküler evrilmesi rahatlıkla görülebiliyor.
Devlet kendisini yönetenlerin yaşam tarzına ve dünya görüşüne göre şekillendiği için bu evrilme devam ediyor.
Askeri cunta tarafından yazdırılan 1982 Anayasasında da “lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâpları” ve “büyük Türk Milleti” vurgusu var.
1961 Anayasasında millet vekili yemin metninde söz vermek var, 1982 Anayasasında “namus ve şeref üzerine andiçme var.”
Bütün bu yemin metni ve yemin anlayışlarının arkasında bir tür “kurucu irade” vardır. Dolayısıyla eğer yemin metnine dokunabiliyorsanız, onu değiştirebiliyorsanız iktidarınız gerçektir sanal değildir.
Ne dindarın ne de Kürtlerin içine sinen bu yemin metninin içinde devletin bütün ideolojisini görebiliyorsunuz.
Örneğin Fransız tipi laiklik var. Ulus devlet düşüncesinin temelini oluşturan Türklük var. Kemalizm düşüncesi oldukça vurgulu bir şekilde var. Bütün bunları düşündüğümüzde aslında yemin bir devletin asıl egemen anlayışının felsefesini içeriyor denilebilir.
Eğer iktidarda olduğunuz halde o yemin metni hala öyle duruyorsa iktidarınız gerçek bir iktidar değil demektir.
Her iktidar kendi yemin anlayışını ve kendi teolojisini oluşturur. Osmanlı'dan bu yana değişen yemin metinlerinde gördüğümüz şey bu siyasal teolojinin evrilme sürecidir.
Siyasal egemenlik araçları “yemin” gibi dini bir tören üzerinden son derece seküler olan Türklük, Kemalizm ve Cumhuriyet'ebağlılık mitolojiye dönüştürülmektedir. Bu durum seküler olanın teolojik inşasından başka bir şey değildir.