Dolar

34,5424

Euro

36,0063

Altın

3.006,41

Bist

9.549,89

Entrika ustası

7 Yıl Önce Güncellendi

2018-05-23 09:46:26

Entrika ustası

Bernard Lewis gibi dünyayı ateşle dolduran adamlardan birisi daha toprak oldu, aramızdan ayrıldı. Ölümünde dikkat çekici bir detay, 101 yaşını görmesi yani eskilerin deyimiyle 'muammer / uzun ömürlü' olmasıydı. Bu bir rastlantı değil. Bakımıyla mı ilgili yoksa bunda kaderin de bir payı var mı? Son dönemlerde 'elders of Zion' denilen ünlü Yahudi şahsiyetler yaklaşık olarak 100 yaşını deviriyorlar. Bu da insana dikkat çekici geliyor. Sözgelimi, para imparatoru David Rockefeller 102 yaşında vefat etmişti. Hakkında yazılan yazılarda sürekli olarak organ değiştirerek 200 yaşına kadar hayatta kalmayı umduğu, tasarladığı ileri sürülmüştür. Bununla birlikte 102 yaşına kadar hayatta kaldı. Netanyahu'nun sağcı Siyonist babası Benzion Netanyahu (Benzion Mileikowsky) (25 Mart 1910; Varşova - 30 Nisan 2012; Kudüs) da 102 yaşını gördü. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Şimon Peres gibi liderler de uzun ömür yaşadılar. Kissinger hala ayakta, dünyayı takip ediyor. İnşaallah İsrail'ın son gününe yetişir de öbür aleme gamdan, kederden gider. Yahudi liderlerin uzun yaşamaları kendi marifetleri mi yoksa kaderin bir cilvesi mi? Siyon liderlerinin uzun yaşamalarının sırrı hem kendilerine itina göstermeleri hem de kaderin onları dünya hayatında kayırmasıyla ilgili! Nasıl olur dediğinizi duyar gibiyim. Bununla birlikte bunun cevabı temel metinlerde var. İslami metinler ve kaynaklar böyle söylüyor. Kur'an Yahudilerin hayata yani yaşama çok düşkün olduklarına (ahresun'nasi ala hayatin) beyan ediyor, parmak basıyor. İkinci olarak, hadisler de konuya temas ediyor ve onlara ahiret namına kısmetlerinin dünyada peşin olarak verildiğini ifade ediyor. Ayetlerde mücmel ve muhtasar olarak bırakılan, geçen bu mesele hadislerde tafsil ediliyor. Sarahat derecesinde ifade ediliyor.

Hazreti Ömer bir gün Peygamberimizin hane-i saadetlerine uğruyor. Bakıyor ki birkaç şiltenin dışında yerde üzerine oturacak yaygı ve kilim tarzı bir şey bulunmuyor. Buna üzülüyor. Hazreti Peygamberden Allah'a niyaz etmesini ve Müslümanların rızıklarının genişletilmesini dilemesini istiyor. Perslerin ve Rumların Allah'a ibadet etmedikleri ve onu tanımadıkları halde müreffeh yaşadıklarını ve dünyaya sahip olduklarını hatırlatıyor. 'Bizim neyimiz eksik?' mealinde şeyler söylüyor. Peygamberimiz Hazreti Ömer'in kederini teselli babında anahtar bir cümle kullanıyor: "Ülaike kavmun uccilet lehum tayyibatihim fi'lhayati't dünya/ Onlar ki topluluk olarak, dünya hayatında güzellikleri peşin olarak aldılar." Hadisin ışığında Bernard Lewis gibiler dünyada paylarını peşin olarak tahsil ederek öteki dünyaya gidiyorlar. Ahiret yurdu ise halis olarak dünyada fesat çıkarmayanlara, inananlara tahsis edilmiştir, özgüdür. Maalesef Bernard Lewis dünyada bolca fesat yapıp, yayıp gitti.

Türkiye de ilgi alanlarından biriydi. Modern Türkiye'nin Doğuşu gibi kitaplar yazdı ve arkaik Türkçe konuştuğu aktarılıyordu. Kendisinden Türk dostu olarak sitayişle bahsediliyordu. Bir garabeti veya tezadı bünyesinde taşıyordu. Türk dostu aynı zamanda İslam düşmanı olmak. Zıtları bir arada götürmek mümkün mü? Daha doğrusu Lewis'in amacı Türkleri İslam haziresinden uzaklaştırmak ve Beni İsrail'e yaklaştırmaktı. Ermeni tezlerine karşı bizleri savundu ve bu yüzden Fransa'da yargılandı ve sembolik bir cezaya çarptırıldı.

Ermeniler, soykırım tezleri üzerinden yeni bir Holokost davası üretmek istediler. Dolayısıyla tezlerinin Yahudi tezleriyle yan yana gelmesine özen gösterdiler. Yahudiler ise tersine kendi tezlerinin hiçbir tezle gölgelenmesini istemediler ve tarihte eşi olmayan yekta bir süreç yaşadıklarını iddia ettiler. Çekişmeleri bundandır. İlgileri Türk muhabbetinden değil Ermeni tezlerine soğukluktan. Geçmişte kendi namlarına ve Holokost'u gölgelememesi için Ermeni tezlerine sıcak bakmıyorlardı. Bununla birlikte Türkiye'ye karşı koz olması için zamanla bu tezleri yedekte tutmaya karar verdiler. Yossi Sarid veya Yossi Beilin gibi Yahudi siyasetçiler Ermeni tezlerinin sözcülüğünü yapmaya başladılar. Kısaca, Bernard Lewis gibilerinin tavırları hesaplı tavır. Türk muhabbeti veya dostluğu hasbi değil, hesaplı.

ABD'de Türk tezlerini samimi zeminde savunan Stanford Shaw gibi ilim adamları, tarihçiler de eksik olmadı.

Bernard Lewis, dünyada fesat tohumları eken, fesat ve ifsat komitelerine çalışan ve entrika merkezlerine danışmanlık yapan isimlerin başında geliyordu. Kendisi de öyle söylüyor. 'Hakkımda dahi, erişilmez üstat, diyenler olduğu gibi bana kötülüğün ve şeytanın mücessem hali diye bakanlar da eksik değil' demiştir. Biz ikinci taraftayız. Zira Haaretz gazetesinden Ofer Aderet'in de kısaca yazdığı gibi bu fesat işlerinden birisi Medeniyetler Çatışmasına temel tez teşkil eden 'İslami Öfkenin Kökenleri' başlıklı makalesi veya çalışmasıdır. İslam ile Batı arasında medeniyetler çatışması tezinin fitilini ateşlemiştir. Huntington'ın medeniyetler çatışması tezinde selefi ve öncüsüdür.

Anti Semitizmden şikayet etmesine ve batı çıkışlı ve merkezli saymasına rağmen kendisi Rahip Pierre'in izinde gidiyordu. İtalyan kaçık Oriana Fallaci ve Papa 16'ıncı Benediktus gibilerle birlikte İslam aleyhtarlığı yaptı ve kitleleri ve siyasileri ve basını kışkırttı. Keşiş Piyer'in (Pierre L'Ermit) modern yüzü olarak Batı'yı dolaşarak İslamfobinin dailiğini ve bayraktarlığını yaptı. Zerre kadar masum değildi. Sarkozy ve Bernard Henri Levi gibilerle birlikte Abdullah İbni Sebe'nin yaşayan, modern versiyonlarından birisiydi.

"Uygarlıklar Çatışması" kavramını (Huntington'dan çok önce) ortaya attığı "The Roots of Muslim Rage/Müslümanların Öfkesinin Kökenleri" (1990) başlıklı makalesinde Lewis, İslam üzerine şunları yazar: "İslam dünyanın büyük dinlerinden biridir... Milyonlarca erkek ve kadına rahat ve huzur getirmiştir. Yoksul ve kasvetli hayatlara saygınlık ve anlam kazandırmıştır. Farklı ırklardan insanlara kardeşçe yaşamayı ve farklı inançlardan insanlara makul bir hoşgörü ortamında yan yana yaşamayı öğretmiştir. İslam, Müslümanlar yanında başkalarının da yaratıcı ve yararlı hayatlar yaşamalarına imkan veren ve başarılarıyla bütün dünyayı zenginleştiren büyük bir uygarlığa ilham kaynağı olmuştur." Bununla birlikte İslam ile ilgili bu olumlu ifadelerini ileri baskılarında çıkarmış, tayyetmiştir.

11 Eylül'den sonra Lewis, Bush yönetiminin Ortadoğu politikalarının fikir babalarından biri olmakla kalmamış, İslamofobi'nin Batı'daki baş körükleyicilerinden biri haline gelmiştir. 28 Temmuz 2004'te Alman Die Welt gazetesine verdiği mülakatta şunları söylemiştir: "Yüzyılın sonuna kadar Avrupa'ya İslam hakim olacaktır... Avrupa Arap batısının, Magreb'in bir parçası haline gelecektir." Bu kışkırtıcı konuşma tonu bize Kaddafi veya Oriana Fallaci gibilerini hatırlatmaktadır.

31 Ekim 2005 tarihli The New Yorker dergisine göre de Lewis, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney'e şu tavsiyede bulunmuştur: "Araplara yapılması gereken şeyin iki gözleri arasına büyük bir sopayla vurmak olduğuna inanıyorum. Onlar yalnızca güce saygı duyar." Tepkiler üzerine dergiye gönderdiği açıklamada da Lewis, "Evet, Arapların yalnızca güce saygı duyduklarını düşündüğüm doğrudur" demiştir.

Lewis, Neocon'ların ağababası sayılan Irving Kristol ödülüne de layık görülmüştür. Bu münasebetle 7 Mart 2007'de American Enterprise Institute'da, Cheney dahil Bush yönetiminin önde gelen temsilcilerinin hararetle alkışladığı bir konuşma yaptı. Bu konuşmada işlediği temel tez, İslam ile Hıristiyanlığın sürekli çatışma halinde olduğu, Müslümanlara güvenilemeyeceği ve onlarla yapıcı diyaloga girmenin yararsız olduğu şeklinde özetlenebilir. Konuşmasını şöyle sürdürmüştür: "Almanya'daki Türkler kendilerini Alman ırkçılığı ve zulmünün Yahudilerden sonraki hedefi olarak görme eğiliminde olmuşlardır... Onlardan birinin söyledikleri zihnimde çok canlı duruyor: 'Almanlar bin yılda 400 bin Yahudi'yi kabullenemediler. İki milyon Türk'ü kabulleneceklerini nasıl bekleyebiliriz?' Almanya'daki Türkler, Almanların suçluluk duygusunu ustaca kullanarak, Almanya'nın Avrupa'daki öteki kimlikler gibi tehdit altında olan Alman kimliğini korumak için alacağı önlemleri engellemeye çalışıyorlar..." Kısaca Lewis'e göre Yahudiler için meşru olan suçluluk duygusu sıra Türklere gelince istismar oluyor. Halbuki bu sözleri sarf ettiğinde Solingen faciasının izleri henüz silinmemişti. Lewis tek acı tanıyor bu da Yahudi acısıdır. Milli bencillik Tanrı'nın seçilmiş milletine yakışır! Almanya'daki Türkler konusundaki psikanalitik fikirleri Ermeni tezleriyle ilgili yaklaşımının bir yansımasıdır.

Bernard Lewis böyle müfsit bir adamdı. Peki gitmesiyle dünya bu tip kışkırtıcı ajanlardan temizlendi mi? Bunun cevabını Ofer Aderet veriyor: "Öğrenciler, istihbarat dünyası elemanları, diplomatlar; kuşaklar boyu İslam hakkında onun yazdıklarından beslendiler, yazdıklarını okuyarak büyüdüler…" Anlaşılan gözleri açık gitmemiş ve geride tohumlar bırakmış. Nitekim, Trump'ın çiçeği burnundaki istihbarat dehlizlerinin ürünü olan Dışişleri Bakanı Pompeo, Lewis'in üzerindeki emeğini inkar edemeyeceğini söylemiştir. Bir cümle ile şöyle demiştir: "Ortadoğu'ya dair ne öğrendiysem onda Lewis'in emeği, payı var ve kitaplarına çok şey borçluyum…"

İkinci Dünya Savaşı sıralarında İngiliz ordusu saflarında istihbarat subayıdır. Sonrasında Londra Üniversitesinde ders verir. İkinci Dünya Savaşının akabinde ABD'ye taşınır ve Princeton Üniversitesinde çalışmalarına başlar.

En çok bozulduğu adamların başında Edward Said gelmektedir. Said ipliğini pazara çıkarmış ve fiyakasını bozmuştur. Edward Said Oryantalizm adlı eserinde Bernard Lewis'ın İslam'a yaklaşımını 'demagoji ve düşmanlık üzerine' kurulu şeklinde nitelendirmiştir. Bu psikanalitik bir analizdir. Bilgiyle düşmanlık ve demagoji bir araya gelince ortaya bu terkipten 2003'te Irak'a saldırı gibi facialar çıkıyor. Bu açıdan Nasirüddin Tusi, Hülagu'nun danışmanıydı. Bernard Lewis de Dick Cheney ve George Walker Bush'un danışmanıydı. Farklı devirlerde ikisi de Bağdat işgalini özendirmiştir.

Said'in tanımı adeta onu kudurtmuştur. Said hakkında 'üslubu beyan ayniyle' insan deyimini hatırlatan bir hüküm cümlesi kurmuştur. Bu cümle Bernard Lewis'in şahsiyetini ele vermekte ve egosunu yansıtmaktadır: Basitçe, Edward Said hiçbir şeyden çakmazdı, anlamazdı…

Neoconların gurusu böyle beylik laflar eden fasit ve müfsit bir adamdı. Ruh hastasıydı. Kışkırtmaya yatkınlığı buradan ileri geliyordu.

Uzun ömür meselesine dönecek olursak; Hazreti Mevlana uzun ömürlü olmasını niyaz eden müritlerine şöyle çıkışmıştır: Behey adamlar! Siz beni Firavun, Şeddat ve Numrut'larla karıştırıyor olmalısınız!

 

Haber Ara