Son bir haftadır bütün dünyanın da görmüş olduğu fotoğraf zihinlerimizde yer etti. “Kıyıya vurmuş çocuk” bu tabiri tırnak içerisine aldım, zira kullanırken utanıyorum.
Ah'lar, vah'lar, sızlanmalar, öfkelenmeler yaşadık insani duygularımız gereği.
Ama işte bu kadar!
Gördüğümüz karenin sebebini sorgulamadık!
Vatanından “kaçmaya çalışan” evet evet “kaçmaya” çalışan mazlum insanların, başlarına gelen hazin durum bu. Öz toprağında rahat bırakılmadığı için vatanından kaçmaktan başka şansı olmayan bir ailenin yavrusu.
Başlarındaki zalim bir diktatör tarafından zulüm gören insanlar kaçıyorlar. Başka seçenek bulamadıkları için kaçıyorlar!
Ülkemizin başında zalim bir diktatör yok ama içimizde alçak ruhlu zalim çok!
Her köşeye çok çabuk öfke ve nefret duygularını yayıyorlar. Masum insanlara da bu duyguları kabul ettiriyorlar.
Dışarıdan ve içeriden zalim alçaklar, aynı doktriner esasa dayalı hedeflere yoğunlaşmış durumdalar. Her an üzerimize atılmak için pusuda vicdansız bir şekilde bekliyorlar.
Hangi köşe zayıfsa oradan hainliklerini sergileyerek bizi boğmaya çalışıyorlar.
İki gün önce ziyaret amacı ile Kudüs'e giden bir dostum aradı beni; “Ülkemizde var olan hainlerin mevcut istikrara yönelik yapmış oldukları öfke ve nefret dolu tepkilerin aynısını, Tel Aviv'deki Yahudilerin Türklere ve Müslümanlara yaptıklarından, Türkiye'de var olan düşmanca tarafgirliğin aynısını İsrail'de de gördüğünden bahsetti.”
Bu beni şaşırtmadı.
İyi biliyoruz ki piyonların ve haçlıların derdi, etnik duygular ya da ezilmişlik sorunu değil. Sözüm ona bu duyguları masum insanlara aşılıyorlar ve masumların ikna olmalarını sağlamaya çalışıyorlar. Sıkıntıların zuhur etmesine sebebiyet verip, kardeşi kardeşe kırdırarak boğulmamızı seyretmek istiyorlar.
Doğudan hemen her gün neredeyse şehit haberleri gelmeye başladı yeniden. 90'lı yılları hatırlıyorum. Güzel ülkemizin doğusu teşbihte hata olmaz; “açık hava cezaevi” idi.
Irkçılık dürtüleri ile parçalara bölünmemizi isteyenler yeniden devrede. Bu sefer sınırlarımızın hemen yanı başında ateşler yakarak geldiler.
Çözüm sürecini değerlendirebilmek adına bölge halkından birkaç kişi ile görüşmeler yapmıştım. İfade ettikleri durum kayda değer;
“Buraya gelen öğretmenler, memurlar bir an önce buralardan kurtulabilmek için tayinlerini istemiyorlar artık, çok şükür. İnsan yerine koyulduğumuzu hissedebiliyoruz”
Bu cümle bile her şeyi anlatmıyor mu?
Ortak duygumuz ve hassasiyetimiz “İnsan”, bunu unutmayalım!
Kim aramızdan, Türkiye'yi boğup kıyıya atmaya çalışanların arzusu gereği, birbirimizle kavga ederek onların tarafında yer almaya gönüllü olur ki?
Bu durumdan kurtulalım da nasıl olursa olsun, kimin eliyle olursa olsun, düşüncesi içerisinde ruhumuzu satmamızı istiyorlar!
Hayır!
Biz bu topraklar üzerinde bütün etnik ve inanç hakikatlerimizle asla bu yönlendirmeye aldanmayacağız.
“Kıyıya vuran çocuk” görüntüsünü unutmayalım. İçimizdeki alçaklarla beraber bizi boğazlayıp kıyıya atmaya çalışanlara karşılık verelim.
Bu karşılığı siyasi istikrarın devam etmesi, ekonomik gücün kimliğe bürünmesi, etnik duygularımızla barış ve huzurun devam etmesi adına “Vatan Bölünmez” sancısı ile yapalım.
Bunun için de öncelikle öfke ve nefret duygularının yayılmasını engelleyerek, içimizdeki alçaklara karşı durarak yapalım.
Hemen yanı başımızdaki Suriye ve Mısır'ı unutmayalım!
Ah'lanılan, vah'lanılan görüntülerin bizim içinde geçerli olmasını arzuladıklarını ve hedeflediklerini bilelim.
Duyarlı, düşünebilen ve doğru mukayese yapabilen duygularla “Türkiye” olalım.
Alçaklar paniklemiş durumdalar, bunu görüyoruz.
Derim ki sadece görmek yerine hissedelim ve geleceği inşa edebilme şansımız varken, önümüzdeki süreci doğru değerlendirelim.
Türkiye'nin boğulup kıyıya vurmasına seyirci kalmayalım!
twitter.com/msbeser
facebook.com/msbeser