TRT sunucusu Tijen Karaş'a silah zoruyla okutulan darbe bildirisindeki bütün gerekçeler, aslında bu menfur girişim için yıllar öncesinden başlayan ciddi bir hazırlığı işaret ediyor.
Peki bu bildiriden yola çıkarak 15 Temmuz gecesi gerçekleştirilmek istenen darbe girişiminin zeminini hazırlayan fâillere ulaşabilir miyiz?
Bu ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanının “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içerisinde” bulunduğunu bugüne kadar kimler dile getirdiyse, muhtemelen darbeye zemini de onlar hazırlamıştır.
Çünkü darbe bildirisinde gerçekliği olmayan ve algı operasyonlarının ürünü olan bu gerekçeler özellikle vurgulanmıştır.
Yine temel hak ve hürriyetlerin zedelendiği, laik ve demokratik hukuk düzeninin ortadan kaldırıldığı şeklinde devam eden gerekçelerin yıllardır kimler ve hangi gazeteler tarafından dile getirildiğini hepimiz biliyoruz.
“İnsan haklarının göz ardı edildiği”, “korkuya dayalı otokrasi ile yönetilen bir ülke” benzeri ifadeler sanki Batı gazetelerinden ya da Fetö medyasından araklanmış gibi sırıtmaktadır.
Bu arada tanklarla, toplarla, uçaklarla saldırılmak suretiyle, 246 vatandaşımızın katledildiği, binlercesinin de yaralandığı böyle bir insanlık dışı girişimin insan haklarıyla yan yana anılması da ayrı bir çelişki değil midir?
Tam da bu noktada George Orwell'in 1984 romanında geçen “Savaş barıştır” mottosunu hatırlıyoruz. Evet gördük ki, bu cuntacılara göre “yurtta sulh, milleti katletmektir.”
Metindeki korku, otokrasi kavramları ile yıllardır kimi siyasiler ve medya mensupları tarafından gerçekleştirilen algı operasyonlarına açık bir gönderme olduğu ortadadır. Halbuki bu kavramlar darbe ve cunta yönetimleriyle yan yana anılabilecek kavramlardır.
Yine bildirideki terör vurgusu da dikkat çekicidir. Bu vurgu, son zamanlarda artarak gerçekleşen bombalı saldırıların ve diğer terör hareketlerinin darbe zeminini oluşturmak için bilinçli olarak hayata sokulduğunu düşündürtmektedir.
Montaj kasetlerle gündemimize oturan ve bildiri metninde özellikle vurgulanan “yolsuzluk ve hırsızlık” iddialarının özellikle hangi yayın organları tarafından sürekli gündeme getirildiği de ortadadır.
Bildiride “Fetö Terör Örgütü” gibi herhangi bir örgütün tehdidinden bahsedilmeyişi de dikkat çekicidir. Demek ki bu bildiriyi hazırlayanlar için bu örgüt bir tehdit değildir.
Üstelik terörle ve terörün her türlüsüyle ciddi bir şekilde mücadele eden hükümetin bu mücadelesinin yok sayılıp metinde yeniden terörle mücadele vurgusu yapılması da ayrı bir paradokstur.
Metinde, son dönemde gerçekleşen anayasa tartışmalarına da, bilhassa muhalif bir siyasetçi ağzından dökülmüş gibi ince göndermeler vardır.
Bu arada “Türkiye'nin uluslararası itibarının kaybolduğu” yönündeki absürt ve gerçeklerle taban tabana zıt gerekçenin de hangi çevreler tarafından sürekli dile getirildiği malumdur.
“Uluslararası ortamda barış, istikrar ve huzurun temini için daha güçlü bir ilişki ve işbirliğini tesis etmek” ifadeleri ise bu darbe girişiminin dış kaynaklı bir girişim olduğunu ele veren ifadelerdir.
Muhtemelen bu darbe girişimi başarılı olmuş olsaydı, bu darbeyi destekleyen ülkelerle, onların yararına olmak üzere güçlü ilişkiler kuracak ve güçlü işbirlikleri tesis edecektik.
Mesela kaya gazı yataklarımızı zapt edecekler, bor madenimizi çalacaklar, Kıbrıs'ı alacaklar, boğazlarımızı paylaşacaklar ve bir cetvel yardımıyla ülkeyi Doğu-Batı olmak üzere tam ortasından ikiye böleceklerdi.
Bu yaptıklarının adına ise Afrika'da, Irak'ta, Afganistan'da olduğu gibi güçlü ilişkiler, güçlü işbirliği, özgürlük, demokrasi, insan hakları süsleriyle süslenmiş isimler vereceklerdi.
Suriye'de, Arakan'da, Irak'ta, Afganistan'da, Afrika'da adaletsizliği gün gibi ayyuka çıkmış BM ve NATO'yu eleştirmek yerine, “BM, NATO ve diğer tüm uluslararası kuruluşlar ile oluşturulmuş yükümlülükleri yerine getirecek her türlü tedbiri aldıklarını” vurgulamaları da ilginçtir.
Demek ki, bu darbe girişiminin kaynağı içeride değil dışarıdadır. O halde içerideki piyonları yoluyla yıllardan beri darbeye zemin hazırlayan da aynı kaynaktır.
Bu kaynak her neresiyse, Türkiye'nin özneleşme yürüyüşünü durdurmak ve bugüne kadar başaramadığı şekilde, Türkiye'yi sömürgesi haline getirmek istemiştir.
O halde, darbeye zemin hazırlayacak karanlık bir algıyı oluşturup yaygınlaştırmak için ülkemizin seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında hırsız, diktatör benzeri kavramları, inatla ve ısrarla kimler kullanıyorsa, bu darbe girişimine zemin hazırlayanlar da onlardır.
O halde öncelikle Batı'nın algı operasyonlarının bir ürünü olan Erdoğan karşıtlığını yenmemiz ve ülkemizin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la barışmamız gerekiyor.
Darbe karşıtı mitinglerde bile Erdoğan'ın “diktatör” olduğu imasında bulunanlar, Batı'nın algı operasyonlarının bir sonraki hesaplaşmaya kadar devam edeceğini gösteriyor.
Darbe girişimi başarısız olduğuna ve Batı kaynaklı algı operasyonları kimi medya mensupları ya da siyasilerin dilinden devam ettirildiğine göre, daha hala umutlular.
Hala daha Erdoğan'ı alt etme şanslarının olduğuna inanıyorlar. Muhtemelen şimdi de karanlık bir suikast tertip ediyorlar.
Ülkemizin seçilmiş Cumhurbaşkanını bir şekilde susturup, Türkiye'nin yükselişini engellemek isteyecekler.
Devlet yetkilileri bu açık tehdidin elbette farkındadır. Milletimiz de bu tehdidin farkında ki, her gece yılmadan, usanmadan, aşkla ve şevkle meydanlara çıkıyor.
Çünkü bu millet Türkiye'nin yükselişini sağlamak için etrafında kenetleneceği liderini buldu. Eğer Erdoğan düşerse, Türkiye de düşecek. Bunu milletçe anladık.
O halde hala daha milletimizin kalbine enjekte edilmeye çalışılan algı virüsünü alt etmemiz gerekiyor.
Siyasi rant kaygısıyla bu algı virüsünü körüklemeye çalışan muhalifler de artık bundan vazgeçmelidir.
Eğer bunu gerçekleştiremezsek, sürekli algı fesadına maruz olan şahıslar, ihtilâli çıkarıp büyüten birer belâ, fesadı durmayıp karıştıran birer âfet kesilmeye devam edeceklerdir.