Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat için de, Şia mezhebi için de önemli bir kavram Mehdi kavramı. Bu konuda kafa bulandırıcı pek çok açıklama yapılsa da, bendeniz günün birinde Hz. Mehdi'nin geleceğine inananlardanım.
Kur'ân-ı Kerim'de bildirilen ve Peygamberimiz tarafından haber verilen bütün kıyamet alametlerinin gerçekleşeceğine iman ediyorum. Ama bu inanca hiç kimseyi zorlayamam.
İmam Mehdinin geleceğine inanıyor olmak, yapılması gereken asli vazifeleri terk etmek anlamına gelir mi peki? Yani Mehdinin geleceğine inanmakla, hiçbir icraat yapmadan Mehdinin gelişini beklemek aynı şey midir?
Hz. Enes'in (r.a ) rivayet ettiği bir hadiste adamın biri Peygamberimize şöyle sorar: "Ey Allah'ın Resulü! Kıyamet ne zaman kopacak?"
Hz. Peygamber (SAV) şöyle cevap verir: "Kıyamet için sen ne hazırladın?"
Tirmizî'nin Zühd bahsinde geçen bir hadisten iktibas ettiğim bu ifadeler her şeyi açıklıyor aslında.
Yani, Hz. Mehdi gelecek ama onun gelecek olduğunun bildirilişi, bizim şu andaki sorumluluklarımızı iptal edip ortadan kaldırmayacak. Yani bizler Müslümanlar olarak, her hâlükârda Kur'ân'ın emirlerini tatbik etmek ve sünnetin hakikatini yaşamakla mükellefiz.
Daha adil ve daha huzurlu bir dünyayı inşa etmek için çalışmayı Mehdinin gelişine kadar ertelemek ise, hiç de Müslümanca bir tavır değildir.
Yani, “Halep'teki, Musul'daki, Arakandaki çocuklardan bana ne? Hz. Mehdi gelsin de onları kurtarsın!” deme gibi bir umarsızlık lüksümüz olamaz.
Eğer böyle bir lakaytlığa kapılmışsak, aşağıdaki âyet-i kerimeyi bir kere daha okuyup tefekkür etmemiz gerekiyor demektir:
“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” (Nisa, 75)
İKİ KUTUPLU BİR ORTADOĞUYA DOĞRU
Rusya ve ABD, günün birinde Ortadoğu'dan çıkmak zorunda kalacak. Bölge, iki önemli devletin etkisinde gelişmeye devam edecek. İran ve Türkiye, Ortadoğu'nun iki önemli kutbunu temsil eden iki güçlü devlet olarak daha belirleyici rollere bürünecektir gelecekte.
Bu fiili durum, iki ülkenin omzuna da tarihi sorumluluklar yüklüyor. Yani bu iki ülke de birbirlerine rağmen politika üretmeyecekleri bir kesişme yaşıyorlar sahada.
Türkiye şu ana kadar İran'ın etkisi altındaki Şii bölgelere yönelik herhangi bir tehditte bulunmadı. Aksine çatışmaları önleyici bir tutum takındı sürekli.
Ancak İran, elindeki Velâyet-i Fakih kozunu da kullanarak, kendi resmi çıkarlarına hizmet eden bir Arap dünyası inşa etmeye çalıştığını defalarca gösterdi.
Bütün Müslümanları temsil etmesi beklenen İslam Peygamberine dair bir filmde bile, kendi yayılmacı bakışını oluk oluk akıtan bir anlayışı benimsedi örneğin.
Bu gibi asimilasyon projeleri, Arap dünyasındaki Şiileri, Sünni Araplar nezdinde töhmet altında bırakan ve Sünni-Şii çatışması ihtimalini arttıran negatif bir hava doğuruyor.
Üstelik bu filmin İslamofobi'yi önlemek için çevrildiğini iddia etmek de anlamsız. Çünkü İslamofobi'yi önlemenin yolu Musul'da, Halep'te, Yemen'de çocukları, kadınları katletmeyi bırakmaktan geçer öncelikle. Yani Hz. Muhammed'in adil oluşunu ya da iyiliklerini anlatarak değil, bizzat kendimiz Peygamber gibi adil ve iyi olarak önleyebiliriz İslamofobi'yi.
Kendisi de Şii bir din alimi olan, Lübnan Arap İslam Konseyi Genel Sekreteri Muhammed Ali el'Hüseynî bu fiili durumdan şikayet eden yüz binlerce Arap Şii'den sadece birisi.
Hüseynî, Persleştirme politikasındaki tehlikeyi tespit ettikten sonra kendilerinin bu yayılmacı politikaya bakışını şöyle resmediyor:
"İran rejimi, Arap ülkelerindeki Şiileri, bu ülkelerin güvenliğini sarsmak için kullanıyor. Onlara, 'size ülkenizde zulmediliyor, birinci sınıf vatandaş değilsiniz ve sizin için asıl merci Velayet-i Fakih'tir (Ali Hamaney)' deniliyor. Bu, doğru değil. Çünkü biz Şii Araplar olarak kendi vatanımıza bağlıyız, Velayet-i Fakih'e hiçbir bağlılığımız yok." (https://www.timeturk.com/lubnanli-sii-din-adamindan-iran-uyarisi/haber-362862)
Bu noktada, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkelerin, bütçesini İran'ın karşıladığı o filmi neden yasakladığını da anlamış oluyoruz. Arap Şiilerinin bile şikayet ettiği bir asimilasyon niyetinden, Sünni Arap dünyanın şikayet etmemesi saçma olurdu çünkü.
İslam dünyasının neredeyse %80'ini temsil eden Sünni bakışı asimle etmek bir yana adeta yok etmeye çalışan bir filmi eleştirmekten daha doğal bir şey olamaz. Ancak bize göre, aynı inancı ve ideolojiyi paylaşanların bu filmi izleme hakları da ellerinden alınmamalıdır. Adil olan budur.
Belki de bu filmle amaçlanan Sünni dünyayı Persleştirmekten daha çok, İslam dünyasının neredeyse yüzde 20'sini temsil eden Şii dünyayı Persleştirmektir. Geçmişte, Osmanlı tarafından bozulan Pers hayali de budur. Bu hayalin gerçekleştirilmesi halinde, daha o günlerde İslam dünyası ortadan ikiye bölünecekti belki de.
Bu bölünüş ise, İslam dünyasına kandan, gözyaşından, öfkeden, terörden, kinden, nefretten başka hiçbir şey hediye etmeyecekti. Bugün olduğu gibi…
Başkalarının hakikatine saygı duymayan ve hakikati sadece benim istediğim gibi görmek zorundasın diyen, baskıcı politikaların sonucudur bu. O film de böyle bir politikanın yansıması değil miydi?
Yemen Zeydilerinden tutun da, Lübnan Şiilerine kadar bu Persleştirme politikasından rahatsız olmayan yok. Sünnilerin bu politikadan rahatsız olmasına şaşmak ise, asıl şaşılası tutumdur.
VARSAYALIM Kİ MEHDİ GELDİ…
İslam dünyasını bölen, inanç farklılıklarından çok hâkimiyet mücadeleleri olmuştur. Ortadoğu'ya hakim olma arayışı içinse, istismar edilmeyen “dini inanç” ya da “dini oluşum” neredeyse kalmamıştır.
Varsayalım ki, şu anda İmam Mehdi yeryüzündedir ve hilafet sancağını zalimlere karşı göndere çekmiştir. Bu durumda Mehdi, İran devletinin gönüllü bir komutanı mı olacaktır, yoksa bütün İslam dünyasını temsil eden bir küresel önder mi olacaktır?
Mehdi, Persleştirme politikasını mı takip edecektir; yoksa İslam dünyasının birlik olması için gerekli uyarılarda mı bulunacaktır?
Mehdi, Halep'teki sivilleri katledecek midir? Halep'te Eylül ayından beri katledilen yüzlerce masum çocuğu Mehdi'nin katletmiş olduğunu kim savunabilir mesela?
İmam Mehdi geldiğinde Musul'da, Irak'ta, Suriye'de, Yemen'de nasıl bir politika takip edecektir? Hep İran'ın menfaatini mi gözetecektir yoksa gerçek adaleti mi?
Türkiye'nin çıkarlarını önlemek uğruna komünist ve ateist bir terör örgütünü destekleyip epey büyükçe bir şeytanla, Sünnilere karşı ittifak kuracak mıdır mesela?
Yüz binlerce insanı katledip milyonlarcasını süren Esad'ı alnından öpecek midir? İrancılık mı yapacaktır, Arapçılık mı, Mısırcılık mı, yoksa İttihad-ı İslam'ı mı savunacaktır?
Mekke'ye füze fırlatan Husileri ya da Yemen'deki bir düğünü bombalayan Suudileri başarılarından dolayı tebrik edecek midir? Ya Batı'nın istekleri için İhvan-ı Müslimini harcayan sözde Sünnilere ne diyecektir? Dersim katliamını savunanlara ödül takacak mıdır?
MEHDİCE BİR İTTİFAK İMKANSIZ MI?
Hayal gücümüz, milliyetlerimizin ve kültürlerimizin muhafazakâr duvarına her çarptığında, Mehdi tasavvurumuz daha da küçülüyor ve tahayyülümüzdeki Mehdi bencilleşiyor maalesef.
İmam Mehdi, sanki emirlerimize uymakla mükellef bir köle ve bu yüzden bizim daracık hayalimizdeki o mutaassıp, o baskıcı, o bencil dünyayı inşa etmek zorunda!
Halbuki Mehdice perspektif, milletler, medeniyetler ve kültürler ötesidir. Aynen dedesi Hz. Muhammed'in o yüksek bakışında yani Kur'ânî bakışta olduğu gibi…
Tarafgirlikle küflenmiş her siyasi eylem bir zulüm çürüyüşüne gebedir. Mehdi'nin tarafgirliği ise ancak Allah'ın saltanatınadır. Çünkü Mehdi buralı değil, daha çok Ora'lıdır.
Mehdice bir bakış açısıyla bakıldığında Halep de, Yemen de, Hiroşima da, 15 Temmuz da birer Kerbeladır. Bu noktada, tarafların milliyetinin ya da mezhebinin ne olduğunun, seküler küresel güçlerin kimi ne kabul edip etmediğinin hiçbir önemi yoktur.
Hz. Mehdi, bütün mezheplerin ve milliyetlerin üstündeki o adil konumuyla, bize de bir yol gösteriyor aslında. İşte bu yol, Şiilerin de Sünnilerin de; İran'ın da Türkiye'nin de çatışmaksızın yaşamasını sağlayacak gerçek adalet yoludur.
Unutmayalım ki, dünyanın farklı coğrafyalarına zulümler ekip ayrılıkları derinleştirmek, Mehdi'nin değil Deccal'in şe'nidir.
Müslümanlara düşense adalet temelli küresel bir ittifaktır. Mehdiyi bölünerek ve zulümleri arttırarak değil de, küresel bir adalet birliğini inşa ederek karşılamak daha Mümince değil mi?