28 Şubat postmodern bir darbe değil, seküler içerikli bir modernist darbe girişimiydi. Modernizme karşı olmak bir yana tam da modernizmin göbeğinden, post-modernizmin çoğulculuğuna bir başkaldırıydı.
Bu gerçeği anlayabilmek için, öyle çok gayret sarf etmemize de gerek yok. Bize dayatılan kavramlardan şüphe etme arayışı içinde olmamız bile gerçeği anlamamız noktasında yeterli olacaktır.
28 Şubat sürecinin mimarlarının isteklerine bir göz attığımızda, bu sürecin Batı tipi bir aydınlanmacı modernizm adına yapıldığını hemen anlarız.
Bu darbe hareketinin başındaki askeri grubun Batı Çalışma Grubu olarak adlandırılmış olması bile, modernizmin üstüne kuzu postu serilmesiyle onun post-modernizme dönüşemeyeceğini kanıtlıyor.
Çünkü 28 Şubat girişimi, tek tipçi bir zorbalık eylemine karşılık geliyordu ve çoğulculuğu seven post-modernizm kavramının bu girişimle yan yana anılması büyük bir cinayet alacaktır.
POSTMODERNİZMİN RENGİ, BOYASI, KAPORTASI
Çoğulcu postmodernist duruş doğası gereği, herhangi tek tipçi bir ideolojinin demokrasi ve hukukun teminatı olduğuna vurgu yapamazdı.
Ancak, hükümete dayatılmaya çalışılan 28 Şubat kararlarını incelediğimizde, bu kararlarda Türkiye'de yaşayan insanları tek tipçi bir kimliğe büründürme, çoğulcu düşünceyi ise güçlü bir şekilde reddetme arayışına şahit oluyoruz.
Bırakın tek tip ideolojiyi, tek tipçi bir kıyafet kanununa vurgu yapan böyle katı bir anlayışın neresinin post-modern olarak anılabileceği de ayrı bir soru işaretidir.
28 Şubat'ta gerçekleştirilen bu menfur girişimi, seküler ve modern bir darbe olarak adlandırmak en doğrusu olacaktır.
Henüz daha toplumsal travmasını yaşadığımız 15 Temmuz darbe girişimi bile sekülerizm ve modernizm adına yapılmışken, daha erken bir girişimin yanına postmodernizm kavramını koymak gerçeklerle uyuşmaz.
28 Şubat Postmodern Darbesi gibi trajikomik söylemlerden artık vaz geçmek gerekiyor. Post-modernizmin kurban derilerini bir devlet kurumuna zorla verdirmek gibi bir ilkesi olduğu konusunda eminseniz, o zaman size diyecek bir şeyim olamaz.
Böyle bir kavram kargaşası zaviyesinden bakıldığında evet, 28 Şubat postmodern bir darbedir, ak karadır, gece gündüzdür, kış ise yazdır.
Post-modernizmi kendisi yapan ilkeleri vardır ve bu ilkeler onun modernizmin katılığından azad eder.
Klasik modern yaşamı sorgulaması, tek bir gerçek anlayışını reddetmesi, eklektik bir üsluba sahip olması, belirsizliği ve çoğulculuğu yüceltmesi, post-modernizmi modernizmden farklılaştıran temel özelliklerdendir.
28 Şubat modern darbesi sonrası ortaya çıkan Ak Parti hareketini, postmodern bir duruş ve modernizmin katılığına postmodern bir çoğulcu karşı koyuş olarak adlandırmak bile daha mümkün görünüyor.
POSTMODERNİZM Mİ YOKSA LİBERAL MODERNİZM Mİ?
Bendeniz her ne kadar post-modernizmi, küresel modernizmin meşrulaştırılması için geliştirilen suni bir kavram olduğunu düşünse de, bu kavramın kendine has, Kuantumcu evren görüşünden beslenen özellikleri olduğunu inkar etmiyorum.
Bu noktada “modernizm sonrası” anlamına gelen post-modernizm ifadesinin bile yanlış bir kullanım olduğunu ifade etmek istiyorum.
Bana göre post-modernizm, modernizmin katılığını yumuşatma arayışından başka da bir anlama karşılık gelmiyor. Yani bir çeşit light-modernizm oluşturma arayışından bahsediyoruz.
Post-modernizm, katılaşmış modernizmi, Fukuyama'nın Tarihin Sonu olarak gördüğü Liberal Demokrasiye uyarlama arayışından başka da bir şey değildir.
Diğer bir yönüyle de post-modernizm kavramı, sanayi kavramıyla ilişkilidir ve sanayi sonrası hizmet devletinin genel özelliklerini betimler. İşte bu nokta Ritzer ve Bell'in de buluştuğu noktadır.
28 Şubat Türkiye'sinin sanayi sonrası bir toplum özelliği gösterdiğini iddia etmek ise, bu darbenin postmodernist bir darbe olduğunu söylemek kadar gülünç olacaktır.
Muhtemelen, post-modernizm kavramı yerine liberal modernizm ya da light (yumuşak) modernizm kavramını kullansak bile yanlış yapmış olmayız.
BU ÖLÜMLÜ HALİMİZLE ÖZGÜR OLABİLİR MİYİZ?
Evet, seküler tiranlık, ülkeleri bölüp parçalayabilmenin yolunun Liberal demokrasiden geçtiğini çoktan anladı.
Dünya çapında kurdukları seküler sistemin ana işletim sistemi olan modernizmi, zamanın ruhuna göre yeniden güncellediler ve bizi bu kavramın görece esnekliğiyle ayartmayı başardılar.
Çünkü özgürlük kavramının, ahlak olarak adalette sınıfta kalmış ya da resmi adalet kurumları oturuşmamış toplumlarda; üst yapıda tiranlığı, tabanda ise anarşiyi nasıl doğurabileceğini çok iyi biliyordu Batı.
Hele de anarko-kapitalizm ve minimal devlet anlayışı gibi, devleti buharlaştırıp doğa durumuna indirgeyen ya da olabildiğince daraltan Liberal anlayışların hücumu hengâmında, Rusya gibi, Türkiye gibi, Irak gibi, Suriye gibi çok kültürlü ve etnisiteli sistemleri ayartıp bölmenin bir yolu olarak, düşmanlarımıza oldukça ballı görünmüş olmalı Liberal modernizm.
Bize göre ise, zihnimizi bütün küresel sonlulardan arındırıp, doğrudan doğruya sonsuzluğa bağladığımız anda, ancak o zaman hakiki hürriyeti elde etmiş olacağız.
Yoksa 13,7 milyar yaşında, 156 milyar ışık yılı çapındaki bu kocaman evrende, varlığımızın sıkışıp kaldığı bu daracık Dasein'ımızdan daha çokça feryat etmeye devam edeceğiz.
“Lehu mülk'üs semâvati ve'l ard” (Yerin ve göklerin mülkü O'nundur) diye haykıran Kur'ân-ı Kerim'e karşı, liberal modernizmin self ownership (Kendi kendine sahip olma) ilkesinden hareket etmeyi seçmek de bir tercihtir elbette.
Ancak, kalbini, hücrelerini, damarlarını, ellerini, gözlerini, ayaklarını, saçlarını ve her şeyini hazır bulmuş bir insanın, hem de varlığının devam ettirilmesini ancak dışarıdan seyredebilen bir insanın, kendine sahip olma iddiasının ne kadar gerçek dışı olduğunu da biliyoruz.
Bu yüzden biz, tevehhüm olarak olmasa da itikaden, özgürlük görünümlü bu boğucu self ownership mahkumluğunu değil, belonging to eternity (Sonsuzluğa ait olma) hürriyetini tercih ediyoruz.