Pek çok konuyu ciddiye almadığımız gibi “psikoloji” bilimini de ciddiye almıyoruz toplum olarak. Ciddiye almadığımız kavramların başında ise “algı yönetimi” geliyor.
Psikoloji bilimi bildiğiniz gibi tüm sosyal bilimler gibi Amerika'da kemale erdi. Bu ülkede psikoloji bilimi alanında oldukça yetkin uzmanlar yetişti.
Bu uzmanlar, temellerini İbn-i Haldun'un attığı toplum bilimi (içtima-yı beşeri, ilm-i ümran) ile psikolojiyi harmanlayarak, dünyadaki farklı toplumların algı süreçlerine istedikleri gibi müdahale ettiler, halen de ediyorlar.
Bu yüzden algı yönetimini başarılı bir şekilde gerçekleştiren ve kullanan ülkelerin başında geliyor Amerika.
Psikoloji biliminin önemli konularından birisidir “algı” konusu. Zira insan sadece duyumlarıyla değil daha çok algılarıyla yaşayan bir varlıktır.
Öncelikle sesler, görüntüler bir duyu organımız yoluyla duyulurlar ardından sinirlerimizde elektrik sinyallerine dönüşürler ve oradan da beynimize ulaşırlar.
Bu “duyum” faaliyetinin ardından insan için asıl anlamlı olan süreç başlar. Biz bu sürece “algı” süreci diyoruz.
Duyulan, görülen ve hissedilen şeylerin anlamlandırılma ve yorumlanma sürecini ifade eder “algı” kavramı.
O anki ruh halimiz, hayata bakış açımız, inançlarımız, o güne kadarki deneyimlerimiz algımızın oluşmasında etkilidir.
Eğer bir ferdin gündelik ruh hali, aile yapısı, inançları, hastalıkları ya da geçmişte yaşadıkları hakkında bir bilgi sahibiyseniz, onda istendik bir algıyı oluşturma şansınız yüksek demektir.
Aynen bunun gibi, uygun algı yasalarını kullanarak bir toplumun da algı süreçlerini yönetmek oldukça mümkündür.
Bir toplum için oldukça önemli bir ismin toplum nezdindeki olumlu algısını, planlı ve ciddi bir uğraş neticesinde olumsuza çevirebilirsiniz
Tam da bu noktada, ABD Savunma Bakanlığı tarafından geliştirilen “algı yönetimi” kavramıyla tanışmış oluruz.
Buna göre “algı yönetimi”, yabancıların her seviyedeki istihbarat birimleri ve liderleri de dahil olmak üzere, bu ülkedeki geniş kitleleri, kendi hedefleri doğrultusunda tavır almaları ve resmi adımlar atmalarının sağlamak amacıyla, seçilmiş bilgi akışını ve somut belgeleri yönlendirerek ya da reddiyesini oluşturarak, kitlelerin hislerini, güdülenmelerini, düşünce sistemlerini etki altına almaya çalışmak için yürütülen eylemlerin tamamıdır.
Ülkemizde “Gezi eylemleriyle” tanıştığımız bu algı yönetimi süreci, 17 Aralık operasyonu ve montaj kaset servisleriyle devam ederek bugüne kadar ulaştı.
İtiraf edelim ki, bu algı yönetimi süreci yabancı istihbarat ve strateji uzmanlarının da yol göstericiliğiyle başarılı bir şekilde uygulandı.
Cumhurbaşkanımız
Koalisyon hükümetinde yan yana bulunmayız diyen farklı uçlardaki siyasi cenahlar, Cumhurbaşkanına yönelik “hırsız”, “diktatör” vb. terimleri yaygınlaştırarak
7 Haziran seçimleri sonucunda ise, o güne dek sistemli ve kararlı bir şekilde uygulanan bu algı yönetimi sürecinin doğurduğu belirsizlik kavramıyla tanışmak zorunda kaldık.
Türkiye'ye ve Türk milletine hiçbir fayda getirmeyen bu “fetret” dönemi bize gösterdi ki, gerçekleştirilen algı yönetimi süreci Türkiye merkezli değildi aslında. Çünkü Türkiye'nin yararına bir sonuç doğurmadı bu süreç.
Millet psikolojik iktidarı kaybettiği an, reel iktidarı da kaybetti. Dövizin seyrinden tutun da Suriye'nin kuzeyindeki olumsuz gelişmelere kadar pek çok yansıması oldu bu düşüşün.
O halde algı yönetimini en iyi şekilde kim uyguluyorsa, yani psikolojik iktidarı kim elde ediyorsa gerçek iktidar da onda demektir.
2002 yılına kadar psikolojik iktidar belli başlı dış odakların menfaatlerini temsil eden “derin devletin” elindeydi bildiğiniz gibi. Medyasıyla güvenlik güçleriyle seçilmiş hükümetlere kök söktüren bir iktidardı bahsettiğim.
2002 yılından 2015 yılına dek gerçekleştirilen başarılı algı yönetimi çalışmalarıyla derin devletin psikolojik iktidarına son verildi.
Ancak 7 Haziran'da görüldü ki, milli iradeyi temsil eden hükümet algı yönetiminde artık eskisi gibi başarılı değildi ya da hükümet karşıtları algı yönetmede daha başarılı olmuştu.
Aslında bu ülkedeki ve hatta Ortadoğu'daki psikolojik iktidarı elde etmenin çok kolay bir yolu var. Bu yolu kısaca şöyle formüle edebiliriz:
Kİ + MİÖ+ MGV + AD = Pİ yani
Kudretini İspatlama + Milletin İsteklerini Önemseme+ Millete Güven Verme X (ADALET) = Psikolojik İktidar
Eğer bu gerçekleşmezse, Necip Fâzıl'ın deyimiyle; “öz yurdumuzda garip, öz vatanımızda parya” olmaya devam ederiz.
Çünkü psikolojik iktidar, acz ve zaafın olduğu yerde durmaz. Eğer kendi vatanında, kendi camini ibadete açamıyorsan; gerçekten kudretin/iktidar
İstediğin kadar zengin ol, istediğin kadar yüksek makamlara ulaş, istediğin kadar güçlü ol; paranı, makamını, gücünü kullanamıyorsan muktedir değilsin demektir.
O halde Ayasofya'yı ibadete açmadan hiç kimse psikolojik iktidarı ele geçiremez bu ülkede. Yirmi yıl iktidarda kalmak bile yetmez buna.
Acaba diyorum, Başbakan Ahmet Davutoğlu ülkenin hamiyetperver kutuplarını temsil eden Tuğrul Türkeş ve Yalçın Topçu'yla el ele yürüdüğü şu sıralarda; Fâtih semtine gidip Ayasofya'ya da bir uğrar mı?
Acaba bu vesileyle bu ittifaka Saadet Partisi ve Hüda Par da katılır ve milletçe seçimden sonraki ilk Cuma namazını Ayasofya'da kılar mıyız?
Acaba diyorum, hani acaba?