Suudi Arabistan, hafta sonu Şii din adamı Nimr el-Nimr'in de aralarında olduğu 47 kişiyi terör suçlamasıyla idam etti.
İnfaz edilenlerin 43'ünün El Kaide'ye bağlı Sünni cihatçılar olduğu, el Nimr dâhil 4 kişinin ise Şii azınlığa mensup olduğu açıklandı.
Suud'da yaşayan Şii din adamının idamı ile birlikte Tahran'daki Suudi Arabistan elçiliğinin basılmasıyla devam eden gerilim, karşılıklı tehditlerle tırmanmaya devam ediyor.
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyir, pazar günü düzenlediği basın toplantısında, Tahran'daki büyükelçiliklerinin basılmasından İran yönetimini sorumlu tutarak, İran ile diplomatik ilişkileri kopardıklarını ve İranlı diplomatların ülkeyi terk etmesi için 48 saat süre verdiklerini açıkladı.
Suudi Arabistan'ın İran'la her yerde yüzleşeceğini söyleyen Cubeyir; İran'ın Yemen'de yenilgiye uğratıldığını ve Suriye'de Esad'ı korumaya güçlerinin yetmeyeceğini açıklaması gerilimin tırmanacağına delalettir.
Suud yönetimi uzun zamandan beri İran rejimini Irak, Lübnan ve Yemen'in iç işlerine karışmakla ve Suriye'de ise devrim muhafızları, Lübnan ve birçok ülkelerden getirdiği Şii milisler aracılığıyla 250 bin insanın ölümü ile 12 milyon insanın yerlerinden edilmesine neden olduğunu dillendiriyordu.
İdamlar ile gelinen nokta aslında Suud'un uzun zamandır Yemen, Bahreyn, Irak ve Suriye'de İran ile yaşadığı gizli aşikâr çatışmanın en tehlikeli boyutudur.
Yaşanan idam olayından sonra, İran cephesinin verdiği misilleme olasılığının bir mezhep savaşına dönüşeceği görülüyor.
İran'ın dini lideri Hamaney'in resmi internet sitesinde yayınlanan açıklamada, “Şeyh Nimr Bakır el-Nimr idamına yönelik kuşkusuz ilahi intikamın elleri onun hayatını alan zalimleri boyunlarından yakalayacaktır ve bu bizim için bir teselli kaynağıdır” denilmesi İran-Suud arasında yaşanacakların habercisi niteliğindedir.
Ortadoğu'da bugün yaşananlar 1991-95 Yugoslavya'nın dağılma sürecini hatırlatıyor. Şii-Sünni savaşından ziyade Irak, Suriye, Yemen ve Suud'un bölünme tehlikesi her geçen gün büyüyor diye düşünüyorum.
1980-1988 yıllarında İran ve Irak arasında yaşanan savaşta yaklaşık bir milyon kişi hayatını kaybetmiş ve 4 milyon yetim geride kalırken açlık ve yoksulluk her iki ülkede de ağır yıkımlara yol açmıştı.
Irak'ın zaferleri ile başlayan savaş, İran'ın direnmesiyle galibi olmayan bir sürece dönüşürken geride asla toparlanamayan paramparça bir Irak manzarasına sebep olmuştur.
Dün Irak'ın İran'a saldırması sonucunda 1 milyona yakın Şii-Sünni hayatını kaybederken, uzun yıllar İslam dünyası bu savaşın travmasını üzerinden atamadı.
Bugün İran ve Suud'un savaşması İslam dünyasında çok ciddi bir kırılma, bölünme ve parçalanmaları beraberinde getirecektir.
Bu çatışmanın Asya'dan Balkanlar'a, Kafkasya'dan Orta Doğu'ya ve Afrika'ya kadar bölünme etkisi oluşturacak bir güce, alt yapıya sahip olduğunu unutmamak gerekiyor.
İran, BMGK ile nükleer anlaşmaya sadık kalarak, geçtiğimiz hafta zenginleştirilmiş uranyumun büyük bir kısmını Rusya'ya teslim ederek çok önemli bir adım attı.
İran nükleer programını, Batı'nın isteği doğrultusunda sınırlayarak doğalgaz ve petrol piyasalarına yeniden girme hakkını elde etmeyi düşlerken aynı zamanda ekonomik ambargodan da kurtulmuş olacak.
İran, bölgede özellikle Şii dünyasının yoğun yaşadığı Irak, Yemen, Bahreyn ve Lübnan gibi ülkelerde hamilik rolünü üstlenmiş olacağının işaretlerini veriyor.
Suud-İran krizinin, 25 Ocak'ta Suriye zirvesini de olumsuz olarak etkileyeceğinin altını çizmekte fayda var.
Bu kriz, Suriye'de süren savaşın daha da çetin bir sürece gireceğine delalettir.
Suriye'de savaşın geldiği nokta, İran'ın Sünni dünyasından her geçen gün uzaklaşmaya başladığı algısını da güçlendirmektedir.
Dün Irak'ın İran'a saldırmasının bize kaybettirdikleriyle bugün İran'ın, olası Suudi savaşı ve Suriye'deki algısı Şii-Sünni dünyasında çok büyük kırılmalara gebedir.