Akit yazarı: Erdoğan yarı özür dilemeli
Akit yazarı Faruk Köse, Erdoğan Kabataş ve Dolmabahçe iddiaları için yarı özür dilemeli, dedi...

Oluşturma Tarihi: 2015-06-24 01:14:21

Güncelleme Tarihi: 2015-06-24 01:14:21

Yeni Akit Gazetesi yazarı Faruk Köse, Gezi Eylemleri sırasında Dolmabahçe Camii'nde içki içildiği, Kabataş'ta başörtülü bir kadına taciz edildiği iddiaları için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yarı özür dilemesi gerektiğini söyledi. Köse, “Örneğin CHP iktidarda olsaydı, bizlere bu kadar hak vermeyebilirdi ama Müslümanların hayatında da bu kadar yozlaşma olmazdı. AKP'yle birlikte bizim kitle bir rehavete kapıldı,” dedi.

Faruk Köse'nin T24'ten Hazal Özvarış'a verdiği röportajda sorulara verdiği cevaplar şöyle:

- Şeriatın gelmesini, hilafetin ihya edilmesini savunan bir isim olarak sizce AKP'nin oyları neden düştü?

AKP'nin oylarını kaybetmesinin birçok sebebi var ama asıl sebepler endişelerdi. Bunlardan üçü öne çıkıyor. Birincisi çözüm süreci. İnsanlar, çözüm sürecindeki hatalar nedeniyle korktu ve “bölünüyor muyuz” endişesine kapıldı. Çözüm isteyen, ama PKK'ya alan kazandırılmasını, bölgenin fiilen PKK'nın egemenliğine terk edilmesini eleştiren İslami kesimden pek çok kişi, bu yüzden AKP'ye oy vermekte tereddüt yaşadı.

- Problem sizce İmralı ile görüşülmesi mi?

Hayır. Şahsen ben, kan duracaksa Apo'nun serbest kalmasına bile taraftarım. Daha büyük belaları savuşturmak için, insanlar bazı sıkıntılara katlanır. Asıl endişe, Güneydoğu'da tüm dağlarıyla, köyleriyle, mezralarıyla kırsal alan, kamu binaları dışında ilçeler, geceleri de il merkezleri tamamen PKK'nın kontrolüne bırakıldı. En azından toplumda böyle bir algı oluştu. Bu da insanları korkuttu.

AKP'nin seçimi kaybetmesinin bir diğer önemli nedeni, Kırmızı Kitap'a “devlete paralel bütün yapılanmalar” yazılması. Böylece tüm cemaatler, daha önceki tanımsız "irtica" kavramında olduğu gibi, hedef haline getirildi. İnsanlar, iktidara kendileri gibi düşünmeyen bir grup geldiğinde bu ifadenin, “irtica” gibi kendilerine karşı kullanılacağını düşündü.

İSLAMİ BAZI ÇEVRELERDE 'DİKTATÖRLÜK SİSTEMİ' KORKUSU

- Sizce Gülen cemaati ile çatışma değil, gelecek senaryoları mı İslami çevrede soru işaretleri uyandırdı?

Tabii ki. Bir cemaatle mücadele etmek için yapılan tanımlama, bütün cemaatleri suçlu hanesine yazdırabilecek nitelikte.

Oyların düşüşündeki üçüncü önemli sebep de, başkanlık sisteminin doğru izah edilemeyişi. Ben bu sisteme tarafım ama sistem insanlara doğru anlatılamadı ve İslami çevreler içinde önemli bir kitle, “Başımıza diktatör mü gelecek” diye korktu. Bu, “Erdoğan başımıza diktatör mü olacak” değil, “Bir diktatörlük sistemi mi gelecek” korkusuydu. Çünkü şahısların inisiyatifine bırakılan sistemler, kötü niyetli şahıslar geldiğinde zulme dönüşebilir.

- İslami çevreler, aralarında “Diktatörlük yoluna çoktan girdik” diye düşünenlerin ciddi bir kesimi oluşturduğu laik çevrelerin endişelerini ne kadar dert edindi?

Ben bu endişelerin doğru olmadığını düşünüyorum. Özellikle laik çevrelerin hangi hakları kısıtlanıyor, yaşam tarzlarına hangi müdahaleler yapılıyor ki? Bu, aslında yıllardır ezdikleri İslami kesimin haklarına kavuşmasına hazmedememe durumudur.

"ELEŞTİRİLERİME HİÇ TEPKİ GELMEDİ, BÖYLE DİKTATÖR MÜ OLUR?"

- Sorumuz bir fikrin doğruluğundan ziyade, farklı kesimlerin birbirini ne kadar önemsediğine ilişkindi. Yine de Akit internet yasasına karşı çıkanları “pornocu” olarak itham ederken, siz “Yargı diktatörlüğü getirir”, Twitter'ın kapatılmasını “3. sınıf oligarşik diktatörlüklerde görülebilecek bir sansür” olarak nitelediniz. Bu ifadeler sizin de benzer endişelere sahip olduğunuz izlenimi veriyor.

Doğrudur, bu tür yasakları doğru bulmuyorum. İnsanların fikirlerini özgürce ifade edebilmelerinden yanayım ve fikir özgürlüğünün kısıtlanması beni bozar. Ancak, şu anda iktidarın potansiyel olarak ona ulaşma gücü yok. Bakın, Erdoğan hakkında her şey yazılıyor, çiziliyor. “Bu adam diktatördür, tek sözüyle gazetecileri işten arttırıyor” diyorlar ama ben başından beri eleştirilerimi yazdım ve bana bir kelimelik tepki gelmedi. Telefonlar geldi ama “İşin aslı bu” diyen telefonlardı. Bizim camiada ağırlığı fazla olan biri de değilim, tek telefonla beni gazetemden edebilirdi, ama Erdoğan veya başkası bunu yapmadı. Böyle diktatör mü olur?

- Bir varsayım: Sizce Erdoğan veya çevresinden işten çıkarılmanız yolunda bir telefon gelse, Hasan Karakaya veya gazete patronajı buna karşı çıkar mı, çıkmaz mı?

Daha alt seviyelerde gelen tepkilerde patronajın bunu kaale almadığını biliyorum. Ancak tepki daha üstten gelirse ne yaparlar bilemiyorum. Sanırım bir muhasebe yaparlar; beni tutmak mı gazete için daha faydalı, atmak mı? Burada hangisi ağır basarsa onu yaparlar diye düşünüyorum. Ama hakkaniyeti korumaya gayret edeceklerini düşünüyorum.

"ERDOĞAN'IN LOKAL MÜDAHELELERİ OLABİLİR"

- “Bana tepki gelmedi, böyle diktatör mü olur” deseniz de Erdoğan, bir mitinginde bir gazeteciyi hedef alarak “Batsın böyle gazetecilik” veya başka bir gazeteci için “Soyadı Mert ama o namert” demedi mi?

Bunları diyebilir, normaldir. Eleştiri hakkını kullanamaz mı? Bir siyasi, bazı gazetecilerin gazeteciliklerini eleştirebilir.

- Bu sözlere AKP yöneticilerinin telefonları eşlik etti. Derya Sazak, Yalçın Akdoğan tarafından arandığını söylerken Erdoğan, Bahçeli'nin Gezi sürecinde Abdullah Gül'ü göreve çağıran ifadelerinin altyazıdan kaldırılması için Habertürk'ü aradı. Bunları yok mu sayıyorsunuz?

Lokal bazı durumlar olmuş olabilir. O günkü hassas ve kritik zeminde, tepkisellikle doğan durumlar olabilir ama genel bir diktatörlük politikası olduğunu düşünmüyorum.

- Sizin için ne “lokal”, ne “genel”?

Gezi süreci kritik bir kalkışmaydı, hatta deprem diliyle konuşacak olursak, 8 şiddetindeydi. Bu aşamada “Neden bu işe körükle gidiyorsunuz” tarzında bir tepkisellik gösterilmiş olabilir. Bazı geçmişten gelen hatıra dayalı talepler olabilir bunlar. Yani genel bir müdahale değil de, vaka bazlı bir müdahale olması, genel politika olarak basına baskı anlamına gelmez. Mesela Sözcü her istediğini yazıyor. Erdoğan diktatör olsa ne kadarını yazabilirdi?

"HÜKÜMETİ YIKMAK İNSAN HAKKI OLMALI AMA..."

- Yazılarınızda geçen “Hükümeti devirmeye çalışmak haktır” ifadenize rağmen, bu iddiaya sahip olduğu hükümet tarafından ileri sürülen Gezi Parkı eylemleri sizin için neden “darbe”?

Gezi'yi dış destekli gördüğüm için ona darbe diyorum. Ama insanların hükümetleri devirme hakkı olmalıdır. İnsanlar, devlet düzenini değiştirmek için paralel, yatay, dikey, nasıl gerekiyorsa örgütlenebilmeliler. Mesela, ben İslam devletini kurmak istiyorsam, bunu kurabilecek nitelikte Müslümanların yapılanması, kadrolarını yetiştirmesi lazım. Bu da tam anlamıyla paralel devlet yapısını kurmak demek. Bakınız, İhvan, Mısır'da kurumlara egemen olamadığı için devrildi. O yüzden, "paralel" tartışmasına stratejik olarak katılmıyorum.

- Gezi sürecinde mealen şunu yazdınız: “Namusuna, dinine dil uzatıldığında dindar Müslümanları hiçbir güç yerinde tutamaz. Bugün meydanlarda terör estirenler kaçacak delik bulamaz. PKK solda sıfır kalır. Polis asayişi sağlamalı.” Birkaç ay geçtikten sonra polise verilecek yetkileri eleştirecek siz, neden polis şiddetini göreve çağırdınız?

Ben polis şiddetini çağırmadım. Polisin asayişi sağlaması gerektiğini yazdım. Çünkü asayişi sağlamak polisin görevi. Ama polisi göreve çağırırken, ona diktatörce yetkiler verilsin, üstümü istediği gibi arasın, kafasına göre istediği insanı içeri alsın demiyorum. Bu ikisini karıştırmayalım. Eğer asayişi polis sağlamaz da iş karşıt kitlelere kalırsa, işte yazıda dediğim o durumlar olabilirdi. Bunun olmaması için, polisi vazifeye çağırdım. Ama usturuplu olarak. Gezi Parkı eylemlerine ilk başta ben de destek veriyordum, ağaçların kesilmesine karşı çıkılıyordu çünkü. Fakat Gezi, başlangıçtaki masum halinden çıkarılıp, dış mihrakların, uluslararası güçlerin “Bu hükümeti nasıl hizaya getiririz” sorusuna yanıt noktasına getirildi. Elbette hükümeti yıkmak, tabii ki meşru mücadele yollarıyla olursa, insanların hakkı olmalı, ama kendi iç bünyesinde olmalı, birilerinin piyonu, taşeronu, projesi olarak değil.

- Vaktiyle Erdoğan'a da destek veren Guardian'ın veya CNN'in Gezi Parkı eylemlerinde, şiddet gören eylemcileri desteklemesi mi sorun?

O kadar basit değil. Onun arka planında İsrail'e kadar uzanan sistemler var.

"EYLEMLER OLDUĞUNDA GEZİ PARKI'NA GİTTİM"

- “İsrail desteği alan Geziciler” demek için bir dayanağınız var mı?

İlk baştaki çevreci gruba destek verdiğimi söylüyorum. Oraya da gittim, oturdum, arkadaşlarıma da anlattım, desteğe çağırdım; hatta onlarla da birbirimize girdik. Ama bu çevreci grubun eylemlerine, sonra marjinal, militan gruplar da katıldı. MeselaLevent Kırca'nın İstanbul'u ele geçirdik naralarını unutmuş olamazsınız. Daha nice veriler var. Toplumsal bir gerilim yaşandı. Hükümete karşı ve hükümetin yanında olan iki grup oluştu ve çatışma noktasına gelindi. Yani fiilen yaşanan bir çatışma sahnesi vardı. Çatışmayı değil, asayişi tercih ettim.

- Size toplumsal gerilimin müsebbibi kimdi?

Müsebbibi kim olursa olsun, bu çatışmanın önlenmesi için polisin asayişi sağlaması gerektiğini söylüyorum. Ayrıca İslami kesime ve hatta İslami değerlere saldırılar olmaya başladı. O esnada, “Kitleleri provoke ederseniz, İslami kesimi cihat havasına büründürürseniz öyle bir kaos oluşur ki önünü kimse alamaz” dedim. Bu durumda asayişi ben sağlamayacağım herhalde, polis sağlayacak. Bunu istemenin nesi yanlış?

- 8'i sivil 10 kişi ölünce polis asayişi sağlamış oldu mu sizce?

Keşke o 10 kişi ölmeseydi. Eğer insanlar ölmeden bir birim zaman yerine, daha uzun zamanda çözülebilecekse, daha yavaş davranmak gerekecekse bu daha iyi olurdu. Ama polis asayişi sağlamasaydı çok daha fazla kişi ölecekti. Oraya doğru gidiyordu.

"DAVAMI GÜTMEYEN KİMSE MESCİDİMİ AMAÇLARI İÇİN KULLANAMAZ"

- Toplumsal gerilimde rol oynayanlardan biri Dolmabahçe Camii'nde içki içildiği iddiası oldu. Siz bir yazınızda “İç savaşa kalkışıp camiyi işgal edecek, içki içecek, ayakkabılarıyla insanların secde ettiği halıyı kirleteceksin, ama bu yanına kalacak öyle mi?”...

Vaziyet buydu. Kitleler buna bileniyordu, ben de dile getirdim. Hem, camiye ayakkabılarıyla girmediler mi?

- AKP kurucusu Fatma Bostan Ünsal'dan alıntıyla: “İnsanlar can derdiyken caminin halısı gitse ne olur?”

Benim davamı gütmeyen kimse, hatta benim mescidime, davama karşı söz eden kimse, benim mescidimi de amaçları için kullanamaz.

"İSTERSEN GEBER GİT" DİYEN BİR KİTLE OLUŞMAYA BAŞLAMIŞTI

- Faruk Köse'yi tanımak için soracağız; bir kişiye kafası kanarken “Camimden, mescidimden, halımdan uzak dur” mu diyorsunuz? Sizce halı, candan daha mı değerli?

Öyle şey olur mu? Birinci öncelik insan hayatıdır. Buradaki durumun farkı, fiili çatışma ortamı. İnsanlarda “camiye ayakkabıyla girdiler, içki içtiler, Başbakanlık ofisini basacaklardı, o insanlar camiyi üs olarak kullandılar” algısı oluştu. Üstelik de camiye, İslam'a karşı insanlardı bunlar, kitlelerin algısı böyleydi. “Hem kökü dışarda bir hareket olacaksın, hem de inançsız kişiler olarak gelip benim camimde bunu yapacaksın. İstersen geber git, bana ne” diyen bir kitle oluşmaya başlamıştı. Hem, camiye sadece yaralılar girmedi. Caminin her noktası dolup taştı. Ben de asayiş sağlanmazsa, bunun önünün alınamayacağını yazdım.

- Yazınızda bir iddiayı veya insanların algısını aktarıyorsunuz gibi bir nüans yoktu.

Öyle anlaşılıyorsa yanlış ifade etmişim. Niyetim o değildi. Ancak yaralılar dışındakilerin camiye öyle ayakkabılarla girmesini ve o hali tasvip etmediğimi de belirtmeliyim.

- Sizce Dolmabahçe'de içki içildiği kanıtlanabildi mi?

Bu hususta bazı resimler var tabii ki, ama kesin bir ispat yok gibi.

"KABATAŞ TACİZİNİ YAZMADIM, ALLAH KORUDU"

- Siz Kabataş tacizi iddiasını neden yazmadınız?

İlk duyduğum anda, çelişkili şeyler gördüm ve bekleyeyim dedim. Dolmabahçe'de ayakkabı, kola kutuları vb. fotoğraflar vardı ama Kabataş'ta yoktu. İşin aslı da bir türlü ortaya çıkmadı. Haberi ilk yapanlar bile pişmanlık ifade etmeye başlayınca, kendi kendime, “Allah seni korudu, iyi ki yazmamışsın” dedim. İşin sonunda mahcup olmak da vardı.

"ERDOĞAN DOLMABAHÇE VE KABATAŞ İDDİALARI İÇİN YARI ÖZÜR DİLEMELİ"

- Sizce bu olayları gerçek gibi zikreden Erdoğan bugün özür dilemeli mi?

Dilemeli ama, “Beni yanılttılar” tarzında. Sonuçta bizzat gidip görmüş değil. Kendisine güvendiği kadrolar tarafından getirilen bilgi olmadan öyle bir açıklama yapmazdı herhalde. Bu yüzden, özürden ziyade, "Beni yanılttılar" türünden bir yarı özür gibi olabilir. Ancak, zihniyetime göre, eğer bu bilgiler yanlışsa özür dilemesi daha faziletli olur. Üstelik toplumda böyle bir özür prim de yapar. İnsanlar, hatalarından geri adım atanları severler.

RÖPORTAJIN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ!!!