ANALİZ: 'Diktatör' ile AB Konseyi ve AB Komisyon başkanlarının görüşmesi
Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Kemal İnat, ‘Türkiye-AB Zirvesi: Reelpolitik geri mi dönüyor?’ başlıklı analizinde Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Ankara ziyaretini değerlendirdi. Prof. Dr. İnat, “Türkiye-AB ilişkilerini kendi çıkarlarına kurban etmekten çekinmeyen çevreler hoşlanmasalar da Türkiye ile AB’nin bölge sorunlarının çözümü ve ilişkilerin rasyonel zeminde geliştirilmesi için en üst düzeyde temaslar gerçekleştirmeleri en doğru yol” ifadesini kullandı. Prof. Dr. İnat'ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Avrupa'da 'diktatör' olarak lanse edildiğine ilişkin çelişkiyle birlikte dikkat çektiği makalesinden bir bölüm...

Oluşturma Tarihi: 2021-04-08 14:08:31

Güncelleme Tarihi: 2021-04-08 14:08:31

Salı günü Ankara'da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen arasında gerçekleştirilen zirve Türkiye-AB ilişkileri açısından oldukça önemli bir gelişmeydi. Zirve öncesinde gelen mesajlar gerek Türkiye gerekse AB liderlerinin her iki tarafın çıkarlarına odaklanacak “rasyonel” bir ilişki arayışı içerisinde olduklarına işaret ediyordu. Ama Avrupa'da bazı ülkelerde Türkiye-AB ilişkilerinin rasyonel bir düzlemde seyretmesini arzu etmeyen ve AB'nin kurumsal yapısını kendi Türkiye ajandaları için suistimal etmeye kararlı çevrelerin olduğunu düşündüğümüzde Ankara ile Brüksel arasında sağlıklı bir ilişki yürütülmesinin zorluğunu da hatırlamak gerekir. Bu çevrelerin uğraşları sonucu Türkiye-AB ilişkilerinin son yıllarda ciddi krizler yaşadığını, 2020 yılında iki taraf arasındaki ilişkilerde işbirliğinden ziyade yaptırımların konuşulduğunu unutmayalım.

"Havuç ve sopa" değil, egemenliğe saygı çerçevesinde işbirliği

AB'yi kendi çıkarları doğrultusunda kullanıp Türkiye-AB ilişkilerinin rasyonel çizgide ilerlemesine engel olan çevreler, 25-26 Mart tarihlerinde gerçekleşen AB zirvesinde Türkiye'ye yönelik kararları “havuç ve sopa” politikasının göstergesi olarak nitelendirmişlerdi. Bu tanımlamayla AB'nin Türkiye siyasetini istediği şekilde yönlendirmek için yeri geldiğinde Ankara'yı cezalandıracağını yeri geldiğinde ise ödüllendireceğini, bunun için de özellikle ekonomik araçları kullanacağını ima ediyorlardı. Aslında tam da Türkiye'nin karşı çıktığı ve Avrupa ülkelerindeki Türkiye karşıtlarının anlamadığı mesele de bu. Türkiye'nin AB ile yoğun ilişkileri belki Brüksel'in istediği zaman Ankara üzerine ekonomik baskı kurması için uygun bir zemin oluşturuyor ve Avrupa'daki “baskı yoluyla Türkiye'ye istedikleri her şeyi yaptırabileceklerini” düşünen kesimlerin cüretkârlıklarını artırıyor olabilir ama bu çevreler Türkiye-AB ilişkisinin tek taraflı değil karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi olduğunu çoğu zaman unutuyorlar. AB ile sağlıklı bir ilişki kurulması Türkiye için ne kadar önemliyse Türkiye ile rasyonel ve yapıcı bir ilişki kurulması da AB için o kadar önemlidir. Ankara'nın AB ile ilişkilerini şekillendirirken ne kadar hassas davranması gerekiyorsa Brüksel'in de Türkiye ile ilişkilerini düzenlerken aynı derecede hassas ve dikkatli hareket etmesi gerekiyor. Uluslararası siyasal sistemde yaşanan kırılmalar ve yeni şekillenen güç yapıları her iki taraf açısından da bunu gerekli kılıyor.

'Diktatör' ile görüşme

Artık dünya Batı'nın ekonomik ve askeri alanda tartışmasız üstünlüğünün olduğu bir dünya değil; 21. yüzyılın bir “Asya Yüzyılı” olacağına dair çok kuvvetli emareler var. En azından Batı'nın istediği gibi dünya politikasına şekil verdiği dönemler geride kaldı ve artık Batılı aktörlerin bu gerçeğin bilincinde hareket etmeleri gerekiyor. Aslında Ursula von der Leyen ve Charles Michel'in Ankara'ya gelmeleri de Avrupa ülkelerinin bu gerçeğin farkında olduklarının açık göstergesi. Yaşanan bütün sorunlara rağmen Türkiye'yi önemsedikleri için, Avrupa'da büyük karalama kampanyalarının hedefi olup “diktatör” diye lanse edilmeye çalışılan Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeye geldiler. Demokratik bir ülkenin demokratik yollarla seçilen cumhurbaşkanına karşı yürütülen sistematik karalama politikasına sessiz kalmaları ne kadar yanlışsa Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'in en önemli ülkesi Türkiye ile yapıcı bir işbirliği arayışı çerçevesinde Ankara'yı ziyaret etmeleri o kadar doğru bir adım. O karalama kampanyalarını yürüten ve Türkiye-AB ilişkilerini kendi çıkarlarına kurban etmekten çekinmeyen çevreler hoşlanmasalar da Türkiye ile AB'nin bölge sorunlarının çözümü ve ikili ilişkilerin rasyonel bir zeminde geliştirilmesi için bu şekilde en üst düzeyde temaslar gerçekleştirmeleri en doğru yoldur. Bundan rahatsız olanlar “havuç ve sopa” metaforuyla ya da Ursula von der Leyen'in kanepede oturmasına takılarak suyu bulandırmaya çalışsalar da 6 Nisan'da gerçekleştirilen Türkiye-AB zirvesi doğru ve gerekli bir adım oldu.

AA