ANALİZ: Dünya önce ABD'yi sevdi, bazen nefret etti bazen kıskandı; şimdi ise ilk kez ona acıyoruz
Uluslararası ilişkiler yazarı Bercan Tutar, Biden’in göreve gelişinden bu yana ABD’nin uluslararası ilişkilerdeki konumunu değerlendirdi. Batılı kaynaklardan hareketle bazı kritik gözlemler paylaşan Tutar’ın Sabah gazetesinde yayımlanan ‘Amerikan tragedyası’ başlıklı yazısı…

Oluşturma Tarihi: 2021-03-21 18:02:52

Güncelleme Tarihi: 2021-03-21 18:02:52

ABD zor zamanlardan geçiyor. Yeni Başkan Joe Biden'ın Rusya ve Çin'e yönelik nevrotik siyaseti bunun en somut işareti. Eski şaşaalı günlerini arayan ABD, saplandığı bataklıktan kurtulmaya çalıştıkça daha da batıyor. Çünkü 'Amerika geri döndü. Masada yine başköşede olacağız' iddiasını seslendiren Biden bir bakıma hâlâ Soğuk Savaş mantığını sürdürüyor ve gerçeklerden kopuk o 'vazgeçilmez ulus' oldukları stratejisini yeniden tedavüle sokmaya çalışıyor.

Oysa ABD çok kutuplu küresel siyasette artık ne caydırıcı bir güç ne de vazgeçilmez bir aktör konumunda. Rusya savunma endüstrisinde ABD'den daha etkili silahlara sahip. Çin ise ekonomide ABD'nin ticaretteki imtiyazına son verdi. Rus lider Putin'e 'katil' ve 'ruhsuz' diyen Biden, kendini hâlâ ABD'nin tek süper güç olduğu hayal âleminde zannediyor. Yani çok kutuplu yeni dünya gerçeğini pek kavrayabilmiş değil.

Hâlbuki realist Amerikalı analistler sabah akşam bu yeni hakikati vazediyor. Rand Corporation gibi yıllarca Amerikan savaş makinesi Pentagon'un beşinci kol faaliyetlerini yapan bir kurum bile ABD'nin artık sınırlamalarının/tahditlerinin farkında olmasını salık veriyor. Şubat ayında yayımlanan 'Implementing Restraint' adlı kapsamlı raporda yeni Amerikan yönetiminin 'kısıtlanmış' olduğunu görmesi ve grand stratejisini bu realiteye göre uygulamaya koyması gerektiği vurgulanıyor.

Yine ABD dış politikası uzmanlarından tarihçi Stephen Wertheim, Foreign Affairs'ın Ocak sayısındaki 'Delusions of Dominance' adlı makalede, Biden'a 'üstünlük yanılgısı'ndan bir an önce kurtulmasını tavsiye ediyor. Ünlü tarihçi, "Biden yönetimi, Amerikan hegemonyasının maruz kaldığı hasarları restore edemez. Aslında bunu denememeli de..." diyor.

***

Benzer şekilde Atlantic Council'den 28 yıllık CIA kariyerinden sonra 2013'te emekli olan Dr. Mathew J. Burrows ile 2001-2004 dışişleri bakan yardımcılığı yanında 2008-2012 arasında da Ulusal İstihbarat Konseyi'nde baş stratejist olarak çalışan Robert A. Manning de, kaleme aldıkları ortak makalede "ABD'nin ihtiraslarına ulaşacak kifayette olmadığını" münasip bir dille hatırlatıyorlar.

Emperyal müesses nizamın iki kalemşoru olan Burrows ve Manning, nobran ABD'yi tevazuya davet ediyor. Ancak ABD için bu çok zor bir iş. Siyaset düşünürü Reinhold Niebuhr'un da işaret ettiği gibi "Amerikan zihninin bilinçaltında derin bir misyonerlik katmanı var..."

Siyonist ve Hegelyen düşünceden mülhemle 'seçilmiş millet' olduklarına inanan Amerikan püriten patolojisinin düzelme ihtimali bu yüzden hayli düşük. Ne var ki dünyanın gerçekleri ABD'ye sınırlarını tedricen de olsa öğretiyor. Amerikalı akademisyen, siyasetçi ve analistlerin gördüğü bu hakikati Amerikan yönetimi de er veya geç anlayacaktır.

'Dünyayı Amerikalılaştırma projesi' bir daha gündeme gelmemek üzere çöktü. Amerikan sonrası yeni bir dünya doğuyor. Bu da tarihe yön vermenin öyle sanıldığı gibi kolay olmadığını gösteriyor. Zira farklı medeniyetlerden oluşan dünya, bir devlet veya ideolojinin kontrol edemeyeceği kadar derin, çeşitli ve dirençlidir.

'Hafıza-i beşer nisyan ile malul' olsa da insanlığın hafızası güçlüdür. Kimse artık ABD'nin anlattığı masallara inanmıyor. Gücü azalan ABD'ye ağıt yakan Atlantikçi gazetecilerden İrlandalı Fintan O'Toole, bu trajik serencamı şöyle özetlemiş... "Dünya önce ABD'yi sevdi. Bazen nefret etti bazen de kıskandı. Şimdi ise ilk kez ona acıyoruz" demiş. Atlantikçiler 'keder' duyabilir fakat dünyanın geri kalanı buna pek üzülmüş görünmüyor. Hatta Batı dışındaki ülkeler büyük bir sıkıntıdan kurtulmanın arifesindeymiş gibi yeni bir heyecan içinde.