10 Ağustos 2020'de Lübnan Başbakanı Hassan Diyab'ın istifasından sonra hükümeti kurmakla görevlendirilen Mustafa Edip üç haftalık bir çabaya rağmen siyasi tabakayı ikna edememiş ve görevini bıraktığını bildirmişti. Gelişmeler üzerine 22 Ekim'de başbakanlığa aday olduğunu ilan eden Saad Hariri ise cumhurbaşkanından onay alır almaz hükümetin en kısa zamanda yeniden teşkili için kabine adayları üzerinde çalışmalara başlamıştı. Fakat Cumhurbaşkanı Mişel Avn ile uzlaşı ortamının bir türlü sağlanamaması, 150 günde 18 başarısız görüşmenin gerçekleşmesine neden oldu. Özellikle 4 Ağustos patlamasından sonra ekonomik olarak iflas noktasına gelen Lübnan, görüşmelerin tıkanmasıyla siyasi iflasa doğru yol alırken, ülkedeki ittifakların zeminini hazırlayan sebeplerle anayasal gerçekler arasında ortaya çıkan çelişki, Lübnan tarihinde yeni bir açmazı da beraberinde getirdi.
Bir “sülüs muattal” meselesi
22 Ekim'den hükümetin kurulamadığı bugüne kadar oluşan olumsuz atmosferin temel faktörlerinden biri, Cumhurbaşkanı Mişel Avn'ın kabinenin üçte birini (sülüs muattal) kontrolü altında elinde tutma ısrarıydı. 2016'daki cumhurbaşkanlığı seçiminde ve 2018 seçimlerinden sonra da gün yüzüne çıkan ve aslında bir anlamda blokaj görevine karşılık gelen kavrama tutunan siyasiler, Lübnan anayasasının 69. maddesini esas alıyorlar. Her ne kadar anayasanın 65. maddesine göre savaş ve barış kararı almak, olağanüstü hâl ilan etmek, uluslararası anlaşmalara onay vermek gibi esas konular meclisin üçte ikisinin onayını gerektirse de, 69. maddenin b fıkrasına göre, hükümetin düşürülmesi için üçte birlik oy oranı yeterli. Taif Anlaşması'nda yer alan bu madde üzerinden her parti veya ittifak, üçte birlik orana sahip olması hususundaki gerekliliği de meşru düzene oturtmuş oluyor. Bu nedenle de politik zihniyetin ana omurgasını oluşturan sülüs muattal meselesi, Lübnan'da hiçbir siyasi elitin taviz vermek istemeyeceği bir sorun olarak ülke gündemine yansıyor.
‘Mezhepçi algı'
Bu noktada Hariri ile Avn arasındaki “üçte bir oranı” üzerine çıkan anlaşmazlığın, esasen mezhepçi bir algı üzerine inşa edilmediği net bir şekilde görülebilir. Cumhurbaşkanı Avn, mezhebi fark etmeksizin kabineyi oluşturan 18 adaydan altı ismi kendisi belirlemek isterken Hariri uzlaşılamayan isimlerin yerine farklı adayların önerilmesini, fakat tek bir isim üzerinden tahdit konulmamasını ve son kararın başbakana bırakılması gerektiğini öne sürüyor. Üçte bir oranının veto yetkisine sahip olması bir yana, Hariri'nin Cumhurbaşkanı Avn'ın ısrarı karşısında bu kadar katı bir duruş sergilemesi, geçmişte yaşadığı acı tecrübeye dayanıyor. 2011 yılında, ilk başbakanlığı esnasında, Hizbullah ve müttefiklerinden oluşan 10 bakanın istifalarını sunmalarıyla hükümet otomatik olarak düşmüş, Saad Hariri Washington'da dönemin lideri Barack Obama ile toplantıdayken beklenmedik bir şekilde başbakanlık koltuğunu kaybetmişti. O dönem “Hizbullah darbesi” olarak nitelendirilen bu durum, iç dinamiklerin yarattığı krizin dışa evrilmesini gösteren önemli bir örnek olmuştu. Mevcut durumda da Saad Hariri yeni bir meşruiyet krizi yaşamak istemediği için, kendisine sunulan dikenli başbakanlık koltuğunu reddederek sülüs muattal meselesini tartışmaya kapalı bir hale getirmeye çalışıyor. 21 Mart'ta Avn'la yaptığı 35 dakikalık kısa görüşmede rahatsızlığını sözleriyle de açığa vuran Hariri, çoğunluğu 8 Mart blokuna hitap eden bir listeyi sonuna kadar reddedeceğini de açık bir şekilde göstermiş oldu.
Bakanlık dağılımı ve Hariri'nin handikapları
Diğer taraftan, 22 Mart'ta gerçekleşen gergin görüşmeden hemen sonra düzenlenen basın toplantısında hazırladığı aday listesini sunan Hariri, ülkeyi hükümetsiz bırakan tek sorumlunun kendisi olmadığı mesajını verse de, listenin detaylarının birtakım çelişkiler barındırdığı açık. Bu noktada Hariri'nin sunduğu liste, hükümetin kurulma sürecinde bir diğer önemli tartışma konusu olan bakanlık sayısı ve bakanlıkların dağılımı meselesini de farklı tartışma mecralarına sürüklüyor.
Teknokrat hükümet kurma amacı taşıyan Hariri'nin Mişel Avn'a sunduğu listede ilk dikkati çeken nokta, adaylardan bazılarına iki bakanlık görevinin verilmiş olması. Bu noktada, örneğin hem sanayi bakanlığı hem de mülteci bakanlığı görevini üstlenmesi istenen Ermeni aday Karbit Slikhanian'ın hangi hususta ihtisasının olduğu sorgulanmaya açık bir görünüm arz ediyor. Özgeçmişine bakıldığında üniversite eğitimini matematik ve fizik bölümünde tamamlayan Slikhanian'ın, uluslararası bir şirketin müdürlüğünü yapıyor olması dışında bir tecrübesi görünmüyor. Lübnan gibi bir mülteci ülkesinde tecrübesiz bir ismin adaylığı, doğal olarak Hariri'nin aday seçimindeki yöntemini ve anlayışını hedef tahtasına oturtuyor. Aynı şekilde hem dışişleri hem de tarım bakanı olarak aday gösterilen Dürzi aday Rabie Narsh da çeşitli ülkelerde büyükelçilik ve vekillik görevlerinde bulunmuş olsa da tarım ve ziraat hususunda herhangi bir deneyime sahip değil.
Hizbullah
Bu aşamada ihtisas sahibi uzmanlardan oluşturulması beklenen yeni hükümetin neden 18 bakanla sınırlandırıldığı meselesi Hariri'nin içine düştüğü başka bir handikap. Fakat burada da yine 8 Mart blokuyla yaşanan çekişmelerin yansımasını görmek mümkün. Lübnan siyasetinde bakanlık dağılımı mezhep temsili oranında sağlanıyor ve dörder bakanlığın Sünni, Şii ve Hristiyanlar arasında dağılması gerekiyor. Buraya kadar taraflar arasında bir sorun görünmezken, sayının artması yeni bir krizin kapısının aralanması anlamına geliyor. Zira bakanların sayısı 20 kişiye çıkarılırsa eşit dağılım ilkesine göre bir Müslüman bir de Hıristiyan isim aday olmalı. Müslümanlardan seçilecek olan adayın ise Dürzi olması gerekiyor ki siyasi çatlak tam da bu noktada kendisini gösteriyor. Çünkü önceki hükümet tartışmalarında da yer aldığı gibi, Lübnan Demokratik Parti lideri Talal Arslan'ın adayının gündeme gelmesi söz konusu. Bu durum Hizbullah öncülüğündeki 8 Mart Bloku'nun elini güçlendireceği anlamına geliyor. Arslan'a verilecek olan pay ise diğer Dürzi lider Velid Canbolat'ı memnun etmeyeceği gibi, hükümet yine Hariri'yi kilitleyen bir sistemle kurulmuş olacak. Dolayısıyla Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın bakan sayısının artırılması üzerindeki ısrarı Hizbullah ağırlığının hissedilmesini kolaylaştıracağı için, Hariri 18 bakanda kalarak kapıyı kapatmaya çalışıyor. Nasrallah ise “Hariri neden hükümetin genişlemesini istemiyor?” şeklindeki, aslında cevabını bildiği soruyu yeniden sorarak zihinleri kurcalamaya devam ediyor. Bununla birlikte, Nasrallah'ın öteden beri teknokrat hükümete karşı olduğu da biliniyor. Dolayısıyla tecrübeden öte bir egemenlik mücadelesinin söz konusu olması, teknokrat hükümetin meşruiyetinin de sorgulanmasına yol açıyor.
Listede dikkati çeken bir başka mesele ise bazı adayların Hariri'ye olan yakınlıklarına yönelik iddialar. Örneğin Maruni aday Rafael Nassar'ın Suudi Aramco şirketinde 2005-2018 yıllarında çalışmış olması, listenin şeffaf olmadığı iddialarını güçlendirirken adaylığı çok da iyimser bir havayla karşılanmayan Hariri'nin ulusal güvenoyu konusunda bazı zorluklarla karşılaştığı gerçeğini açığa çıkarıyor.
Yol ayrımı
“Peki, bu liste krizi karşısında Lübnan halkının tercihi hangi yönde olur” sorusu, Lübnanlı siyasilerin sormadığı, belki de cevabını merak etmediği bir soru. Protestoların başladığı gün olan 17 Ekim 2019'da 1,5 LBP olan 1 Amerikan dolarının, çıkan hükümet krizlerinin de eklenmesiyle birlikte 15,000 LBP'yi bulduğu ülkede, tabiatıyla Lübnan halkının ilk beklentisi doların makul seviyeye gerilemesi ve ekonominin bir nebze de olsa rahatlaması. Dolayısıyla toplumsal pencereden bakıldığında, pek çok Lübnanlı için listenin kimleri ne şekilde kapsadığından ziyade, “güçlü bir ekonomi için güçlü bir siyaset nasıl oluşturulur” sorusu daha fazla önem arz ediyor. Siyasi cephede ise “hangi adımlar bağlı bulunulan ittifakın güç kaybına uğramasını engeller” sorusu önce geliyor.
Son tahlilde, Lübnan yeniden bir yol ayrımına girmiş görünüyor. Krizden çıkış için atılması gereken ilk adım, yeni hükümeti oluşturacak bakanlık listesinin revize edilmesi. Her ne kadar kısa vadede uygulanması mümkün görünmese de, üçlü blokajın kaldırılması listelerin daha şeffaf hazırlanmasında yolu açan bir faktör olabilir. Ancak anayasa maddelerinin herhangi bir nedenle değişime uğraması, hükümetin kurulmasından daha çetrefilli sebepleri içeriyor. Erken seçim ise şimdilik iyi bir alternatif gibi görünmüyor. Diğer taraftan her ne kadar teknokrat hükümet tecrübesi olsa da özellikle son beş aydır yaşanan gelişmeler, Lübnan'da teknokrat hükümetin kurulması için, adayların yalnızca alanlarında ihtisas sahibi olmalarının yeterli olmadığının en büyük kanıtı. Bu anlamda, geçmiş hükümetlerin ömrünün kısa süreli olmasında da esasen uzmanlık değil, güç yoksunluğunun olduğu görülüyor. Bu nedenle tecrübenin güçle eşleştirildiği Lübnan'da hem Hizbullah'ın başından beri savunduğu tekno-siyasi hükümet hem de teknokrat hükümetin siyasi zeminini oluşturan ideolojik tartışmalar bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.
AA