“Cemal'in katledilmesi emrinin, Suudi hükümetinin en üst makamlarından geldiğini iyi biliyoruz.” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Washington Post'a yazdığı ‘Kaşıkçı' makalesinde kullandığı bu cümle, çok yakında Riyad'daki Yemame Sarayı'nı sallayacak şiddetli bir sarsıntının da işaretçisi oldu. Zira gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın 2 Ekim'de İstanbul'da girdiği konsoloslukta kendisini öldürmek için bekleyen suikast timi tarafından katledilmesi, bu coğrafyada Türkiye'ye karşı kurulan koalisyonu yerlebir etme potansiyeli taşıyor. Erdoğan'ın makalesinin ardından gazetenin yayın kurulu bildirisindeki başlık da meselenin burada kalmayacağını açıkça ilan etti: “Ortadoğu'nun geleceği Cemal Kaşıkçı için adaletin sağlanmasına bağlı...”
Dünyanın dikkatini vahşi cinayete çekmek ve onun ardındaki aklı kamuoyuna göstermek için Ankara'nın sergilediği çabalar, Erdoğan'ın sözlerine bakıldığında henüz filmin fragmanı mahiyetinde. Çünkü sözkonusu cinayet, ‘o anları' New York Times'a anlatan bir Türk yetkilinin “Pulp Fiction (Ucuz Roman) filmi gibiydi” dediği şekilde; üstelik her ânı kayıtta. Kaşıkçı'yı boğup parçalara ayırarak katletme fikrinin kime ait olduğunu, emrin kimden geldiğini bilen ve konsoloslukta yaşananların her ayrıntısına sahip olan Ankara, baskı rejimini ayakta tutan Beyaz Saray'ın duyarsızlığına karşı yeni hamleleri yakında devreye sokabilir.
Cinayetin sahibi sıkıştı
ABD Başkanı Donald Trump, cinayet sonrası artan kamuoyu baskısını dizginleyebilmek için zaman zaman Riyad'a mesafeli durduğunu ileri sürse de geçtiğimiz günlerde “Suud yönetimi beni ikna etti” diyerek, katillere ‘öldür' emrini verenlerin arkasında olduğunu ilan etti. Trump'ın “Adamımdan vazgeçmem” mesajı vererek kastettiği kişi, İstanbul'a Riyad'dan Skype aracılığıyla video bağlantı kurarak “Bana o köpeğin kafasını getirin” diyen Abdullah el-Kahtani'nin ‘sahibi', yani Veliaht Prens Muhammed bin Selman'dan başkası değil. Hikayenin en önemli iki yardımcı oyuncusundan Kahtani, Prens Muhammed'in danışmanı ve sağ kolu olarak biliniyor. Öbür oyuncu ise tabii ki Ahmed Asiri. Suikast ekibini kurup İstanbul'a gönderen general. Boğazı sıkılan Kaşıkçı'yı testereyle kesmeye önce parmaklarından başlayan ve kesim sırasında ‘sükûnet' için ekibine müzik dinleten adli tıp uzmanı Muhammed Tubeyki'yi görevlendiren de o. Fakat şimdi herkes, perde gerisinde unutturulmaya çalışılan başrol oyuncusuna ne olacağını merak ediyor; yani Prens Muhammed'e...
Türkiye'deki 15 Temmuz darbe girişimi de dahil Washington-Tel Aviv destekli her organizasyonun içerisinde Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed'le beraber iş gören Prens Muhammed'in, cinayete ilişkin yeni deliller dünya kamuoyuna servis edildiğinde hâlâ koltuğunda kalıp kalmayacağı merak konusu. Türkiye'ye karşı Suud-BAE-Mısır ekseninin mimarlarından ‘Beyaz Saray'daki siyonist damat' Jared Kushner, yakın dostu Selman'ı kurtarabilmek için oldukça zorlanacak gibi görünüyor. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Riyad'ı tümüyle dışlamayan ve Türkiye-Suud ilişkilerine vurgu yapan mesajları, ‘kutsal toprakların hizmetkârı' sıfatıyla Veliaht Prens'in babası Kral Selman bin Abdülaziz'i göreve çağırıyor. Erdoğan, “Kaşıkçı'nın öldürülmesi emrini Hadim ül-Haremeyn Kral Selman'ın verdiğine inanmam kesinlikle mümkün değildir. Dolayısıyla bu cinayetin, Suudi Arabistan'ın resmi politikasını yansıttığına inanmak için de herhangi bir sebep bulunmamaktadır” diyerek Kral'a bir anlamda “Türkiye'nin dostuysan oğlunun biletini kes” mesajı veriyor. Cinayet mahallinin aranması için devreye giren ve Ankara'ya heyet göndererek “Türkiye kardeşimizdir” diyen Kral'ın Erdoğan'ın çağrısına kulak tıkaması halinde nelerin olacağını önümüzdeki günlerde daha net göreceğiz.
Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile CIA Başkanı Gina Haspel'e Ankara'daki kayıtları dinleten Donald Trump, delillere ilişkin Türkiye'nin elinin ne denli sağlam olduğunu gayet iyi bilmesine rağmen Prens Muhammed'in arkasında duruyor. 6 Kasım'da Kongre seçimlerinin yaşanacağı ABD'de kamuoyunun büyük bir kısmı ve birçok medya organının gözü, ‘Türk güvenlik yetkililerinin açıklayacağı yeni delillerde' olacak. “Dünyanın aynı soruları sormaya devam etmesi amacıyla elimizde bulunan kanıtları, Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere tüm dost ve müttefik ülkelerle paylaştık” diyen Erdoğan'ın, Kaşıkçı'nın katillerini korumaya yönelik tavrın devam etmesi halinde kartları daha açık oynamasına kesin gözüyle bakılıyor. Zira cinayeti planlı bir şekilde işlediklerini kabul eden Riyad yönetimi, bütün uyarılara rağmen Kaşıkçı'nın cesedinin nerede olduğuna ilişkin herhangi bir şey söyleyemedi. Bu tavrın ‘çaresiz bir mecburiyetten' kaynaklandığı, çünkü Kaşıkçı'nın naaşının asitle tamamen eritilip buharlaştırıldığı da yaygın bir kanaat durumunda. Her halükârda Kaşıkçı cinayeti sonrası bu coğrafyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Hunharca katledilen gazetecinin çalıştığı Washington Post da zaten öyle söylüyor: “Ortadoğu'da gerçek bir istikrar arayanlar Cemal Kaşıkçı hakkındaki gerçeğin açıklanması ve bu cinayette rolü olan herkesin cezalandırılması konusunda ısrarcı olmalı.”Önce iknayı denediler.
Kaşıkçı cinayeti ABD basınında gündem olmaya devam ediyor. Wall Street Journal, Muhammed bin Selman'a en yakın isimlerden olan ve Prens'in basın danışmanlığını yapan Suud el-Kahtani'nin gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi için İstanbul'a gönderilen suikast timinin yöneticisi olduğunu kaydetti. Gazeteye konuşan kaynaklar, Kahtani'nin önce bazı vaatlerle Kaşıkçı'yı Riyad'a çekmeye çalıştığını, dönmemesi üzerine de konsolosluktaki cinayetin planlandığını söyledi. Kaynaklara göre Kaşıkçı'ya İstanbul'daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu'nda 2 Ekim tarihi için randevu veren konsolosluk görevlisi Kahtani ile sürekli iletişim halindeydi ve Suudi Arabistan İstihbarat Şefi Yardımcısı General Ahmed el-Assiri de Kahtani'den aldığı emir doğrultusunda suikast timini topladı. Kaynaklar bu iki ismin, ülkelerinde görevden alındığını ancak tutuklanmadığını da vurguladı.
ABD'li gazeteci Courtney Radsch, Suudi Arabistan yönetiminin kendilerine muhalif olan kişileri belirlemek için ABD'li şirket ve yazılımlara milyonlarca dolar harcadığını belirterek, "Cemal Kaşıkçı, İsrail tarafından üretilip, bir Amerikalı şirket tarafından satılan Pegasus adlı yazılım programıyla gözetlendi" dedi. Washington'da 'Cemal Kaşıkçı İçin Adalet Derneği'nin düzenlediği etkinlikte konuşan Radsch, 2008'de Suudi Arabistan'ın fonladığı Dubai merkezli Arap uydu kanalı El-Arabiya'da çalıştığını ve 'muhalif gazetecilere yapılan baskılara bizzat tanık olduğunu' söyledi. Riyad'ın muhalif gazetecileri takip ettirdiğini kaydeden Radsch, bunun için İsrail tarafından üretilip bir Amerikalı şirket tarafından pazarlanan Pegasus adlı virüs programının kullanıldığını dile getirdi. Aynı etkinlikte konuşan Georgetown Üniversitesi öğretim görevlisi Suudi vatandaşı Abdullah Alaoudh ise dini lider olan babasının da şu an Riyad'da tutuklu bulunduğunu ve hakkında idam cezası istendiğini kaydetti. Alaoudh, "Kaşıkçı'nın öldürülmesi kapsamında İstanbul'a giderek soruşturmaya katılan Başsavcı (Suud el-Ma'cib), aynı zamanda barışçıl çağrılar yapan babamın idamını isteyen kişi" ifadelerini kullandı. Panelde konuşan İnsan Hakları İzleme Örgütü yöneticisi Tom Porteous ise Washington merkezli düşünce kuruluşlarının Riyad'dan aldığı fonlar nedeniyle uzun süredir insan hakları ihlalleri yapan Suud yönetimini eleştirmekten kaçındıklarına dikkati çekti.
(Yeni Şafak)