TİMETÜRK I HABER MERKEZİ
Akil insanlar heyetinden olan Tarık Çelenk, Ankara'da yaptığı ziyaret sonrası izlenimlerini yazdı.
İşte o yazı:
Sayın Oya Baydar ile ilk olarak Barış meclisinde tanışmıştım. Kendisinin ismini 70'li yılların başında radyodan ve Yeni Ortam gazetesi ile birlikte sıkça işitirdim.
Yüzünde insani bir telaş ve çaresizlik ifadesi yakaladım. Bana yaşanan sokak çatışmaları için insani boyutta bir şeyler yapılması gerektiğini ifade etti. Ayrıca apolitik ve polemikten de kaçınmaya çalışan bir tutumu vardı. Ekopolitik tecrübesinden yararlanmak istediklerini ve benimde katkı da bulunmamı rica etti.
Beni çağırdıklarında Beyaz Türk ve aydınların bulunduğu bir toplantıdaydılar. Kendilerine Kürt sorununda yaşanan şiddetin sona erdirilebilecekherhangi bir sivil hareketin mutlaka Sünni Türk sağını bir şekilde işin içine katmakzorunda olduğunu ifade ettim. Bu manada aralarına halkın sevebileceği popüler insanları ve Ak partinin sıcak bakacağı aydınlar ile Milliyetçi kanaat önderlerini de katmaları gerektiğini belirttim. Ayrıca kullanacakları semboller ve dilin ( Barış kelimesi gibi ) bu kapsamda ele alınması gerektiğini hatırlatmaya çalıştım. Tabi böyle birşey kısa zamanda gerçekleşemezdi.Ben de katılamadım. Bu grup 100 küsur kişiyle Diyarbakır'a gitti ve basın açıklaması yaptılar.
Aradan belirli bir süre geçtikten sona bir günbir toplantıdayken Oya Baydar aradı. Grubu temsilen Ankara'ya gideceklerini; HDP, CHP ve Başbakanlığı ziyaret edeceklerini ayrıca Ali Bayramoğlu, Kezban Hatemi ve Faruk Ünsal'ın da aralarında olacağını ve benim de katılmamı rica etti. Bu randevuların alınmış olması, samimi çabalarına takdirimin ötesinde umudumu da arttırdı.
Oya hanım paylaştığımız farklı duyarlılıklara izafeten, girişim için Ayşe Kulin'nin“Aslolan Hayattır” mottosunu önerdi ve kabul edildi. Grup bu girişimi kişiselleştirmemek için özen gösterecek, politik şahıslar ve karar vericilere karşı bir dil kullanmayacaktı.
HDP Meclis grubunda Sayın Demirtaş ekibi kalabalık bir basın mensubu eşliğinde bizleri ilgiyle karşıladı ve özel görüşmelere geçildi. Selahaddin Bey; çatışmaları durdurabilmek için iyi niyetin ötesinde bir şeyleryapılmasını, sivil ölümlerinin bir trajediye dönüşmekte olduğunu, Rojava'nın HDP için önemini ( koridor açılması dahil ), çözüm sürecinin maalesef bir projesi olmadığını, çatışan Devlet ve PKK'nın hiçbir zaman birbirlerine üstünlük sağlamayacaklarını, kendisinin içeride ve dışarıda devlet aleyhine hiçbir zaman çalışmadığını ifade etti.
Ben de kendi adına konuştuğumda; HDP'nin Türkiyelileşmek projesini sol ve liberaller üzerinden kurgulamasının hata olduğunu, bunun Sünni Türk sağı üzerinden yapılması gerektiğini, bölgedeki insani trajedinin politikleşmiş dille değil insani bir dille bu yapıya anlatılmasını ve Kürt siyasetindeki temel sorunun sivil ve siyasi kanat ilişkisinde yattığını ifade ettim.
Ayrıca konuşmalardan anladığım kadarı ile Rojava konusu kırmızı çizgilerden çıkartılabilirse Türkiye'deki terör sorununun çözümü kolaylaşabilecek. Yani düşmanlar müttefik ( Eşme ruhu )olabilir ve bu sayede sosyal ve ekonomik entegrasyon mümkün olabilir.
CHP genel merkezinde Sayın Kılıçdaroğlu nezaketle bizleri karşıladı ve dinledi. Tabi aramızda ortak kökenli aydın çok olunca sohbet samimi bir eleştirisel diyalog şeklinde geçti. Bölgeden katılımcılarımız hendeğin öte yanının sürekli dolduğunu,bir kısım sivillerin “devlet terörizme mi karşı yahut Kürde mi” sorusunu sorduğunu ve kendisinden bir kaç adım öne çıkmasını beklediklerini ifade ettiler. Kendisi siyasetin alanı daraltıldıkça çözümün zorlaştığını, sivil çözüm için gerekli aktörlerin desteği durumunda her türlü fedakarlığı yapabileceğini, mecliste bir çözüm komisyonu önerisi olduğunu belirtti. Ben kendisine bölgede sadece KCK ve Ak parti karşıtı bir yapı olmadığını, çözümü Ak partide gören muhafazakar ve KDP ile de sosyolojik bir uzantısı olan önemli bir yapı olduğunu da hatırlattım.
Sayın Davutoğlu; İçişleri Bakanı, Genel Başkan Yardımcısı Sayın Ömer Çelik ve çiçeği burnunda yeni danışmanlarının olduğu bir heyetle bizleri Çankaya'da kabul etti.
Her zamanki gibi önce dinleyen sonra entelektüel bir ikna ile anlatan tarzını sergiledi. Bölgeden ve içimizdeki katılımcılar ise sivil ölümleri, hukuk sorunlarını, geleceğe yönelik belirsizlikleri ve yaşanmış insani hikâyeleri paylaştılar. Öldürmeden bu iş halledilemez mi, yedi yüz yıllık beraberlik elden gidiyor ne yapabiliriz, sosyal medyada yayılan parçalanmış ceset görüntülerinin yıkıcı etkisi önlenemez mi, özü siyasi olan problem böyle nasıl çözülecek tarzından sorular da soruldu.
Sayın Başbakan Ak parti döneminde kazanılan; düşündüğünü ifade etme özgürlüğünün tartışılamayacağını, öz yönetim fikrinin AB standartlarında B.Şehir yasası şeklinde Ak parti programında olduğunu, ancak mevcut bir Anayasa işlerlikteyken hiç bir devletin fiili bir uygulamaya izin veremeyeceğini, bölgenin ilgili siyasi partinin bazı yerel ve parlamento unsurları vasıtasıyla cephaneye çevrildiğini bunun için bu politikaları uygulamak zorunda olduklarını, sivil ölümleri ve cenazeler hususunda hukuksuzluk yapanlar için yaptırım uyguladıklarını, yazı yazan polislerin görevden alındığını, sivil cenazelerin bir kısmının PKK tarafından tutulduğunu, Vali'nin mutlak otorite olduğunuve her türlü eleştiriye de açık olduklarını belirtti.
Ben de kendi adıma toplantının en sonunda bir soru sorma fırsatını bulabildim. O da “Temel argümanlarınız tartışılmaz derecede ikna edici, peki bir kaç aydır uyguladığınız yöntemlerin verimliliği sizin için tatminkâr mıdır ve kamu düzeni hedefinize ulaşabildiniz mi ?”Sayın Başbakanımız başını evet biçiminde salladıysa daSaha'da ki gerçekliğin tatminkâr olmadığı gözlenkmekte.
Belki somutta mahallede kalıp kaderini bekleyenler değil de PKK veya başka bir gerekçeyle göç ettirilen insanların da Devlet, PKK ve yabancılaşma algısını sorgulamamız faydalı olabilir. Eğer ülkemizde ortak Anayasa tartışmalarının başlayacağı bir özgür zemin başlatmak, ortak bir gelecek tasarımı( OneNation ) ve yerel kültürlerin geliştiği ortak bir kimlik oluşturmak istiyorsak bu uygulamaların bu amaçlarımıza hizmet etmeyeceğini görmeliyiz. Bunların tersine uluslaşmaya hizmet ettiğini, siyasetin alanını daraltarak karar vericilerin işini zorlaştıracağını ve benzer yıkıcı etkilerini de gözden kaçırmamalıyız.