Dolar

34,5424

Euro

36,0063

Altın

3.006,41

Bist

9.549,89

'Yaka paça gelip hesap verecekler'

Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhtarlar buluşmasında haklarında yakalama emri çıkarılan ve ülke dışına kaçan savcılar için sert konuştu. Erdoğan ayrıca gündeme yönelik diğer gelişmeleri de değerlendirdi.

10 Yıl Önce Güncellendi

2015-08-12 14:03:58

'Yaka paça gelip hesap verecekler'

Cumhurbaşkanı Erdoğan, dönemin savcıları Zekeriya Öz ile Celal Kara'nın Gürcistan üzerinden Ermenistan'a kaçmasıyla ilgili olarak, “Bunlar da bir yerlerde muhakkak yakalanacak ve yaka-paça buraya gelip yaptıklarının hesabını er veya geç verecekler” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trabzon, Rize, Gümüşhane, Bayburt, Sakarya, Giresun, Ordu, Samsun, Sinop, Tokat ve Artvin illerinden gelen muhtarlarla Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde bir araya geldi.

“İHANET ŞEBEKESİNİN MENSUPLARININ BİRER İKİŞER YURT DIŞINA KAÇTIKLARINI GÖRÜYORUZ”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugünde aynı çevrelerin “Hayır, millet değil tekrar Parlamento seçsin” demeye başladıklarını sözlerine ekledi.

“Parlamento kim?” diye soran Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Onlar milletin vekili. Peki, halk, millet kim? Aslı… Aslın olduğu yerde veklin hükmü olur mu? Bu bakımdan bu boş çabalar tamamen kıymetini yitirmiştir. Bu çabalar 2012 yılında önce Gezi olayları, arkasından 17-25 Aralık darbe gişimiyle farklı bir çehreye özellikle büründü. 2014 yılında 30 Mart'ta yapılan Mahalli seçimler ve arkasından 10 Ağustos'ta gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı Seçimi bu girişimleri akamete uğrattı. Türkiye'nin demokrasinin ve kalkınmasına kast edenler bir kez daha sükutu hayale uğradılar. Gezi ve 17-25 Aralık sürecinde şahsım o zaman bir resmi ziyaretim sebebiyle Cezayir'e hatırlayın gitmiştim, beni yurt dışına kaçmakla itham eden ihanet şebekesinin mensuplarının birer ikişer yurt dışına kaçtıklarını görüyoruz” diye konuştu.

“YAKA-PAÇA BURAYA GELİP YAPTIKLARININ HESABINI VERECEK”

Dönemin Savcıları Zekeriya Öz ile Celal Kara'nın Ermenistan'a kaçmasını anımsatarak konuşmasına devam eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:

“Şuana kadar yüzü aşkın bu şebekenin mensupları yurt dışına kaçmıştır. Biz her hesabın üzerinde bir hesap olduğuna, kaderin üstünde bir kader olduğuna inanan insanlarız. Kendilerini herkesin ve her şeyin üzerinde görenler birer birer yıkılıp giderken, ülkesini terk ederken biz işte burada olduğu gibi milletimizle el ele, kol kola, gönül gönüle yolumuza devam ediyoruz. İşte daha yeni görüyorsunuz bu acımasız kararları verenler şimdi bakıyorsunuz Gürcistan üzerine Ermenistan'a kaçıyorlar. Tabi oradan da kim bilir nereye kaçacaklar o ayrı mesele ve tabiî ki şuanda Türkiye olarak bizlerde iz sürüyoruz. Şimdi bunlarla ilgili kırmızı bültenler hepsi bir kısmı Romanya'da yakalandı biliyorsunuz, bunlarda bir yerlerde muhakkak yakalanacak ve bunlarda yaka-paça buraya gelip yaptıklarının hesabını er veya geç verecekler. Allah ömür verdiği, milletimizin desteği bizimle olduğu sürece inşallah bu yolda yürümeyi sürdüreceğiz.”


“KÖŞELERDE MÜREKKEP AKITTIKLARINI SÖYLEYENLERE SESLENİYORUM”

Kaza var diye olay yerine çağrılan trafik polisine, özel otomobiliyle evine giden binbaşımıza kurşun sıkanların yüreklerinde, zerre miktarı Allah korkusu olmadığını zaten biliyoruz. Ama inanın bunlar da en küçük bir utanma duygusu bile yok. Peki şimdi soruyorum. Bunlara destek veren, bunların yanında yer alan, akıllı olduğunu, işte köşelerde mürekkep akıttıklarını söyleyenlere sesleniyorum. Siz acaba bu ülkede milliyetperver vatansever olduğunuzu neyle ispat edeceksiniz? Bu teröristleri savunanların yanında olmayı neyle izah edeceksiniz? Hem onların yanında yer alın, onlarla beraber hareket edin, öbür taraftan demokrasi deyin, özgürlük deyin. Soruyorum bunun neresi özgürlük, neresi demokrasi?

“GEL MÜCADELENİ PARLAMENTODA VAR”

Eğer demokrasiden bahsediyorsan her şey parlamentoda var. Gel mücadeleni parlamentoda var. Ama bunlar arkalarına o silahlı güçleri almadıkları sürece, parlamentodaki temsil güçlerinin bu denli güçlü olacağına inanmıyorlar. İnanmadıkları için de işte böyle belli grupları yanlarında toplamak, bir de işte belli bazı köşe yazarlarını da destek kıtaları olarak yanlarına almak suretiyle, bu milleti parçalamanın gayreti içine giriyorlar.

“ALÇAKLIĞIN TA KENDİSİ DEĞİL MİDİR?”

Düşünün ya ambulansa itfaiye aracına kan toplama aracına vatandaşımızın ekmek teknesi olan kamyonuna olaylarla hiçbir ilgisi olmayan insanların otomobillerine saldırmak alçaklığın ta kendisi değil midir?

“PARALEL YAPI GİBİ BİR ZALİM YAPININ OLMASI…”

Tunceli Erzincan yolunda geldi bir terörist, yanında bir başkası daha orada nutuk atıyor. Nutku attıktan sonra siviller de onları alkışlıyor. Şimdi sevgili kardeşlerim bunların hepsi kanunlarda var. kanunlarda var. Bütün mesele devletin kurumlarının el ele dayanışma halinde olmasıdır. Ama bu devletin içinde dediğim gibi bir paralel yapı gibi bir zalim yapının olması, çeşitli kurumların içerisine serpilmiş olması ne yapıyor süreci zorlaştırıyor.

“ELEKTRİK PARASI DA MAALESEF, ONU DA VERMİYORLAR ZATEN”

Bir taraftan bunları da aşmanın mücadelesini veriyoruz. Sokak başlarını kazıyarak, yollara mayınlı tuzak kurmak, insanları tehdit etmek, araçlarını yakmak yol yapımını baraj inşaatını engellemek… Düşünebiliyor musunuz? Bu barajlarda ne olacak? Su toplanacak, kurak araziler orada sulanacak. Hidroelektrik santralse elektrik enerjisi üretilecek. Ondan sonra da faturayı nereye kesecek, hükümete kesecek, devlete verecek. Ne diyecek, bak elektriğimizi vermiyor… Elektriği kesen sensin. Elektrik parası da maalesef, onu da vermiyorlar zaten bildiğiniz gibi.

“KENDİLERİNE AYDIN DİYEN, AKADEMİSYEN DİYEN, GAZETECİ DİYEN BİR GÜRUHUN…”

Son eylemler terör örgütünün ve destekçilerinin kalleşlikte hiçbir sınır tanımadığını gösterdi. Çok iğrenç işbirliklerine de şahit oluyoruz. Paralel devlet yapılanması peşinde olan kesimin, bölücü örgütle aynı çizgide buluştuğunu görüyoruz. Aynı şekilde kendilerine aydın diyen, akademisyen diyen, gazeteci diyen bir güruhun nasıl alenen hainlik peşinde koştuğunu ibretle takip ediyoruz.

“NE DİYORLARDI, SENİ BAŞKAN YAPTIRMAYACAĞIZ…”

Bölücü örgüt uzantıları eylemlerin ve ölümlerin faturasını, şahsıma hükümete çıkarmaya çalışanların asıl niyetlerinin gayet iyi farkındayız. Ne diyorlardı, “seni başkan yaptırmayacağız…” Bu sözün aslında “Türkiye'yi 2023 hedeflerine ulaştırmayacağızı” ifade etiğini çok iyi biliyoruz. Bugün devlet silahlarını sustursun diyenler, dün de bölücü örgüte niye savaşmıyorsun diyordu. Çünkü bunlar savaş istiyor, kan istiyor, can istiyor. 6-7-8 Ekim tarihlerinde, benim Kürt kardeşlerimi sokağa çağıran kimdi biliyorsunuz değil mi? Peki 50 kişi öldü. Ölen kimdi? Benim Kürt vatandaşım. Öldüren? O da Kürt. Peki Kürdü Kürde kırdıran bu adamlar değil mi? Bu adamlar nasıl oluyor da özgürlükçü oluyor.

“CİCİ ÇOCUK DEMEKLE KİŞİ CİCİ OLMUYOR”

Öyle eline bir saz vermek suretiyle bir insanı modern bir noktaya oturtamazsınız. Köşelerde, şuralarda buralarda cici çocuk demekle kişi cici olmuyor. Biz insanın ameline bakarız, fiiline bakarız, yaptıklarına bakarız. Peygamberimiz ne diyor? Müslüman o kimsedir ki elinden ve dilinden diğer Müslümanlar da emindir, salimdir, güvendedir. Biz bunu arıyoruz. Bunlarda böyle bir şey var mı? Bunlar yol kesen, bunlar haraç toplayan… Alıyor insanı dağa kaçırıyor. Sonra haber gönderiyor, şu kadar para göndereceksin. Göndermediğin takdirde yakarız yıkarız. Yaptıkları bu. Arkadan gel kurşunla. Uykuda kurşunla. Tek amaçları var Türkiye'nin istikrarının bozulması, güven ortamının zedelenmesi.

Dikkat ediniz saldırılar ülkemizde oluyor, yürekler yanıyor. Ama terör örgütünün güdümündeki parti çözümü Brüksel'de arıyor. Kendi ülkesine kendi milletine bu kadar yabancılaşmış bir anlayışın, yaşanan sorunlara çözümler üretebilmesi mümkün değildir.

“Bu parti mensupları, silahtaki kurşunla sandıktaki oy arasında tercih yapmak zorundadır”

Oyu Türkiye'den alıp çözümü dışardan aramak bir partinin kendini inkar etmesidir. Bir taraftan sandığı referans alan, bir taraftan sırtını terör örgütüne dayadığını söyleyen partinin mensupları siyasete arkasını dönüyor demektir. Bu parti mensupları, silahtaki kurşunla sandıktaki oy arasında tercih yapmak zorundadır.
Bu süreçte sembol olarak kullanılan Kobani ve Suruç hadiselerinin gerisindeki gerçeği bir kez daha paylaşmak isterim.
Türkiye, Suriye'nin her bölgesi gibi Kobani'nin de rejimin ve DAEŞ terör örgütünün zulmünden kurtulması için her türlü çabayı gösterdi. Bölge saldırıya uğradığında, hem oradan gelen 200 bin kişiyle sınırlarımızı biz açtık. Burada şu anda paylaşmak istediğim bir şey var. Konuştuklarımı sapıtanlar var, veya saptıranlar. Nedir bu?

“BİZ SINIRLARIMIZI KAPAYABİLİRDİK”

Kobani'den kaçanları bir hafta içerisinde ülkemizde misafir eden biz değil miyiz? Biz sınırlarımızı kapayabilirdik. Ama biz kapamadık. Biz ne dedik? biz bize sığınanlara kapımızı kapayamayız. Kampların yetmediği yerlerde çeşitli evlerde misafir edildi. Şu anda terör orada canlar da aldı. Ama biz bir şey daha yaptık. Özgür Suriye ordusunu topraklarımız üzerinden Kobani'ye girmesini sağladık. Kuzey Irak'ta Peşmergeleri topraklarımız üzerinden aldık, girmelerini sağladık. 

“ŞAHADET MAKAMI KIYAMETE DEKTİR, DEVAM EDECEKTİR”

Bunu açık net söylemek zorundayım. Bu operasyonlar devam edecektir. Tabi canımız yanıyor. Şehit ailelerimizin canları da yanıyor. Artık bu iş bitsin diyen kardeşlerimiz oluyor. Şunu bilmemiz lazım, bu iş şüphesiz ki ilk insan Kabil ve Habil… Biliyorsunuz kabil kardeşini öldürmüştür, bir süreç başlamıştır. Ama şahadet makamı kıyamete dektir, devam edecektir. Mesele nedir? Bunu minimize etmektir. İnşallah asgariye inmesi veya tamamıyla bitmesidir. Ama bakın dünyanın hemen hemen her yerinde bu tür eylemler, bu tür olaylar devam ediyor mu? Ediyor. Hele hele bu bölge özellikle  seçilmiş.

Bakın bir şöyle yay var, Pakistan Afganistan İran, Irak, Suriye, Filistin mısır Libya devam ediyoruz…
Biz bu gayreti göstereceğiz. Ama biz bunların bu saldırıları karşısında asla durmayacağız. Mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdüreceğiz. Mesela bazıları diyor ki, terör örgütü silahlarını sustursun. Hayır, ne demek sustursun. Terör örgütü silahları bırakacak, gömecek, betonlayacak. Böyle olacak. Kalkıp da devletten kimse silahlarını bırakmayı isteyemez. Askerin de polisin de silahı onun enstrümanıdır. Onu asla elinden bırakamaz. Bir devletin en önemli görevi, can güvenliğini mal güvenliğini nesil güvenliğini akıl güvenliğini sağlamaktır. Bunları yapacak olan devletin elinde bazı enstürmanlar vardır ki bun
Tüm teröristler ya ülkemizi terk edecekler, ya da dediğim gibi silahlarını bırakacaklar, gömecekler. Bunların da yer tespitini biz yapacağız.
Terör örgütüyle arasına mesafe olmayı beceremeyen siyasi parti için de aynı durum geçerlidir. Bu partinin yöneticileri siyasetin imkanları içinde faaliyet göstermeyi başaramadıkları sürece, bizim gözümüzde örgütün piyonu olacak kalacaklardır. Yani kimse bize yalan söylemek suretiyle, bizim terör örgütüyle alakamız yok… Kusura bakmayın bunu kimse yutmaz.

“TÜRKİYE'NİN 1990'LI YILLARA DÖNDÜĞÜ İDDİALARIN DA KESİNLİKLE REDDEDİYORUM”

Milletimiz müsterih olsun. Çözüm sürecini bu ülkenin bekasının tehdidi haline dönüştürmeye çalışanlar hüsrana uğrayacaktır. Türkiye'nin 1990'lı yıllara döndüğü iddiaların da kesinlikle reddediyorum. 90'larda olanların birçoğu şu an parlamentoda. Bu itham her şeyden önce milletimize haksızlıktır. Türkiye geçtiğimiz 12 yılda demokrasi hak ve özgürlükler kalkınma alanında elde ettiği kazanımlardan bir milim dahi geri gitmeyecektir.
Kararlı adımlarla yürümeye devam edeceğiz. Türkiye, terörün de paralel yapının da üstesinden gelebilecek imkana iradeye sahiptir. Bunlardan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Birileri çıkıyor, işte sayın başbakan koalisyon kurmak istiyor ama cumhurbaşkanı bunu engelliyor gibi bunu yalan yanlış iftira kokan ifadeler kullanıyor. Tabi ben şu ifadeyi sürekli kullandım, kullanıyorum. Sorunların çözümü için irade koyabilecek koalisyon hükümeti konusunda ümidimizi muhafaza etmeye çalışıyoruz. Çünkü bu ülke hükümetsiz olamaz. Şahsıma düşen görev nedir? Anayasada belirtilen süreci işletmektir. Ben şu anda bu süreci işletiyoruz. En çok oyu olan genel başkanımız, başbakanımız. Hükümeti kurma görevini ben kendilerine verdim ve bu süreci başlattım.

"İNTİHAR EDECEK HALİ YOK"

Sayın başbakan şu anda hükümeti kurma görüşmelerini devam ettiriyor. Ama bu süreç içerisinde, yine farklı farklı yaklaşımlar ortaya konuluyor. Ana muhalefet ile iktidar koalisyon kursun diyenler var, ondan sonra görüşelim diyenler var. Bunların hepsini görüyoruz. Anayasada belirtilen süreç içerisinde sayın başbakan 45 gün içerisinde kendisinin de partisinin de inandıklarına mütenasip olabilecek bir ortak bulabilirse, ama bir tekrar seçim ama farklı bir anlayışla ortaklık için adım atabilir. Ama o tabi kendi ilkeleriyle de karşı düşüncenin örtüşmesi lazım. Herhalde örtüşmüyorsa, intihar edecek hali yoktur. Bunu bu şekilde görmek lazım. Koalisyon hükümetinin kurulması benim temennimdir, bu süreç 45 gündür. Bu mümkün olmadığı takdirde, ya mevcut hükümetin azınlık hükümeti olarak devam etmek suretiyle bir erken seçime gitmesidir ki buna bir destek gerekiyor. Parlamentodan güvenoyu alması gerekiyor.

Aksi takdirde, çünkü sunulacak olan bir kabine parlamentoda güvenoyu almayabilir. Sonra yeni görevlendirme süreci başlayacaktır. Meclis'in kalkıp bir geçici hükümeti kurma şekli var. burada da parlamentoda temsil edilen siyasi partilerin güçleri oranında, geçici seçim hükümetinde temsil edilmesi gerekiyor. Bunun da çeşitli faydaları var, zararları var.  Koalisyon görüşmelerinin hayırlı şekilde sonuçlanmasını diliyorum.

Haber Ara