Atlantik'ten Pasifik'e Nazi kamplarından Japon kamplarına II. Dünya Savaşı
Kısa I. Dünya Savaşı Tarihi kitabının ardından Kısa II. Dünya Savaşı Tarihi'ni de kaleme alan İlkin Başar Özal kitabıyla ilgili Timetürk’e konuştu.

Oluşturma Tarihi: 2019-01-21 13:01:59

Güncelleme Tarihi: 2019-01-21 13:01:59

Basımını Timaş yayıncılığının yaptığı Yazar İlkin Başar Özal'ın Kısa II. Dünya Savaşı Tarihi kitabında savaşta ve toplama kamplarında yaşananlar, farklı bir bakış açısı ile anlatılıyor.

İşte İlkin Başar Özal ile kitabın yazım süreci ve içeriği ile ilgili yaptığımız özel röportaj.

Soru 1: İkinci Dünya Savaşı'nın kısa tarihine değindiğiniz kitabınızın diğer tarih kitapları gibi kronolojik şekilde olmamasını neye bağlıyorsunuz? “İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI YAŞANAN BİR DİZİ SAVAŞIN TOPLAMIDIR”

Bunu genel anlamda iki noktaya dayandırıyorum. Birincisi konunun kapsamı ve farklılığı. Tarihsel olaylar neden sonuç ilişkisi içerisinde incelenip belli bir sıraya oturtulduğunda zaman akışındaki anlaşılırlıklarının arttığına ve gerçek anlamlarının ortaya çıktığına inanılır. Bu saptamanın doğruluk payı yüksektir, işe yarar ancak dünya savaşları için durumun biraz faklı olduğunu düşünüyorum. İkinci Dünya Savaşı tek bir savaş değil, dünyanın farklı yerlerinde yaşanan bir dizi savaşın toplamıdır. Karadaki mücadelede; Kuzey Afrika çölündeki savaş, Burma ormanlarındaki savaştan, Avrupa'daki savaş da Pasifik'te yaşanan savaştan tamamen farklıydı. İngiltere, Avrupa, Rusya, Orta Doğu ve Uzak Doğu semalarında inanılmaz hava çatışmaları yaşandı. Denizlerde de muharebeler eksik olmadı: Atlantik'te, Pasifik'te, Akdeniz'de gemiler, denizaltılar ve sonucun belirlenmesinde etkin olan uçak gemileri birbirleri ile kıyasıya çatıştılar. Bu açık savaşların dışında bir de gizli savaşlar ve elektronik savaşlar yaşandı. Kod-kırıcılar, casuslar ve aldatma ekipleri, düşman topraklarında çalışan sabotajcılar, propaganda üretenler birbirleriyle yarıştılar. Bilim insanları keşfettiler, icat ettiler ve var olanları da geliştirdiler. Şimdi bütün bu yaşananları sadece 1941 yılı için bir araya getirdiğimizi düşünelim; konudan konuya atlayarak gitmek zorunda kalırız. Ardından aynı şeyi 1942 sonrasında bütün geri kalan yıllar için yaptığınız da içinden çıkılmaz bir kaos yaşanacağını düşünüyorum. Bu nedenle okuyucunun konu bütünlüğünü yakalaması amacıyla her cepheyi ayrı ayrı ve kendi kronolojisi içinde ele aldım.

"ALMAN KENTLERİNDE YAŞAYAN SİVİLLERİN MÜCADELESİ İLE İNGİLİZ ŞEHİRLERİNDEKİLERİN KARŞILAŞTIKLARI FARKLI GÖRÜNÜYOR"

İkinci nokta ise insan hikayeleri. Savaşan askerlerin ve savaşla iç içe yaşamak zorunda olan sivillerin hikayeleri cepheler içerisinde farklı ama yaşanılan vahşet ve şiddet aynı. Örneğin bir Rus askerinin 1941'de sürpriz Alman saldırısı ile karşılaşması, geri çekilmesi, ardından toparlanan Kızıl Ordu'nun parçası olarak saldırıya geçip Berlin'e girmesi kitapta bir bütün olarak karşınıza çıkıyor. Keza kuşatma altında kalan Rus sivilleri için de durum aynı. Öte yandan hepsi hava bombardımanına maruz kalmasına rağmen Alman kentlerinde yaşayan sivillerin mücadelesi ile İngiliz şehirlerindekilerin karşılaştıkları farklı görünüyor. Diğer tarafta Alman tankındaki bir topçunun savaşı, İngiliz kıyı komutanlığında görev yapan pilotunkinden neredeyse tamamen farklıdır. Bu noktada okuyucunun anlatılanların bir parçası olmasını sağlamak ve kendisini savaştaki bir asker ya da siville özdeşleştirmesi için her cepheyi ayrı ayrı ele almak istedim. Pasifik'te savaşan Amerikan Deniz Piyadesi ya da Avrupa cephelerinde boy gösteren Partizan hatta Fransız direnişçisi gözüyle savaşı anlatmayı ve okuyucuya da yaşatmayı hedefledim. Böylelikle İkinci Dünya Savaşı'nın bir cephesine ilgi duyan okuyucu aradıklarını kolayca bulabilecek üstelik diğer cepheler hakkında da bir bütün olarak bilgi edinebilecek.

Soru 2: İkinci Dünya Savaşı denilince akla genelde Hitler veya Hiroşima odaklı eserler geliyor. Sizin eserinizin odak noktası nedir?

Savaşın kendisi demek daha doğru olur. Kitabi kaleme alırken istediğim genel olarak 2. Dünya Savaşı öncesi, sırası ve yakın sonrasında neler olduğunu bütün hatları ile ortaya koymaktı. "İKİNCİ DÜNYA SAVAŞININ MİRASI OLAN SOĞUK SAVAŞA BİR GİRİŞ İLE KİTAP SONLANIYOR"

Başlangıç olarak 1918 yılında imzalanan antlaşmalar ile başladım çünkü ikinci savaşın başlama sebebi bizzat birinci savaşın sonunda imzalanan barış antlaşmaları. Aslında bunlara barışı sona erdiren barışlar demek hiçte yanlış olmaz. Bu anlaşmalar onuru zedelenmiş bir Almanya, beklediğini bulamayan bir İtalya ve dışlanmış bir Japonya ortaya çıkarıyor. Bu nedenle de bu üç devletin 1919 - 1939 yılları arasında yaşadıklarını ortaya koymak Almanya'da Nazizm, İtalya'da Faşizm ve Japonya'da ultra-nasyonalizm akımlarının gelişmesini vurgulamak şart oluyor. Ben de saptadığım bu yaklaşım doğrultusunda savaşın sebeplerini ortaya koydum. Dünyanın yaşadığı silahsızlanma ve ekonomik buhranları da bu nedenler arasına yerleştirdim. Ardından da savaşı ele aldım ama her yönüyle. Özellikle de genel okuyucu kitlesinin odaklandığı ve bilinen olayların ötesine geçmeye çalıştım. Örneğin atom bombası, Hitler, soykırım herkesin bildiği sık sık duyduğu şeyler. Kitapta bunlara ek olarak Suriye, Irak ve Madagaskar harekatları, Japon toplama kampları, kimyasal ve biyolojik silah araştırmaları, teknolojik gelişmeler, aldatma operasyonları, istihbarat birimlerinin etkinliklerine hatta kurtarma akınlarına kadar her şeyi bulabilmeniz mümkün. En son olarak da ikinci dünya savaşının mirası olan soğuk savaşa bir giriş ile kitap sonlanıyor. Soğuk savaş anlatımını sadece 1949-1950'ye kadar getirdim çünkü o süreç başka bir kitabın konusu.

Soru 3: Türkiye'deki tarih kitaplarını nasıl yorumluyorsunuz? Eserinizin klasik tarih kitaplarından ne gibi farkları var? "II.ABDÜLHAMİT BİRİLERİ İÇİN ULU HAKAN, BİRİLERİ İÇİNSE KIZIL SULTANDIR"

Bence öncelikle tarih anlayışımızı sorgulamamız lazım. Ülkemizde tarih, geçmişi görüp ders çıkarmaktan çok sadece baktığımız ve ideolojiler ile iktidar-muhalefet arasında adeta bir çatışma alanı olarak algılamakta. Öncelikle bundan kurtulmamız lazım. Bir örnek ile ne demek istediğimi anlatayım. II.Abdülhamit dönemini düşünün. Birileri için Ulu Hakan, birileri içinse Kızıl Sultandır. Her ikisi de yanlıştır, çünkü tarihte siyah ya da beyaz yoktur, gri vardır. Grinin tonu tartışılır mesela Hitler olabilecek en koyu gri karakterdir. Diğer taraftan tarih bir topluma ya da zümreye mal edilemez sadece bir anlayış üzerine de bina edilemez. Bundan süratle kurtulmamız gerekmekte, tarihi ayrıştırıcı değil, birleştiği unsur olarak görmek ve bu doğrultuda faydalanmak gerekir. Aşırıya kaçan bir doktrinle kaleme aldığınız hiç bir eser insanları içselleştirilmez aksine dışlar. Nesnellikten uzaklaşırsınız.

Öte yandan tarih, belgelere dayalı olarak sağlam kaynaklarla inşa edilen bir yapıdır. Geçmişteki hataları ört pas etmek için kulaktan dolma, astı astarı olmayan söylemlerle kendinizi haklı çıkarmaya çalışacağınız bir bilim de değildir. Günümüzde bilimsel tarih hurafelere karşı savaş veriyor ve bu sadece bizim ülkemizle de sınırlı değil ancak kitaplarımızın bilgi aktarım kaynağı olduğunu düşünürsek bu yaklaşımı süratle terk etmeliyiz. "TARİHİN YASALARI DEĞİL, EĞİLİMLERİ VARDIR"

Kitabımı bu anlayıştan uzak tutarak yazdığımı düşünüyorum ama tabii ki takdir okuyucunundur. Kitabımı yazarken özellikle dikkat ettiğim bazı hususları göz önünde tuttum. Tarihin yasaları değil, eğilimleri vardır. Bu bir olayın yaşandığı ya da bir kişinin liderliğe yükseldiği dönem ile toplum mutlaka göz önüne alınmalıdır. Üstelik savaş tarihi yazıyorsanız daha titiz olmalısınız çünkü yargılarınız ile değil algılarınız ile hareket etmeniz şart. Ben her iki kitabımda da ve savaş tarihi üzerinde yaptığım çalışmalarda da iki anlayışı ön planda tutarım hatta bunlar çalışma masamın üzerinde hep gözümün önünde yazılı bir halde durur. Birincisi, “Her savaş, benim savaşımdır”. İkincisi ise “Bütün savaşlar bir iç savaştır, çünkü savaşanların hepsi kardeştir”.

Soru 4: Kısa İkinci Dünya Savaşı Tarihi kitabınızı yazarken yaptığınız araştırmalarda savaş döneminin sizi en çok etkileyen olayı nedir?

Cephe gerisindeki halkın ve savaş esirlerinin yaşadıkları ama özellikle de halkın çektikleri. Bunu bazı konu başlıklarına bölmek istiyorum izninizle. Toplama kampları, stratejik ağır bombardıman saldırıları ve işgaller.

"SADECE YAHUDİLERİN YAŞADIKLARI ÜZERİNE BİR LİTERATÜR GELİŞTİRİLDİ"

Toplama kampları denilince akla ilk olarak Nazilerin kurdukları geliyor. Sistem karşıtlarını ile Yahudileri kapadıkları ve imha ettikleri yerler. Savaşın sonunda sadece Yahudilerin kapatıldığı kamplar bulununca sadece Yahudilerin yaşadıkları üzerine bir literatür geliştirildi. Çünkü Naziler Yahudileri hem emek gücü olarak savaş endüstrisinde kullandılar hem de köle gibi çalıştırarak bir nevi tatmin yaşadılar. Bir kısmını ise laboratuvar araştırmalarında denek olarak kullandılar, diğer bir kısmını ise ortadan kaldırdılar. Ancak gözden kaçan ise Nazilerin diğer toplama kamplarıydı. Çingeneler, homoseksüeller, rejim karşıtlarını da bu kamplara kapattılar. Savaş sonunda bu grupların kamplarına rastlanmadı çünkü imha edilmişlerdir. Hatta zekâ ve fiziksel engeli bulunan çocuk ve gençler bile “özel hastane” denilen yerlere kapatıldılar ve aşamalı olarak öldürüldüler. Ama Naziler bu konuda tek suçlu değildi. Japonlarda çeşitli toplama kamplarına Çinli halkı hapsettiler. Burada durum biraz daha farklı. Japonlar 1937 yılında Çin'deki varlıklarını pekiştirince sivilleri toplama kamplarına doldururlar. Burada yaş gözetmeksizin Çinli kız çocuklarına, genç kızlara, genç kadınlara ve yaşlı kadınlara sistematik olarak tecavüz ederler. Bunların bir kısmını o sırada bölgede bulunan Alman işadamları, evlerinin bahçelerinde koruma altına alırlar ve duvarlara asılan swastika (gamalı haç) bayrakları Japonların buralara girmesini engeller. Garip bir ironi aslında, Avrupa'da kitlesel kıyım yapan swastika burada insanları korumaktadır. Japonlar bir taraftan da Çinlileri kimyasal ve biyolojik silah araştırmalarında denek olarak kullanırlar. Gizli laboratuvarlardan ele geçirilen belgelerin hepsinde maymunlar üzerinde yapılan deney sonuçları görünmektedir. Ve Japonlar Çinlilere “maymun” dediklerinden raporlardaki deneklerin kaçının insan ve kaçının gerçekten maymun olduğunu ayırt etmek imkansızdır. Amerikalılar da Pearl Harbor baskını sonrası savaşa girdiklerinde ülkelerindeki İtalyan, Alman ve Japon vatandaşlarını toplama kamplarına hapsederler. Bunlara Alman, İtalyan ve Japon kökenli Amerikan vatandaşları da eklenir. Özellikle Japonların bulunduğu kampların hali içler acısıdır, hastalık ve yetersiz beslenmeden hayatını kaybedenlerin sayısı bir hayli fazladır. "KONVANSİYONEL ŞEHİR BOMBARDIMANLARINDA ÖLEN İNSANLARIN SAYISI ÇOK DAHA FAZLA"

Diğer bir sorun da stratejik ağır bombardıman saldırıları… Birçok insan bu saldırılar sırasında hayatını kaybediyor ve ülke içinde güvenli bölgelere doğru bir göç dalgası yaşanıyor. İngiltere'de Britanya Muharebesi sırasında yaklaşık iki milyon insan yer değiştiriyor. Almanya'da Hamburg, Dresden, Köln yangın fırtınalarına neden olan bombardımanlar sonucu kül oluyor. Almanya'yı gündüz Amerikan, geceleri ise İngiliz uçakları neredeyse üç sene boyunca kesintisiz olarak bombalarlar. Taş üstünde taş kalmaz. Amerikalılar Japon anakarasına da benzer bir bombardıman harekâtı gerçekleştirirler. Yangın bombalarını tercih ediyorlar çünkü Japonya'da bina yapımında geleneksel olarak ahşap ve kâğıt kullanıldığından kentler neredeyse küle dönüşüyor. Bizler hep Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombaları sonucu ölenleri konuşuyoruz ama konvansiyonel şehir bombardımanlarında ölen insanların sayısı çok daha fazla.

İşgaller ise halkın üzerinde en ağır etkiyi bırakan unsurlar. Almanlar, Fransa ve Rusya'ya girdiklerinde hedef gözetmeksizin ama özellikle Yahudileri seçerek şiddet uyguluyorlar. Japon işgalleri Çin'in demografik yapısını neredeyse bozuyor. Ruslar ise Almanya topraklarını işgal ettiklerinde yaklaşık yüz bin Alman kadınına tecavüz ediyorlar.

Bütün bunların savaşın sonucunda savaşan toplumlar üzerinde uzun süre izlerini silemedikleri bir travma yaratıyor. Bazı insanların günlüklerini okurken dehşete kapıldım bazılarınınkinde ise resmen gözlerim doldu. İkinci Dünya savaşı süresince insanın insana yaptıkları kabul edilebilir sınırların çok ötesinde. Bu nedenle savaştan sonra “savaş suçu” ve “savaş suçlusu” kavramları ortaya çıktı. Yenilen devletler cezalandırıldılar ama aslında galip gelenler de savaş öncesinde sivillerin korunmasına yönelik olarak imzalanan antlaşmaların hiçbirine uymamışlardır.

Soru 5: Kısa Birinci Dünya Savaşı eserinden sonra Kısa İkinci Dünya Savaşı Tarihi kitabi yazdınız. Ciltler halinde yazılabilecek savaşları tek kitaba sığdırırken zorlandınız mı? Nasıl bir çalışma planı izlediniz?

Tabii ki zorlandım hem de çok. Bazen seçim yapmam gerekti ve adeta kararsız kalıp kitlendim. Çünkü kitaba koymaktan vazgeçtiğiniz her sözcük sanki anlatacaklarınızı yarım bıraktığınızı ya da okuyuculara eksik bilgi verdiğiniz zannettiriyor. En azından ben öyle hissediyorum. Ama sonuç kaçınılmazdı. O nedenle de dikkatli metodoloji izlemem gerekti.

"SAVAŞ BOYUNCA BİR KONU İLE İLGİLİ DERLİ TOPLU BİLGİ VERMEYİ AMAÇLADIM"

Bir problemi çözebilmek için öncelikle sınırları çizmeniz gerekir aksi takdirde sonuca ulaşamazsınız. Kitabıma başlarken zor da olsa bazı şeylerin kâğıda aktaramayacağımı kabullenmiştim. Bu anlayışla belgeleri bir araya getirdim. Anlatılmak istediklerimin tamamını masaya yatırdım. Ardından da ayrıştırdım. Cephe bağlamında kâğıda aktaracağım için tekrar gruplandırdım. Salt bir kronoloji takip etmeyeceğimden bazı parçalara yer bulmakta zorlandım açıkçası. Mesela; kaynaklar, istihbarat, casusluk etkinlikleri, partizanlar, Fransız direnişçileri, komando harekatları, konferanslar ve bilinmeyen ya da ön plana çıkmamış Suriye, Irak, Madagaskar için verilmiş savaşlar kitabın genel planı içerisinde dikkatlice yerleştirilmeliydi. Bunları cepheler arası geçişlerin arasında ileriye dönük bilgi veren parçalar şeklinde kullandım. Böylelikle savaş boyunca bir konu ile ilgili derli toplu bilgi vermeyi amaçladım. Umarım başarmışımdır.

 Soru 6: Yakın tarih ile ilgili çalışmalarınız var mı? Varsa ne zaman yayınlanacak?

"BEN 9 YAŞINDA TARİHÇİ OLMAYA KARAR VERDİM"

Var. Bir örnek vereyim; İkinci Dünya Savaşı'nın ilk kaba taslak halindeki kelime sayısı 650.000 civarında, kitabın elinizde bulunan basımındaki kelime sayısı ise 125.000 civarıdır. Anlayacağınız sadece İkinci Dünya Savaşı kitabının devamında 4 kitap da daha kullanılabilecek bu konuyla ilgili elimde basılmaya hazır bilgi var. Birinci Dünya Savaşı için ise en az 2 kitap belki de 3 kitaplık malzeme var. Ancak şu anda üzerinde yoğunlaştığım üç konu var. Birincisi; Birinci ve İkinci Dünya Savaşı kitaplarımı tamamlar nitelikte olacak olan Soğuk Savaş kitabım. İkincisi ise 20.yüzyıl tarihi. Üçüncüsü 100. Yıldönümlerini kutlayacağımız Kurtuluş Savaşımızın 1919-1923 yılları. Diğer taraftan da savaş tarihleri ilgili projelerimin ön çalışmalarına devam ediyorum ama onları adlandırmak için henüz çok erken. Bunları ne zaman yayınlayacağıma konusuna gelirsek söylemek biraz zor ama hedefim her sene okuyucularıma bir kitap üretmek. En azından 2019-2023 arasında “Milli Mücadele 100. Yıl” serisi çıkabilir. Burada bir şey belirtmek istiyorum. Bu kitaplar aslında bir sene de yazılmıyor. Bakınız ben 9 yaşında tarihçi olmaya karar verdim, üniversiteye tarih bölümünü “tek” tercih yaparak girdim, yaş olarak yarım asrı devirdim ve 10 yaşımdan beri tarih ile ilgili ne buluyorsam okuyup, izleyip not alıyorum. Anlayacağınız gibi yılların birikimi kâğıda aktarılıyor, okuyucularımız okudukça ve yararlandıkça da hayat buluyor.

Röportaj: Cuma Obuz