BDA Derneği Başkanı Bayram: Mirzabeyoğlu, İslam kahramanıdır
Geçtiğimiz Ağustos ayında kuruluşunu ilan eden BDA (Büyük Doğu Akıncıları) Derneği Başkanı Mehmet Ali Bayram, derneğin kuruluş amacı, faaliyetleri, sosyal ve siyasi görüşlerine dair TİMETURK'e konuştu.

Oluşturma Tarihi: 2023-09-09 13:23:39

Güncelleme Tarihi: 2023-09-09 16:58:54

Merkezi Eyüp Sultan ilçesinde bulunan BDA Derneği'nin Genel Başkanı Mehmet Ali Bayram, medyada "terör örgütü lideri" şeklinde yıllarca haber olan Salih Mirzabeyoğlu'nun gerçek bir "İslam kahramanı" olduğunu savundu. Bayram, gündemdeki sosyal ve siyasi mevzulara dair TİMETURK'ün yönelttiği sorulara cevap verdi.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Öncelikle teşekkür ederim. Ben Mehmet Ali Bayram. 1977 Konya doğumluyum. Kamu Yönetimi Bölümü mezunuyum. Milli Gençlik Vakfı, Ülkü Ocakları vb. siyasi teşekküllerin içinde yer aldıktan sonra İbda Fikriyatıyla tanıştım. 28 Şubat darbesinin müslümanlara yönelik ceberrut ikliminde 6,5 yıllık bir cezaevi hayatım oldu. Sonrasında da uzun yıllar, memleket içinde müslümanların sesi olabilmek gayesiyle yürüttüğümüz bir çok siyasi faaliyetin yanı sıra özellikle Suriye, Irak, Çeçenya, Arakan ve Afrikalı müslümanlar gibi ümmet coğrafyasının mazlumlarının uğradıkları zulümlerin duyurulması ve bir nebze acılarının dindirilmesi noktasında faaliyetler yürüttüğümüz Müslüman Anadolu Gençliği'nde başkan olarak vazife yürüttüm.

"BÜYÜK DOĞU-İBDA FİKRİYATINI GÜNDEM YAPMAK AMACINDAYIZ"

Derneğinizin kuruluş amacını anlatabilir misiniz?

Bizler Büyük Doğu - İbda külliyatı bağlıları olarak bu memlekete dair söyleyecek sözü olan insanlarız. Memleketimizin şu an içinde olduğu durum ortada. Baktığınız zaman ne insani, ne İslami, ne de bu coğrafyanın değerlerine yakışan bir insan portresine sahibiz. Gençlik maalesef kendisine dayatılan, ta ilkokul çağından beri kendisine gösterilen batılılaşmanın, tüketim toplumunun, hazcı insan tipinin birebir numunesi olmuş durumda ve ne insani, ne de mukaddes adına hiçbir kaygı taşımıyor. Bizler de Büyük Doğu - İbda bağlıları olarak esasında insanın gerçek anlamıyla insan olarak yaşayabileceği bir cemiyet tahayyülünün hayata geçirilmesi gerektiğine inanan bir topluluğuz. Dolayısıyla bu manzara karşısında bizlere düşen de oturup seyretmek yahut bir şeyler karşısında yalnızca şikayetçi mevkiinde yer almaktansa bu maksada mebni olarak harekete geçmek ve bunun siyasi, iktisadi, hukuki, kültürel olarak alt yapısını oluşturabilecek Büyük Doğu - İbda fikriyatının bir sistem halinde toplum gündeminde yer edinmesini sağlamak ve başta gençlerimiz olmak üzere insanımızın şuuruna alternatif sunabilmektir. Bu fikrin, memleketimize gerçek anlamda tanıtılması, araştırılması, incelenmesi ve gerçek manası ile kavranması hayati bir ihtiyaçtır. Dikkat ederseniz Batı'nın hâkimiyeti denilince bir çırpıda insanların aklına gelen ilk şey bir takım teknik buluşlar ve bu sahadaki "ilerlemeler" geliyor. Fakat şu gerçek atlanıyor; Batı, teknik plandaki bu tekamülünü esasında fikri anlamdaki mücadelesine, buradaki çabasına borçludur. Tarihe şöyle bir baktığımız zaman eğer Avrupa'da rönesans ve reform hamleleri olmasa, onu besleyen fikir alt yapısı oluşturulamasaydı emin olabilirsiniz ki insanların gözünü boyayan bu teknolojik alt yapı da olmazdı. Çünkü önce her şey insanların zihninde başlar, düşünce ortamında oluşturulur, hayal edilir ve sonrasında gerçekleştirilir.

Batı bizim için asla örneklik teşkil edecek bir yapı değil. Biz bunların çabalarından sadece ibret almak ve onlardaki kıymete yitirilmiş hikmetimiz gözüyle bakmak zorundayız. Dolayısıyla bizlerin de müslüman Anadolu coğrafyası olarak kendimize ait sahici bir tarih muhasebesine erdiğimiz, kendi halimizin izahını yaptığımız, ihtiyaçlarımızı, önceliklerimizi yerli yerine oturttuğumuz bir fikir manzumesine ihtiyacımız var ki bu bizim elimizde mevcut. Maalesef bağımsızlık mücadelemize ket vuran ihanet şebekelerinin de büyük gayretleriyle üstü örtülmeye çalışılsa da Büyük Doğu - İbda bu ihtiyaca tamamı ile karşılık vermekte ve mesele de sadece onun toplum gündemine getirilmesindedir. Bizler de bu vazifeyi üstlenmiş olarak Büyük Doğu - İbda fikriyatının toplumun tüm kademelerinde yer tutması için çeşitli çalışmalar yapmak maksadıyla bu derneği oluşturduk.

Derneğinizin faaliyetleri hakkında bizi bilgilendirir misiniz? Faaliyetlerinizde özel bir ekonomik yardım ve destek alıyor musunuz?

Şimdi bizim eğitim, sanat, kültür gibi faaliyetlerimiz, bunlara ait sohbet, seminer, konferans tarzı organizasyonlarımız olmakla birlikte bunun haricinde yurtdışı coğrafyasında yaşayan ümmetin mazlumlarının dertleriyle dertlenmek, hakiki anlamda ümmet kardeşliğini tesis edebilmek gibi bir maksadımız var. Hülasalandırmak gerekirse bizler bu coğrafyanın, medeniyetin evlatlarıyız. Dolayısıyla bu topraklarda cereyan eden her şey karşısında söyleyecek sözü olan, yapılması gerekene inanan, hisseden insanların tek başına bir şeyleri gerçekleştirememenin ıstırabını duyması yerine birlik halinde müslümanların taleplerinin dile getirilmesi ve bu taleplerin sağlanması noktasında da faaliyet yürütüyoruz.

Ekonomik yardım meselesine gelince de, bizler dernek olarak hiç kimseden ve hiçbir kuruluştan tek kuruş almıyoruz. Bizim derneğimize üye olan insanlar, davalarını, imanlarını hayatlarının bir köşesinde süs eşyası gibi saklayan değil, hayatının merkezine alan dava adamlarıdır. Dolayısıyla da herkes elinden geldiğince bu işlere katkı sunmakta, kendi bütçesine uygun bir biçimde destek olmakta ve faaliyetlerimiz bu imkan çerçevesinde yürütülmektedir.

Büyük Doğu Akıncıları Derneği'nin bildiğimiz derneklerle arasında nasıl bir fark var?

Diğer derneklerin yapısı yahut faaliyet alanı ile alakalı benim bir şey söylemem uygun düşmez. Herkes kendi hal izahını kendisi yapar. Bizim çok takdir ettiğimiz oluşumlarda var. İşte son depremde gördük; Beşir derneği olsun, İHH olsun. Allah, bu arkadaşlarımızdan binlerce kez razı olsun toplumun büyük bir yarasına merhem oldular, canı gönülden hizmet ettiler. Ama biz kendimizi onlardan farklı olarak şöyle konumlandırmaktayız ki, bu aslında bizim derneğimizin kuruluş maksadıyla da alakalı olarak bizler tek tek meseleler karşısında çare aramaktansa sistem halinde bütün bir fikrin baş köşeye oturtulması ve buna nispetle davranılması gerektiğine inancını taşıyor ve ideolojik bir şuur kazandırılması meselesini kendimize ana dava ediniyoruz.

"AKINCI MAYASI ANADOLU'DA KÖKLEŞMİŞTİR"

"Akıncı geleneği" muhafazakar-dindar kesimde karşılık görüyor mu?

Büyük Doğu - İbda akıncısı, esasında müslüman Anadolu insanının mayasını teşkil eden ehli sünnet anlayışına tâbi, hakiki dervişliği telkin eden "Nakşi gelenek"ten beslenmektedir. Osmanlı devletinde de bizim dünya hâkimiyetimizin, Allah'ın nizamının tesis edilmesi gibi ulvi bir idealin gerçekleştirilmesi noktasında kendi rahatını hiçe sayan ve akından akına koşan fedakâr insan seciyesini teşkil etmektedir. Dolayısıyla da bu maya, müslüman Anadolu topraklarında sonradan yeşertilmeye çalışılan, dışarıdan ihraç edilen şiilik, vahhabilik gibi yabancı bir unsur değil. Tam tersine bu milletin varoluş harcını temsil ettiği için milletimizden de gerçek anlamı ile büyük bir teveccüh görmekte ve hiçbir yabancılık çekmemektedir.

Gençliğe dönük hedeflerinizi öğrenebilir miyiz?

Genç hassasiyeti körelmemiş insan demektir. Kalbi nasırlaşmamış, katılaşmamış, gerçekten inandığı davaya, imanına sadık, fedakârca hizmet etmeye amade bir heyacanı temsil eder. Dolayısıyla da bizler, içinde yaşadığımız cemiyette bir değişim hayal ediyorsak burada gençleri asla atlamamalıyız ve en büyük önemi onlara vermeliyiz. Bizler de dernek olarak bu sorumluluğun farkındayız ve gençlerimizle alakalı bir çok program yapmaktayız, teşkilat bünyemiz içinde onlara yer vermekteyiz, sorumluluk vermekteyiz.

Dernek başkanı Bayram, gençlerle çeşitli meseleleri konuşmak üzere her hafta sosyal medya üzerinden davette bulunduklarını söyledi...

Bizler gençlerimizi adeta 23 Nisan'da koltuğuna oturtulmuş çocuk gibi tali bir unsur olarak değil, teşkilatımızın esas unsuru olarak görmekteyiz. Ve gençlerimizin dini, ilmi, kültürel, akademik olarak kendilerini yetiştirebilecekleri, ileriye götürebilecekleri bir çok faaliyeti mevzuularında ehil eller vasıtasıyla düzenlemekteyiz.

"SALİH MİRZABEYOĞLU BİR İSLAM KAHRAMANIDIR"

İBDA denilince medyada yıllarca "İBDA-C terör örgütü" ve "Salih Mirzabeyoğlu" ismiyle birlikte anıldığına şahit olundu. Mirzabeyoğlu bir örgüt kurmuş muydu? Terör bahsinde neler söyleyebilirsiniz?

Maalesef hakiki anlamda hukukun tesis edilemediği düzenlerde, mahkemeler adaleti tesis etmek yerine zulmü daha da perçinlemek gibi bir garabeti işlemektedirler. Ve bizler geçmişte yaşadığımız bir çok tecrübeden de bu duruma yakinen şahitlik etmiş bulunmaktayız. Adnan Menderes... Bu memlekette on yıl Başbakanlık yapmış. Sonra bir darbe oluyor ve darbe mahkemeleri Adnan Menderes'i yargılayarak idama mahkum ediyor. Şimdi siz, Adnan Menderes'in idamı hakkettiğini nasıl bir vicdanla izah edebilirsiniz? Hakeza 28 Şubat... Rahmetli Necmettin Erbakan, gayrı meşru yollarla iktidardan indirildi. Şu an ki mevcut Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan... Okuduğu bir şiirden dolayı tutuklanarak hapse atıldı. Ve Salih Mirzabeyoğlu... Darbe döneminde hukukun ırzına geçilmiş kararlar ne derse desin, millet vicdanında o bir İslam kahramanıdır. İslam adına düşünmüş, ıstırabını çekmiş bir mütefekkir ve mücadelesini vermiş bir mücahittir. Ama 28 Şubat dönemi işgal edilmiş ordusu, siyaseti, hukuku ve medyası eliyle müslümanlara yönelik başlatılan topyekün linç girişiminde ona da "terör örgütü liderliği" iftirası atılarak bir çok zulme uğramıştır. Bizler İbda fikriyatı üzerindeki terör örgütü iddiasını asla kabul etmiyoruz. İbda fikriyatı ve mimarı Salih Mirzabeyoğlu'nun o dönem uğradığı haksızlıkları aslında bu memleket üzerinde estirilen terör ve zulmün parçası olduğunu düşünüyoruz. O dönemin güç sahibi kliklerine baktığınız zaman bu durumu daha net görebilirsiniz. 28 Şubat darbesinin paşaları işledikleri darbe cürmünden dolayı hüküm giyip cezaevinde yatarken yine o dönem özellikle bürokraside hâkim pozisyonda olan Fetulahçı terör örgütü mensupları da bugün ya cezaevinde ya da yurtdışında kaçak, vatansız olarak yaşamaktadır. Dolayısıyla bu vatan hainleri tarafından oluşturulan gayrı hukuki düzenin dayattığı hiçbir kararın meşruiyeti yoktur. Ve tam da bundan dolayı, mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'nun bağımsız mahkemeler tarafından yeniden görülen davası neticesinde beraat kararı verilmiştir.

"HİKMETSİZ YOBAZLIK"

Derneğin sosyal medyada paylaştığı mesajlarına baktığımızda iki isim öne çıkıyor. Neden Necip Fazıl Kısakürek ve Salih Mirzabeyoğlu? Diğer fikir ve sanat adamlarına nasıl bakıyorsunuz? Özellikle belirtmek istediğiniz başka isimler var mı?

Üstad Necip Fazıl ve mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu içinde bulunduğumuz hal ile birlikte beş asırlık tarih dilimimizin muhasebesini yapan ve bize yaşanmaya değer hayatın ölçülerini koyan İslam'a muhatap anlayışı örgüleştiren iki büyük mütefekkirdir. Bizler de Büyük Doğu - İbda bağlıları olarak bu dünya görüşünün, insanca, müslümanca yaşayabileceğimiz ideal hayata mutabık olduğunu düşünüyoruz ve bunu gerçekleştirme mücadelesi veriyoruz. Dolayısıyla hayatımızın gayesini teşkil eden davamızı örgüleştiren bu iki mütefekkirden sık sık bahsetmemizden daha tabii bir şey yok. Bu hakikati böylece belirttikten sonra şunu da açıkça belirtmeliyim ki, Büyük Doğu - İbda'nın tiksindiği mücerret karakterlerin başında hikmetsiz yobaz gelir. İbda bağlıları kendisinden ve davasından emin insanlar olarak, kendi değerimiz olan klasik İslami eserlerin yanı sıra başta Batı tefekkürü olmak üzere dışımızdaki eser ve eser sahiplerine de hikmet arayıcısı gözüyle el atmaktan çekinmez ve hakkını teslim ederek bunlardan da faydalanmaktadır.

Dernek olarak medyaya yansıyan açıklamanızda FETÖ ve Kemalist kesimden bahsediyor, özellikle 28 Şubat sürecini hatırlatıyorsunuz. Neden?

Bizler fil dişi kaldırımlarda birbirine çarpmadan yürüyen, haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin asla söz konusu olmadığı, vicdanın ve merhametin hâkim olduğu Büyük Doğu mefküresinin hayalini kurarken tersine olarak bu dünyaya kan, göz yaşı, vahşet ve zulümden başka hiçbir şey getirmemiş bulunan Batı da antitezimizi oluşturmaktadır. Her ne kadar FETÖ ve Kemalizm yaftası altında İslam düşmanlığı yapan güruh birbirinin zıttıymış gibi görünse de Büyük Doğu idealinin düşmanı Batı'ya köpeklik etme müşterekliğinde bir ve beraberdirler. Batı bütün operasyonlarını, bu işbirlikçiler eliyle çekmiştir. 28 Şubat veyahut 15 Temmuz işgal girişimi hâlâ hafızalarda diri olarak yerini korumaktadır. Bu milletin dinine, maneviyatına, değerlerine, töresine açılan her savaşta, istiklalinin ve hürriyetinin önüne atılan her engelde, yükselişini engellemeye yönelik her suikast teşebbüsünde bu milliyetsiz, vatansız, dinsiz ihanet şebekesini bulmaktayız. Ve bırakın biz bunlarla sahici bir hesaplaşmayı, demokratik mahkeme süreçlerinde "yok çişini yapamıyor, yok altına kaçırıyor" komik gerekçeleriyle "yapanın, yaptığının yanına kâr kaldığı" sulandırılmış süreçlerde heba ettik.

"ÇAĞDAŞ BATILI SEVİYESİ DEĞİL, NASIL BİR İNSAN VE CEMİYET MESELESİ"

Türkiye son 20 yıldır ciddi bir değişim de yaşıyor. Sizin bu değişimden çıkardığınız olumlu veya olumsuz sonuçlar oldu mu?

Son yirmi yıl içinde, başörtüsü mezaliminin kaldırılması, İslami kesimin önündeki engellerin giderilmesi, savunma sanayiindeki büyük atılımlar, Ayasofya Camii'nin yeniden ibadete açılması gibi gelişmeler elbette çok müsbet bulduğumuz ve desteklediğimiz hamleler. Fakat eğitimdeki başıbozukluk, kültür ve sanattaki zihni piçleşmişlere terk edilmişlik, hukuktaki adalete güvensizlik hissi, iktisadi hayatta sürekli olarak altta kalanın canını çıkaran dengesizlik hali hâlâ büyük bir bela olarak durmaktadır.

Yollar, köprüler elbette ki büyük hizmetler ve yapılması gerekiyordu. Ancak bunların hepsi ruhların imarı ile beraber yürütülmeli ve Allah'ını bilen, ahirete iman eden, vatanının ve milletinin selameti için çaba gösteren bir neslin ihyası maksat edilmeliydi. Yoksa çocukluğundan itibaren kendi yönetimimizdeki eğitim sistemimizden geçirdiğimiz ve "z kuşağı" ismi verilen bir nesilden rastladığımız örneklerde olduğu gibi, Amerikan menşeili telefon için memleketi yangın yerine çevirmekten çekinmezken yine 15 Temmuz'da gördüğümüz gibi kendi subay üniformamızı giydirdiğimiz tipler, kendi uçaklarımızdan başımıza bomba yağdırmaya tereddüt etmez ve kendi oluşumuzun önündeki en büyük engel maalesef yine kendi içimizden çıkar.

Özellikle üniversite gençliğine yönelik özel çalışmalarınız olacak mı? Mevcut eğitim sistemine dair farklı kesimlerden gelen tepki ve eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Üniversiteliler de dahil gençlik için çok ciddi çalışmalarımız olduğunu daha önce belirttiğim için daha fazla teferruata girmeyeceğim. Eğitim bahsine gelince... Bizce mevcut eğitim sisteminin en büyük problemi, "çağdaş Batı'lı medeniyetler seviyesine ulaşmak" gibi bir tekerlemeye havale edilerek hâlâ millileştirilememesidir. Eğitim asla kendi başına gayeleştirilemez. Eğitim muhakkak ulvi bir gayeyi maksat edinen ideolocya manzumesinin icapları doğrultusunda ve bu ideali gerçekleştirmeye yönelik tesis edilmelidir. Sizde, "nasıl bir insan tipi ve onun cemiyeti"ne dair derinlemesine bir kanaat oluşmadığı sürece sizi bekleyen tek şey rastgeleliliktir. Bugünkü manzaranın tam karşılığı da bu başıbozukluk iklimidir. Maksatsızca okullara sürüklenen, değerlerinden, maneviyatından koparılan, yüz yıl geride kalmış ilkel saplantıların hezeyanları ile beyinleri yıkanmış, niteliksiz, vasıfsız, mesleksiz, bulduğu ilk fırsatta zihninde ideal haline getirilmiş Batı'ya kaçıp kurtulmaktan başka rüyası olmayan insan mezbahası haline getirilmiştir.

"LGBT PROPAGANDASIYLA AHLAKA SALDIRI YAPILIYOR"

Özellikle sosyal medyada sık gündem olan LGBT propagandasına dair görüşünüzü alabilir miyiz?

Biz bunun siyasi, dini, fikri, kültürel, etnik hasılı insani bir tercih değil, ahlak problemi olduğunu düşünüyoruz ve bu sapıklık ahlaki sorunlardan besleniyor ve doğrudan doğruya ahlaka saldırıyor. Bu sapıklıkla devlet eliyle en şiddetli mücadelenin yürütülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Zira bu ahlak problemi, kendi kendisinden ibaret bir melanet çeşidi olmaktan çıkmış şeytani düzenin temsilciğini yapan beynelmilel şirketlerin, vakıfların, organizasyonların destek ve güdücülüğünde aile ve toplum yapımızı yıkmayı hedefleyen bir savaş halini almıştır. Devlet yetkililerinin bu işin ciddiyetini bir an evvel kavrayarak beşinci kol faaliyeti yürüten bu şebeke ile en şiddetli biçimde savaşmalıdır. Bu mesele artık bir takım sivil inisiyatiflerle mücadele edilemeyecek kadar art niyet ve derin plana sahiptir.

"SURİYELİ NEFRETİ ASLINDA İSLAM'A VE MÜSLÜMANLIĞA DAYANIYOR"

Suriye iç savaşının ardından Türkiye'de göçmen gerçeğiyle birlikte zaman zaman göçmen düşmanlığına varan gerginlikler yaşanıyor. "Suriyeli" sığınmacılara dair görüşünüz nedir? Çözüm noktasında yürütülen politikalarla ilgili yorumunuzu alabilir miyiz?

Biz bu meselenin, en başta "Suriye meselesi" ve "Suriyeliler meselesi" olarak ikiye ayrılması gerektiğini düşünüyoruz. Suriye meselesinde çok farklı düşünüyor olabilirisiniz; hatta Esed rejimini bile savunabilirsiniz fakat Suriyeliler meselesine geldiği zaman herkes insani bir zaviyeden bakmak zorunda. Çünkü bu insanların bu savaşın başlatılmasında hiçbir dahli, mesuliyeti yok. Amerika'nın başını çektiği koalisyon tarafından ülkeleri bir iç savaşa sürüklenmiş ve yine onlar tarafından organize edilen bir göç politikası doğrultusunda arasında memleketimizin de bulunduğu bir çok ülkeye bu insanlar mülteci olarak sığınmak zorunda kaldı. Dolayısıyla bu insanların sanki kendi tercihiymiş gibi sorumluluk almalarını beklemek kadar haksız bir şey yok. Fakat buna rağmen göbeklerinden emperyalizme bağlı kafatasçı operasyon çocukları sürekli olarak bu meseleyi kaşımakta ve ülkede Suriyeliler üzerinden bir iç savaş peşinde koşarken aynı zamanda siyaseti sıkıştırarak ordumuzu Suriye'den çekilmeye mecbur bırakarak Amerikan projesi PKK devletinin önünü açmaya çalışmaktadırlar. Bu provokatörlerin siz hiçbir zaman bir Amerikalı'dan, bir İngiliz'den, bir Rus'tan rahatsız olduğunu gördünüz mü? Aslında bunların nefreti, Suriyelilerin şahsında müslümanlara ve İslam'a. Ve bu nefretlerini kusarken de memleket içinde bir operasyonun aparatlığını yapmaktadırlar. Müslümanların bu tuzağa asla düşmemeleri ve kendi ellerinde olmadan bize sığınmak zorunda kalan müslüman kardeşlerine kardeşlik hukuku çerçevesinde sahip çıkmaları gerekmektedir.

15 Temmuz 2016'yı takip eden süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? FETÖ'nün siyaset dahil akademik kurumlarda hala varlığını sürdürdüğüne dair iddialar ileri sürülüyor?

15 Temmuz'da bu millet FETÖ işgali karşısında tekbirler eşliğinde, din, vatan, millet gayretiyle üzerine düşen vazifeyi yerine getirmiş ve ikinci bir kurtuluş savaşı vererek emperyalizmin memleketimizi yeniden işgalinin önüne geçmiştir. Fakat ne yazık ki bu zafer, muvazaacı, uzlaşmacı, iltimascı politika ve uygulamalarla heba edilmiş ve nihayetine erdirilememiştir. Biraz evvel konuştuğumuz Lgbt, Suriyeliler mevzuu gibi ne kadar enerjimizi aşağıya çeken operasyon varsa temizlenememiş bu unsurlar tarafından çekilmektedir.

Cemaat ve tarikatlerle ilgili tartışmaları nasıl karşılıyorsunuz?

Bizler ehli sünnet ve nakşi kökenli bir harekete mensubuz. Tarikatlere yönelik eleştirilerin çoğunun samimi bir yanı olduğunu düşünmüyoruz. Aksine bu milletin manevi damarını tahrif etmeye yönelik art niyetli saldırılar olduğunu düşünüyoruz. 15 Temmuz işgal girişiminde de gördüğümüz gibi gerçek bir kurtuluş savaşı söz konusu olduğu zaman birileri bankamatik kuyruklarında fareler gibi sıra beklerken tarikat ehli insanlar bu memleket için sokaklara çıkmışlar ve canlarını feda etmekten geri durmamışlardır. Dolayısıyla illa tartışılacak, zabt ve murakabe altında tutulacak bir yapı aranıyorsa, bu milletin insanını manevi olarak yoğuran, şekillendiren, geliştiren ve bu milletin asli unsuru olan, İslam'ı temsil eden gerçek tarikatlerin değil, kökleri dışarıda olduğunu gizlemeyen vakıfların, organizasyonların tehdit ve saldırılarının gündemde olması gerektiğini düşünüyoruz.

Kaynak: TİMETURK