Dolar

34,5424

Euro

36,0063

Altın

3.006,41

Bist

9.549,89

Eyüp Kılıç: Avrupa Birliği ABD'ye esir olmuştur

Uluslararası ilişkiler uzmanı Eyüp Kılıç, Türkiye'nin bölgesinde ve küresel güçler arasındaki dengelere ilişkin son gelişmeleri TİMETURK için değerlendirdi. Kılıç, ABD'nin Asya-Pasifik merkezli savaş çıkarmaktan başka şansının olmadığını ifade etti.

2 Ay Önce Güncellendi

2024-09-16 19:19:48

Eyüp Kılıç: Avrupa Birliği ABD'ye esir olmuştur

Uluslararası ilişkiler uzmanı Eyüp Kılıç, Türkiye'nin BRICS'e üyelik başvurusu, bölgemizdeki gelişmeler ve küresel güçler arasındaki son duruma dair TİMETURK'ün sorularını cevaplandırdı.

TÜRKİYE'NİN BRICS'E ÜYELİK BAŞVURUSU

Rusya, Türkiye'nin BRICS üyeliği için başvuru yaptığını duyurdu. BRICS nasıl bir yapılanma? Dünya Ticaret Örgütü'ne alternatif olduğu iddialarına ve siyasi arka planına dair neler söyleyebilirsiniz?

BRICS, temeli 2001 yılında bir fikir olarak ortaya çıkmış, o dönem orta gelir düzeyinde olan ancak çok hızlı büyüyen ekonomilerin bir ortaklık yapmasını öngören ve 2006 yılında 4 ülkenin Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin'in bir araya gelmesiyle resmi anlamda kurulan ekonomik bir yapılanma. Ülkelerin İngilizce baş harflerinden oluşan BRIC olarak kurulan örgüt daha sonra 2010 yılında Güney Afrika'nın da katılımıyla (South Africa) BRICS adını aldı ve halen bu isimle anılıyor.

Birlik o tarihten sonra yeni üyeler almaya ve gelişmeye devam ediyor. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır, İran ve Etiyopya şu anda birliğe üye olan diğer ülkeler. Birliğin gelişim sürecinin ise ivmelenerek devam etmesi öngörülüyor. Zira fikrin ortaya atıldığı 2001 yılında ortaya atılan kurucu ilk ülkenin en geç 2050 yılında dünyanın en büyük ekonomilerine sahip olacağı öngörüsü büyük ölçüde gerçekleşiyor. Bu gelişim de birliğe olan ilgiyi artıyor. Genişleme noktasında birlik içerisinde fikir ayrılıkları olduğu biliniyor. Örneğin Çin, başvurusu bulunan çok sayıda ülkeyi birliğe almak isterken Brezilya'nın batı karşıtı dış politikaya sahip ülkelerin birlikteki olası sayısını sınırlayarak birliği siyasi bir kutuplaşma noktasından uzak tutmak istediği biliniyor. Birliğin açıklamasına göre 2024 yılı başı itibariyle birliğe üyelik başvurusu yapan ülke sayısı 22…

BRICS'in temel amacını; IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kurumlarının politikalarını değiştirmeye zorlamak ve gelişmekte olan ekonomilere daha fazla temsil ve söz hakkı bulmak olarak özetleyebiliriz.

ASYA-PASİFİK'TEKİ GERİLİM VE BRICS

Her ne kadar siyasi anlamda bir yapılanma imajından kaçınmak isteseler de üye ülkelerden özellikle Çin ve Rusya'nın politikalarına, pozisyonlarına baktığımızda bu durumu sorgulamamak imkansız hale geliyor. Ancak üye ülkelerden Hindistan, Çin'in Asya-Pasifik bölgesinde en büyük rakibi konumunda ve Çin'i çeşitli başlıklarda sınırlandımak için ABD ile birlikte hareket ediyor. Bu iç dinamikler birliğin tamamen batı karşıtı siyasi bir oluşum olmasının önünde engel. Daha sonra birliğe katılan ve ABD ve Batı ülkeleri ile iyi sayılacak ilişkilere sahip olan Suudi Arabistan ve BAE'nin varlığı da birliğin net anlamda bir “siyasi blok” olmasını mümkün kılmayacak sebeplerin içerisinde yer alıyor. Tabi bu analiz bugün itibariyle geçerli… Önümüzdeki süreçte özellikle Asya-Pasifikte ABD'nin Japonya'yı da kullanarak artırmaya çalıştığı gerilim şayet sıcak bir çatışmaya evrilirse, birlik ülkeleri siyasi birlik olma noktasında tavırsal olarak de facto bir karar almak zorunda kalabilirler.

Türkiye'nin olası BRICS üyeliği ekonomik anlamda önemli katkılar sağlayacak bir gelişme olacaktır. Zira 30 trilyon dolar ekonomik büyüklüğe sahip bir birlikten bahsediyoruz. Aynı zamanda BRICS ülkelerinin kurduğu Kalkınma Bankası'nın imkanlarından da daha fazla yararlanma, bu ülkelerin küresel şirketlerinden daha fazla yatırımlar alma gibi birçok avantajı da unutmamak gerekiyor.

ABD'deki başkanlık seçimlerinde Trump ile Harris arasındaki fark Türkiye açısından ne olur?

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki artık tamamen ABD'ye ya da batı politikalarına endeksli bir Türkiye yok. Daha önceleri ABD'nin ve kısmen batı dünyasının politikalarına tamamen endeksli bir dış politika hatta ekonomik politikalar üreten Türkiye geride kaldı. Bugün Türkiye yüksek oranda kendi kararlarını alabilen, eksenler arasında seçim yapma noktasında kalmak yerine kendi menfaatlerini önceleyerek kendi eksenini kendisi belirleyebilen bir ülke. Bir önceki başlıkta konuştuğumuz BRICS süreci de bunun son dönem bir ispatı değil mi? Daha önce ABD'nin ileri garnizonu rolü biçilmiş bir Türkiye yok artık. Bu gelişim ve değişime rağmen ABD yönetiminin ülkemiz üzerinde hiç etkisi olmayacak demek de tabi ki hayalci bir yaklaşım olacaktır.

İSRAİL'İN VARLIĞI İÇİN HER İKİ ADAY DA AYNI NOKTADA

Bulunduğumuz coğrafyada ABD'nin planları ve amaçları var ve bunlardan bir anda vazgeçmeleri mümkün değil. Suriye'de kurulmak istenilen kukla bir devlet planlaması, Kuzey Koridoru projesi yüz yıllık bir plan ve şu veya bu başkan olursa bu plandan vazgeçilir demek imkansız. Zira bazı konular ülkeler için devlet politikası noktasına gelmiştir ve siyasi iradelerden bağımsız şekilde sürdürülür. Yavaşlar, ivmelenir ama iptal edilmez. ABD dış siyasetinde Pentagon'un da etkisini düşündüğümüzde hangi isim başkan olursa olsun ABD'nin bölge siyasetinde keskin bir değişim yaşanmayacağı net. Diğer taraftan ABD'nin vazgeçilmesi noktasındaki İsrail'in varlığının korunması meselesi var ki her iki başkan adayı da bu konuda aynı noktada. Ülkemiz açısından fark oluşturabilecek tek ayrıntı belki Trump'ın seçilmesi durumunda ABD'nin iç meselelerine daha fazla odaklanması ile özellikle İran geriliminin bir süre ertelenmesi, Suriye'de PKK/YPG bölgeleri üzerinden hazırlanan projelerin yine ötelenmesi gibi geçici süreçlere sebebiyet verebilir. Harris'in kazanması durumunda ise tam aksi istikamette bu süreçlerin hızlanacağını öngörebiliriz.

ABD-Çin arasında sıcak savaş ihtimaline dair görüşünüz nedir?

Daha önce sizinle yaptığımız söyleşilerde de ifade ettiğim üzere ben bu durumun kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Doğrudan veya dolaylı bir çatışma en sonunda yaşanacak. Japonya, Güney Kore, Kuzey Kore ekseninden, Çin-Tayvan geriliminden ve/veya Pakistan-Hindistan anlaşmazlıkları (Keşmir) başlıklarından birisi üzerinden başlayacak olan vekil ülkeler üzerinden yaşanacak bir çatışma her an hayata geçebilecek bir potansiyel barındırıyor.

"ABD'NİN ASYA-PASİFİK MERKEZLİ SAVAŞI BAŞLATMAKTAN BAŞKA ŞANSI YOK"

ABD'nin çok önemli ekonomik çıkmazları mevcut ve bu durumdan çıkması çok kolay değil. Bakın çeşitli kaynaklara göre küçük değişiklikler gösterse de ABD'nin 35 trilyon dolar bandında bir dış borcundan bahsediliyor. Geçtiğimiz yıl ön gördükleri toplam vergi geliri ile ödemeleri gereken faiz borcu arasında 1 trilyon dolarak yakın eksi yönde makas olduğu yine bilinen bir realite… ABD derin bir çıkmazda ve bunun içerisinden çıkabilmek için önemli refleksler göstermesi gerekiyor. 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel ekonomik sistem ciddi şekilde çatırdıyor ve ABD'nin rezerv para noktasında ki gücü olan doların durumu kendi geleceğini belirleyecek noktaya gelmiş durumda. Bu durumdan çıkmaları için küresel ekonomik sistemde köklü bir değişikliğe ihtiyaç var ve bunun yolu ne yazık ki konvansiyonel bir savaştan geçiyor. Ben bu savaşın Asya- Pasifik üzerinden başlayacağını düşünüyorum. Hatta bu savaşı erteleyen hususun da İsrail'in tavırları olduğu noktasında bir görüş ortaya koyabilirim. ABD şu dakikadan itibaren bir savaş istiyorsa ki ben başka şansı olmadığını düşünüyorum burada önceliği Ortadoğu değil Asya-Pasifik olacaktır.

"AVRUPA BİRLİĞİ ABD'YE ESİR OLMUŞTUR"

AB'nin ABD'nin sömürgesi olduğu yönünde ciddi analizler mevcut. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

AB'nin ABD'nin sömürgesinden öte esiri olduğunu ilk ifade eden analistlerden birisiyim. “AB'nin Güvenlik Temelli ABD esareti” başlığı ile 10 yıl önce kaleme aldığım ve devam yazılarını da yazdığım çok sayıda makale mevcut.

ABD, Avrupa Birliği ülkelerinin tamamını NATO şemsiyesi altında güvenlik temelli bir esaretin içerisinde yaşatıyor. NATO demek ABD demektir ve AB'nin güvenliği tamamen NATO'nun elindedir. AB ülkelerinin bu esaret sebebiyle ABD'ye karşı net bir karşı duruş sergilemesi imkansızdır. Bakın bunu yakın zaman örneklerden net olarak görebiliriz. "Avrupa Birliği Ordusu kuralım" açıklaması yapan Macron'un ve Macron Fransa'sının bu açıklamanın akabinde yaşadığı süreçleri hatırlayalım. Avrupa Birliği ülkelerinden bu bağlamda benzer açıklamalar geldiğinde ABD'nin bir anda nasıl bazı anlaşmalardan çıktığı da dün gibi aklımızda. Mesela karadan karaya füze konuşlandırmasını sınırlayan, açık semalar anlaşmalarından çıkışı gibi… Bu tür adımlar ABD'nin AB ülkelerine aba altından gösterdiği sopalardır. Teknik mevzuları anlatarak konuyu uzatmak istemiyorum. Mesela Ukrayna'nın kukla Zelenskiy eliyle Rusya'nın önüne atılmasının da temel sebeplerinin başında AB'nin NATO esaretini pekiştirmek geliyor. Başardılar mı evet, başardılar. Ukrayna Savaşı devam ettikçe AB ülkelerinin ABD karşıtı bir politika üretmesi imkansız.

Çin'in Suudilerle İran arasını bulma girişiminin ardından Filistin grupları arasında da arabuluculuk girişimleri oldu. Çin, Ortadoğu'da neyin peşinde?

Bunu anlayabilmek için öncelikle Çin'in “Bir yol Bir Kuşak Projesi”ni bilmek ve iyi anlamak lazım. Bu hususta kaleme aldığım geniş bir makale var. Proje özetle; Asya, Afrika ve Avrupa'yı birbirine bağlamayı hedefleyen, tarihi İpekyolu üzerindeki ülkelerde ulaşım ve altyapıların modernizasyonunu detekleyerek kurduğu bir ekonomik atılım hamlesidir. Burada en büyük payı alan bölgelerden birisi Ortadoğu'dur.

Çin, son 10 yıldır Basra Körfezi'ni Arap Yarımadası, Kızıldeniz ve Akdeniz'e bağlayan liman şehirlerinde önemli yatırımlara imza attı ve derin ekonomik ilişkiler kurdu. Bu ilişkiler Çin'in enerji kaynaklarının olduğu bölgelerde kendi çıkarlarını güvence altına almasına, ticari ağını her geçen gün geliştirmesine ve bunun yanında bölgede güçlü bir nüfuz elde etmesine sebebiyet veriyor. Çin bu proje sayesinde Çin mallarını ihraç etmek için yeni kanallar kazanmakla kalmıyor, ticaretin sorunsuz akışının sağlanması, doğal kaynaklara ve kendisinde olmayan çeşitli hammaddelere erişimi, tedarik zincirlerinin oluşturulması ve Çinli şirketlerin yurtdışında yeni yatırımlar yapması gibi avantajlarda elde ediyor.

"ÇİN'İN ORTADOĞU'DAKİ HAMLELERİNE ASYA'DA CEVAP VERİLECEK"

Tabi ki bu ekonomik hamleler doğal bir sonuç olarak siyasal gücüde beraberinde getiriyor. Çin'in bu hamleleri Çin'e bölgede siyasal anlamda söz hakkı alma cesareti veriyor ve nitekim bu yönde adımlar atmaktan çekinmiyor. ABD ise bu durumdan son derece rahatsız... Hatırlayalım yakın zamanda Biden Yönetimi, Suudi Arabistan'ın Çin silahları almasını engellemek ve Suudi Arabistan'daki Çin yatırımlarını sınırlandırmak için bir güvenlik anlaşmasının imzalanması için görüşmeler yapıldığını duyurmuştu. Anlaşmanın içerisinde ilginç şekilde Suudi Arabistan ile İsrail ilişkilerinin tamamen normalleşmesini sağlamaya yönelik maddelerin de yer aldığı ifade edilmişti. Yani ABD açık şekilde Çin'in Ortadoğu'daki etkisini sınırlamak için adım attı. Ancak Netanyahu'nun bağımsız bir Filistin Devleti'ni reddediyor olması anlaşmanın yapılmasına engel oldu.

Konu çok uzun ve detaylı, belki ülke ülke yatırım ve etkilerini tek tek başka bir söyleşide inceleme şansımız olarak ancak bir iki cümleyle özetlemek gerekirse; Çin, dünyanın birçok noktasında olduğu gibi Ortadoğu'da da ABD'den rol çalmaya devam ediyor ve ekonomik yatırımları ve hamleleri bu hedefini kolaylaştıran bir etken olmaya devam ediyor. ABD'nin ise bunlara göz yumması çok olası değil.

Ancak bir önceki başlıkta da kouştuğumuz üzere ABD, Çin'e karşı engelleme yapacaksa bunu kesinlikle farklı bir coğrafyada değil, işin merkezinde yani Asya-Pasifikte yapmak isteyecektir.

"ESAD VE SİSİ İLE GÖRÜŞMELER OLANLARIN UNUTULDUĞU ANLAMINA GELMEZ"

Türkiye-Suriye ve Türkiye-Mısır ilişkilerinde yeni bir dönem başlatma girişimleri sürüyor. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Öncelikle şunun altını çizmek gerekiyor. Sanırım biz duygusal bir millet olduğumuz için yaşanan gelişmeleri geçmiş gelişmelerle, yaşananlarla doğrudan ilişkilendirerek değerlendiriyoruz. Ancak uluslararası ilişkilerde asla duygusallığa yer yoktur. Öncelik ülke menfaatleridir. Günümüz dünyasına baktığımızda bunu tüm ülkelerin dış politikalarında net olarak yüzlerce başlıkta görebiliriz. Birçok ülke farklı başlıklarda bir tarafta ortak hareket edebiliyorken diğer tarafta başka bir konuda vekalet savaşlarını kullanarak örtülü sıcak çatışmaya bile girebiliyorlar.

Bugün Türkiye'nin Suriye ve Mısır'la bir normalleşme sürecine giriyor olması ne Esad'ın mezhepçi politikaları ile kendi halkına yaptığı zulümlerin yok sayıldığı anlamına ne de Sisi'nin bir darbe ile iktidara geldiği gerçekliğinin unutulduğu anlamına gelmez. Eminim ki Türkiye bu hususlarda her iki aktöre de normalleşme süreci nereye varırsa varsın gereken uyarıları yapmaya devam edecektir.

Doğu Akdeniz'deki rezervler noktasında Türkiye'nin haklarının yenmemesi, kıta sahanlıkları, münhasır ekonomik bölgelerde haklarımızın gasp edilmemesi noktasında hem Suriye'nin hem Mısır'ın rolleri mevcut. Biz bu konuda her iki ülkeyle problemliyken dahi çok net ve dik bir duruş sergiledik ve sergilemeye devam ediyoruz. Ancak olası normalleşmeler süreçte şüphesiz bir rahatlama sağlayacaktır. Yine Suriye'de ABD'nin DAEŞ bahanesiyle yeşertip büyüttüğü bir PKK/YPG gerçeği var ki; Esed'le yaşanacak bir normalleşme bu noktada da hem siyasi hem belki askeri yeni adımların atılmasını kolaylaştıracaktır.

Uluslararası ilişkiler pragmatik temel üzerine oturur ve ülke menfaatleri daima önceliktir. Ülkeler arası daimi dostluk ve daimi düşmanlık söz konusu değildir.

"TÜRKİYE ORTA KORİDOR'DA KİLİT ÜLKE"

Geçtiğimiz günlerde Irak topraklarında düşürülen Türk SİHA'sının ardından Irak ile anlaşma sonucu ilan edilen Kalkınma Yolu Projesi'nin hedef olduğu iddia edildi. Kalkınma Yolu'ndan hangi güçler rahatsız olabilir?

Kalkınma Yolu Projesi bölgede ekonomik olarak ciddi anlamda fark oluşturacak önemli bir proje. Proje ile 1200 KM'lik demiryolu ve otoyol ile Türkiye, Basra Körfezi'ndeki Faw Limanı'na bağlanacak. Proje Körfez ülkelerinden Avrupa ülkelerine kadar ekonomik anlamda geniş bir etki alanına sahip.

Rusya'nın içerisinde bulunduğu Kuzey Koridoru ile İran'ın içerisinde yer aldığı Orta Koridor, Çin ile Avrupa'nın ticareti adına önemli iki hat. Ancak bu iki koridor jeopolitik konumları gereği riskli bir güzergaha sahip ve bu riskin gelecekte daha da yükselmesi bekleniyor. Suriye'de yaşanan istikrarsızlık, İran'ın İsrail ve ABD ile yaşadığı gerilim ve sıcak çatışma ihtimalleri Güney Koridoru'ndaki riski, Rusya-Ukrayna Savaşı da Kuzey Koridoru'ndaki riski artırıyor ve lojistik güvenliğini tehlikeye sokuyor.
Bu noktada Orta Koridor olarak nitelenen alternatif güzergah büyük önem ve değer kazanıyor. Türkiye ise Orta Koridor'da kilit ülke konumunda... İşte Kalkınma Yolu projesi bu anlamda çok büyük önem arz ediyor ve Türkiye bu konuda attığı adımlarla ve yaptığı anlaşmalarla çok önemli, tarihi bir adım attı.

Bu bilgiler ışığında projeden kimlerin rahatsız olabileceği aslında çok net ortada. Kendi güzergahlarının önemi azalacak ülkeler dahil Türkiye'nin gelişiminden rahatsız olacak olan tüm güçler bu gelişmeden rahatsız. Ancak ülkemizin güçlü siyasi iradesi bu tür provokasyonları aşacak güçte ve kararlılıkta.

Röportaj: Cumali Dalkılıç

Haber Ara