'Körfez krizinde kazanan İsrail'
“Mısır’da ve başka ülkelerde yüz yüze kaldığı yok etme projelerine rağmen, İhvân yok olmayacak” diyen Ortadoğu uzmanı gazeteci Taha Kılınç, Körfez krizine ilişkin de “Suudi Arabistan'ın başını çektiği bloğun en önemli amaçlarından biri Körfez'i seküler zihniyetlere teslim etmek. Katar ise 'halkın iradesi' konusunda kararlı. Körfez’deki kavganın tek kazananının İsrail olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz” ifadelerini kullandı.

Oluşturma Tarihi: 2017-08-08 09:43:00

Güncelleme Tarihi: 2017-08-08 09:43:00

TIMETURK | 5 SORU

5 SORU”nun bugünkü konuğu Yeni Şafak Gazetesi köşe yazarı ve Ortadoğu uzmanı Taha Kılınç… Körfez'de yaşanan krizin yanında hem siyasi hem toplumsal açıdan 'hareketli' yapısını sürdüren Ortadoğu'ya ilişkin sorularımızı yanıtlayan Kılınç, Körfez ve Mısır tarafından ‘terörist' ilan edilen İhvan-ı Müslimin için "İhvân bir fikir ve ülküdür; müslümanca siyasetin imkânlarına dair, İslâm dünyasının içinden çıkmış yerli ve buralı bir harekettir" dedi. Kılınç'a göre "Mısır'da ve başka ülkelerde yüz yüze kaldığı yok etme projelerine rağmen, İhvân yok olmayacak..."

İşte TIMETURK'ün soruları ve Gazeteci-Yazar Taha Kılınç'ın cevapları:

1. Ortadoğu'da içinde bulunduğumuz süreçte geçmişte İslam medeniyeti içinde önemli bir yer tutan Mısır, Şam ve Bağdat gibi coğrafyaların ya parçalandığı ya da zayıfladığı görülüyor. Buna karşılık geçmişte kaymakamlık düzeyinde temsil edilen devletlerin ise bölge siyasetinde etkili olması söz konusu… Bu kırılma ne zaman gerçekleşti ve ne zamana kadar sürebilir?

Doğrusu, bahsettiğiniz coğrafyalardaki parçalanmışlığı teslim etmekle birlikte, ben buraların zayıfladığı kanaatinde değilim. Tarihe bakarsanız, Ortadoğu olarak tabir edilen bölgede sarsıntı, dönüşüm ve değişimlerin hiç durmaksızın süregeldiğini görürsünüz. Hatta, genel akış içinde bu kültür ve medeniyet havzasının sakin geçirdiği dönemlerin, karmaşa ve kaos dönemlerine oranla çok daha az olduğunu da görürsünüz. Bölgemiz, tarih boyunca hep şahit olunduğu gibi kaynamaya ve hareketlenmeye devam edecektir. Bu anlamda, şimdi yaşadıklarımız aslında sürpriz de değil, şaşırtıcı da değil. Her medeniyet ve büyük imparatorluk, Ortadoğu denilen coğrafyayı eline geçirmek ve elinde tutmak için gayret göstermiştir. Şu anda da bu kavgaya şahitlik ediyoruz.

2. 2 aydan bu yana devam eden “Körfez Krizi”nde bugün ortaya çıkan tabloyu nasıl okuyorsunuz?

Körfez'de yaşanan krizin bir dünya görüşü kavgası olduğu kanaatindeyim, en başından beri. Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) Washington Büyükelçisi Yusuf Utebye'nin geçtiğimiz günlerde Amerikan basınına yansıyan bir demecinde de ifade ettiği gibi, BAE ve onunla birlikte hareket eden ülkeler bölgede “seküler” bir yönetim anlayışını dayatmaya çalışırken, Katar'ın çabası, halkın iradesinin yansımasına gayret etmek. Katar'ın neden bunu yaptığının farklı açıklamaları mümkün olmakla birlikte, kavganın temelinde bu var. En son geçtiğimiz gün İsrail, El Cezire televizyonunun İsrail'deki ofislerini kapattı. Başından beri, İsrail'in işine yarayan bir süreci de izliyoruz aynı zamanda. Körfez'deki kavganın tek kazananının İsrail olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

3. Ortadoğu siyasetinde Birleşik Arap Emirlikleri, Muhammed Dahlan, Dahi Halfan isimlerinin her geçen gün etkinliğini artırdığı ve kendilerinden daha fazla söz ettirdiği görülüyor. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?

Muhammed Dahlan, Filistin'in gelecekteki liderliği için İsrail'in tercih ettiği ve desteklediği bir isim. Bu zaten kamuoyunda artık açıkça biliniyor. Dahi Halfan, fiili gücü fazla olmamakla birlikte, BAE'deki zihniyeti ele vermesi açısından dikkat çekici bir figür. Sosyal medya üzerinden fikirlerini paylaşan böyle başka şahsiyetler de var. Bir önceki sorunun cevabında da ifade ettiğim gibi, Körfez'deki İslâmi düşüncenin tamamen yok edilmesi ve bölgenin seküler zihniyetlere teslim edilmesi gibi bir proje uygulamaya konulmuş vaziyette. Kamuoyu da bu fikre alıştırılmaya çalışıyor.

4. Körfez ülkeleri ve Mısır tarafından ‘terörist' ilan edilen İhvan-ı Müslimin teşkilatının geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? İhvan, daha güçlü bir dönüş yapabilir mi yoksa hareket içindeki bölünmüşlük artar mı? Bu durumda din temelli alternatif hareketler doğar mı?

1928'de Mısır'ın İsmailiye şehrinde Hasan el Benna isimli bir öğretmen tarafından kurulan Müslüman Kardeşler Teşkilâtı (İhvân), karşılaştığı bütün baskılara ve kıyımlara rağmen, hâlâ Arap ve İslâm dünyasının en köklü siyasal hareketi. İhvân bir fikir ve ülküdür; müslümanca siyasetin imkânlarına dair, İslâm dünyasının içinden çıkmış yerli ve buralı bir harekettir. Bu açıdan bakınca, dile getirilebilecek bütün eksik ve kusurlarıyla beraber, İhvân düşüncesinin hep canlı kalacağından emin olabiliriz. Mısır'da ve başka ülkelerde yüz yüze kaldığı yok etme projelerine rağmen, İhvân yok olmayacaktır. Zamanla nasıl bir değişim geçireceği sorusuna gelince: Benim kanaatim, İhvân düşüncesi İslâmi köklerden beslenme geleneğini kaybetmeyecektir. Arap dünyasında İslâmi metinlere referans vererek siyaset yapma usulü, bizdekinden çok daha yaygın ve tutarlı ilerliyor. Öyle ki, İhvân'ın muarızları bile dinî referansları dillerinden düşürmüyorlar. Çünkü bunun halkın vicdanında ve ufkunda bir karşılığı var; bundan müstağni kalmak da mümkün görünmüyor.

5. Libya'dan Körfez'e kadar tüm Ortadoğu'da yaşanan krizin Türkiye'ye yansımaları nasıl olacak? Türkiye, krizin tırmanması durumunda bölgede müttefik bulabilir mi, yoksa Arap Baharı sürecinde olduğu gibi daha ziyade halklar üzerinden mi bir dil geliştirmek durumunda kalacak?

Türkiye, Arap Baharı denilen bölgesel türbülans sürecinde önce halkların iradesinin, insan haklarının ve demokrasinin tesisi için çaba gösterdi. Ancak bu çaba, hem Türkiye'nin bazı eksikliklerinden ötürü hem de bölgesel bazı engellerden dolayı, istenen başarıya erişemedi. Türkiye de, bunun üzerine bazı politikalarını revize ederek bölgedeki yeni siyasal haritaya uyum sağlama yolunu tutmaya başladı. Bu, bir ölçüye kadar normal ve zorunlu bir istikametti. Ancak, Arap dünyasındaki iç çatışmaların belirginleşmesi ve derinleşmesi, ayrıca bazı siyaset dışı aktörlerin olmadık şekilde güçlenmesi, Türkiye'nin de bölgede kendisine siyasal partner bulmasını zorlaştırıyor. Türkiye'nin bundan sonraki bölgesel sınavı, ideallerle realiteyi uyuşturmaya çalışırken, kendi kazanımlarını da korumaya çalışma dengesini inşa etmek olacak. Bunu ne kadar başarabileceğimizi hep birlikte göreceğiz.