'Ortadoğu'nun dengeleri, Türkiye'yi İsrail'le barışa zorluyor'
Sabah Gazetesi Dış Haberler Müdürü Taha Kılınç’la gündemi ve Ortadoğu’daki son gelişmeleri değerlendirdik...

Oluşturma Tarihi: 2016-04-21 11:19:39

Güncelleme Tarihi: 2016-04-21 11:19:39

TİMETURK I HABER MERKEZİ
PINAR HİLAL BALTA - RÖPORTAJ

Ortadoğu kaynayan bir kazan... Suriye'de yaşanan savaş, artık kalıcı bir sorun haline dönüşen göç, İran ve Suudi Arabistan arasında her daim diri olan çekişmeler... Bölgenin ağır topları geçtiğimiz hafta İslam İşbirliği Teşkilatı'nın 13. toplantısı gereğince İstanbul'da biraraya geldi. Zirvede en dikkat çeken durumlardan biri Suud-İran gerilimiydi. Sonuç bildirgesi de İran eleştirileri ile ön plana çıkmıştı. Aynı hafta ajanslara düşen bir diğer dikkat çekici haber ise Netanyahu'nun Golan'a yaptığı çıkarmaydı...

Hafta boyunca yaşanan bir çok gelişmeyi Taha Kılınç'la konuştuk.

İşte o röportaj:

İslam İşbirliği Teşkilatı'nın 13. Zirvesi'nden başlayabiliriz. Türkiye'nin sıklıkla verdiği “mezhepsel yaklaşımları eleştiren” mesajlar, gündeme gelen aidat ve bağış konusu, Mahmud Abbas'ın Erdoğan ve Davutoğlu ile ayrı ayrı görüşmeler yapması, Mısır Dışişleri Bakanı'nın okuduğu mesaj ve İran eleştirisi ile öne çıkan sonuç bildirgesi… Zirveyi nasıl değerlendirirsiniz?

İslam İşbirliği Teşkilâtı (ya da eski adıyla İslâm Konferansı Örgütü), 1969'da rahmetli Suudi Arabistan Kralı Faysal'ın girişimiyle kurulmuş bir yapı. Filistin davası ve Kudüs için attığı kritik adımlar nedeniyle 1975'te öldürülen Kral Faysal'dan sonra, teşkilât da tümüyle yörüngesini ve önceliklerini yitirdi. Faysal suikastı, zaten onun ortaya koyduğu hedeflerin yok edilmesine yönelik bir olaydı. Amacına da ulaştı.

Merkezi Cidde'de bulunan İİT, şu anda tümüyle Suudi Arabistan'ın kontrolünde. Teşkilât, Suudi Arabistan'ın hilâfına karar alamayacağı gibi, Riyad'ın dış politika eğilimlerine rağmen de işlerlik gösteremez. İİT, şu anda hantal bir diplomatik dev görünümündedir. Bu yönüyle Birleşmiş Milletler'den farklılık göstermez.

İstanbul toplantısından sonra açıklanan sonuç bildirgesi de tamamen Suudilerin istekleri ve öncelikleri çerçevesinde kaleme alınmış bir metindi. Bu açıdan, sonuç bildirgesine İran'la ilgili olarak yansıyan sert ifadeler, sürpriz değildi.

Teşkilâtın, yukarıda sözünü ettiğim yapısı nedeniyle, zirveden somut sonuçların çıkmasını, çeşitli ülkelerde akan kanın durmasını ya da Filistin meselesi gibi muazzam kördüğümlerin açılıvermesini beklememek lazım. Ortadoğu, yine kendine has dengeler üzerinden yoluna devam edecektir.



Suud-İran rekabeti ile ilgili neler söyleyebilirsiniz? Zirvede bir fotoğraf karesi vardı. Ruhani'nin Kral'a bakışı… Siz de paylaşmış “Ortadoğu'nun adeta bir özeti” demiştiniz.

İran'ın, mezhepçi bir ulus devlet olarak, Suriye meselesinde kendisini bütün çıplaklığıyla ortaya koyması, Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkelerine, özellikle dış politika noktasında yeni bir ‘hareket noktası' sağladı. İran, ‘Kudüs ve Filistin'i kurtarmak' maskesi altında Suriye'de kıyıma devam ettikçe, Araplar da kendi kamuoylarını hareketlendirecek bir dinamo bulmuş oldular.

Ancak Körfez ülkelerinin bir taraftan da İsrail'le yakınlaştıkları gerçeğini gözden kaçırmamak icap ediyor. Hem İran'a karşı Ortadoğu'da güçlü bir müttefik bulmak, hem de bölgenin dengelerini kendi lehlerine kurmak peşindeler. Bunun ne kadar zor -ve belki de nafile- bir uğraş olduğunu hep beraber göreceğiz.

Doha görüşmeleri ve başarısızlıkla sonuçlanması ile ilgili değerlendirmeniz nedir?

Petrolle ilgili alınacak kararlar da, elbette siyasi gelişmelerden etkilenecekti. Nitekim etkileniyor da. Suudi Arabistan baskısı olmasaydı, Katar, Doha'daki toplantıyı siyasi bir başarıya dönüştürmek için elinden geleni yapardı. Ancak Suudiler, bölgede kimsenin görmezden gelemeyeceği kadar etkin ve baskın bir aktör. Haliyle Katar da buna direnemiyor.

Petrolle ilgili olarak, Suudilerin, kendilerini ‘petrol sonrası' döneme hazırladıklarıyla ilgili ciddi haberler de geliyor. Ancak ben, tüm bu hazırlıklar ve tedbirler için oldukça geç kalındığı kanaatindeyim doğrusu.

İsrail-Türkiye ilişkileri... En son İsrail Enerji Bakanı “Anlaşma yüzde 90 tamam. Gazze Şeridi'ne bir liman inşa edilmesi konusunda da anlaşıldı” açıklaması yaptı. “Liman inşa etme” konusu Türkiye'nin İsrail'le ilişkilerini düzeltip Gazze'ye yardım ulaştırması ihtimalinin hayata geçtiğini mi işaret ediyor? İki ülkenin arasının düzelmesi ile ilgili haberleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kişisel bir temenni olarak, Türkiye'nin uluslar arası ilişkiler alanında İsrail'e hiçbir şekilde muhtaç olmamasını dilerdim. Ancak ülkemizin kapasitesi, bölgemizdeki dengeler ve İslam ülkeleri arasındaki bitmez-tükenmez ihtilaflar, Türkiye'yi İsrail'le ortaklaşa iş yapmaya zorluyor. ABD gibi ortak bir müttefikimizin bulunmasının bizi içine soktuğu mecburiyetlerle birlikte, “İsrail'le arayı düzeltmiş olmak” birçok meselede zımnî bir şart olarak karşımıza çıkıyor. Gelinen noktayı böyle değerlendirmenin daha uygun olacağı kanaatindeyim.

İsrail'le yapılacak herhangi bir barışın, İsrail'i Filistinlilere zulmetmekten alıkoyacağı yanılgısına da kapılmamak gerekiyor. İsrail, yine eski İsrail olarak kalacaktır. Bu noktada, Türkiye'nin diplomasi kanallarıyla İsrail üzerinde bir baskı unsuru oluşturabileceği şeklinde bir ümitten belki söz edilebilir. Ancak bunu yapmak için de en az İsrail kadar pervasız ve gözü kara bir diplomasi işletmek icap ediyor. “Aman ilişkiler bozulmasın” düşüncesiyle zulümler karşısında susacak pozisyona gelmek, bizi yeni zilletlere düşürür.

Olası bir barışın Gazze'ye nefes aldıracağı düşüncesi, İsrail'le kurulacak diplomatik münasebetleri izah sadedinde güzel bir temenni. Ama burada da, başta Mısır ve Ürdün olmak üzere, bazı bölge ülkelerinin Türkiye aleyhine ellerinden gelen herşeyi yapacaklarını da unutmamak gerekiyor.

İsrail kabinesinin Golan'da toplanması konusunda neler düşünüyorsunuz? Golan, zaten işgal edilmiş bir bölge. Kabine neden bunu, şimdi yaptı?

Benyamin Netanyahu, bu kararı neden aldıklarını, Golan'ı “ilelebet” ellerinde tutacaklarını söyleyerek zaten dile getirdi. Bu bir meydan okumaydı. Netanyahu meydan okudu kendince, ama İsrail içindeki çatışmaları ve bölünmüşlükleri düşününce, çok da uzak olmayan bir gelecekte İsrail'in Golan'dan çok daha başka dertlerle uğraşmak durumunda kalacağı görülüyor. Gelecekteki bir İsrail hükümeti, ülkenin ömrünü uzatmak için, Golan'ı bile pazarlık masasına sürebilir. Tarih ve özellikle de Ortadoğu tarihi, böyle sayısız çarpıcı olayla dolu. Netanyahu, tarihi daha derinlemesine okusa iyi eder.



Geçtiğimiz Temmuz ayında Moskova'ya giden Kasım Süleymani, 15 Nisan'da bir kez daha oradaydı. Putin ve Savunma Bakanı Sergei Shoigu ile görüşeceği iddia edildi. Kremlin doğrulamadı. Bir gün sonra İran Savunma Bakanı Hüseyin Dehkan'ın da 26 Nisan'da gideceği açıklandı. İran'ın sıklıkla gerçekleştirdiği Rusya ziyaretlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sadece İran değil, Arap ülkeleri de Rusya ile belli bir yakınlığı korumak için çaba gösteriyor. Rusya, ‘Sovyetler Birliği' iken de Ortadoğu siyasetinde oldukça etkindi. Şu anda da, hiçbir bölge ülkesinin bigane kalamayacağı bir süper güç. Bu noktada, “düşürülen Rus uçağı” meselesinde, Türkiye'nin Rusya ile ilişkilerini direkt etkileyecek bir ‘dış müdahale' olabileceği şüphesi üzerinde düşünmek gerekiyor. Yıllar sonra, ortaya çıkacak belge ve tanıklıklarla, “uçağı aslında Türkiye'nin düşürmediği” gibi bir sürprizle karşılaşabiliriz.

Rusya-İran ilişkileri, tabi Suriye bağlamında daha da derinleşiyor. Bir de her iki ülkenin de ‘Batı karşıtı' kampta yer aldığını unutmamak gerekiyor. İran her ne kadar Batı'yla gecikmiş bir flörte başlıyor olsa da, Rusya'yı ‘doğal olarak' kendine daha yakın hissetmeyi sürdürecektir.

Sadece Ortadoğu değil, Asya'daki eski Sovyet cumhuriyetlerini ilgilendiren meselelerde de Tahran-Moskova yardımlaşması sürüyor.

Son röportajınızda ifade ettiğiniz bir “Mısır sosyolojisi” gerçeği var. Halkın orduya nasıl baktığı vs ile ilgili… Geçtiğimiz hafta “Mısır'da Sisi karşıtı protestolar yayılıyor” haberleri okuduk. Bunlar gerçekliği olan haberler mi? Yoksa Türkiye medyasına mı böyle yansıyor?

Sisi'yi, Mısır halkının çok ufak bir bölümü protesto ediyor. Her ülkede iktidarların o kadar muhalifi olur zaten. Aklımız ve gönlümüz Muhammed Mursi'de olduğu için, bu protestoları abartarak, büyüterek ve iktidarı devirecek bir halk ayaklanması tasavvur ederek aktardığımız doğru. Bir nevi, kendimiz çalıp kendimiz oynama durumu.

Net bir kaynak yok “The Wall Street Journal'a açıklamalarda bulunan ABD'li yetkililer” diye geçiyor... Söz konusu haberde Cenevre'deki Suriye görüşmeleri tamamlanır ve bir sonuca ulaşmazsa B planı olarak Muhaliflere daha ağır silahlar vermekten söz ediliyor. Hatta "verilebilme ihtimali" olan silahlar dahi belirlendi: ısı güdümlü taşınabilir uçaksavarlar.

Uluslararası güçler, Suriye'nin üçe bölünmesinde anlaşmış görünüyorlar. Bu planı ne derecede uygulayabilirler bilinmez, ama bütün kozlar mevcut Suriye toprakları üzerinde bir Nusayri, bir Kürt ve bir de Sünni yönetim alanı çıkarmak üzerine oynanıyor.

Şu anda şahit olduğumuz müzakereler, barış konferansları vs. tümüyle “Denedik, ama olmadı” demek için sergilenen tiyatrolardan ibaret. Suriye muhalefeti de kendi içinde paramparça olduğu için, söz konusu müzakerelerden çıkacak herhangi bir sonucu, sahada savaş halinde olan ekiplere nasıl kabul ettirecekleri de muamma.

B planı söylemine gelince... Obama yönetimi, Ortadoğu'ya yaptığı kötülüklerde Bush yönetimiyle yarışan bir performans sergiledi. Ve şimdi Obama ve ekibinin görev başında birkaç ayları kaldı. Şu anda söyledikleri şeylerin, herhangi bir kıymeti yok. Dünya şimdiden Obama sonrasında ABD'nin nasıl bir şekil alacağına odaklanmaya başladı bile.

IŞİD'in Libya'daki varlığının son bir senede 2 katına çıktığı açıklandı (ABD). Ayrıca İtalya, geçtiğimiz ay 50 özel kuvvet askeri ile Libya'ya çıkarma yaptı. Kısa zamanda yaşanan bu yayılma ve bölgedeki İtalya faktörü ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Arap Baharı sürecinde Muammer Kaddafi devrilir devrilmez, yatırım için Libya'ya gelen ilk yabancı ülkelerden biri İtalya'ydı. Aslında bu, Kaddafi'nin iktidardayken başlattığı bir açılımdı. Dolayısıyla, normal bir sürecin ilerlediğini söyleyebiliriz. Tabi, Ömer Muhtar'ın örgütlediği o destansı direnişi hatırladığımızda, İtalya'nın Libya'ya bu şekilde yeniden çöreklenmesi, canımızı acıtmıyor değil.

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, mültecilerin Türkiye'de kalıcı olabileceğini belirterek onlara iyi eğitim ve iş eğitimi fırsatları sağlanması gerektiğini söyledi. Bu açıklamadan savaşın bitmesi ve insanların ülkelerine dönmesi gibi bir ihtimalin artık uzun vaadede dahi olmadığı sonucu çıkabilir mi? Ya da Türkiye'nin göçmenlere yönelik yaklaşımı/politikası mı değişiyor?

Arap Baharı'yla ilgili birçok mevzuda olduğu gibi, mültecilerle ilgili de devamlı ve ayakları yere basan stratejiler geliştirmekte zorlandık, zorlanıyoruz. Uzunca bir süre, Suriye'den gelen kardeşlerimizin savaş bitince ülkelerine geri döneceklerine inandık. Planlarımızı da buna göre yaptık, daha doğrusu bu ihtimali akılda tutup köklü planlar yapmadık. Oysa artık anlaşılıyor ki, gelen Suriyelilerin çoğunluğu artık buradalar ve kalıcılar.

Eğitim, sağlık, sosyal hizmetler, topluma ve ülkeye entegrasyon gibi temel konularda, ülkemizdeki Suriyeliler için stratejiler geliştirmemiz, kurumlar oluşturmamız, planlar hazırlamamız gerekiyor. Yavaş davranılmış olsa bile, henüz hiçbir şey için tamamen geç değil. Eğitim ve sosyal entegrasyonu önceleyerek, bir an önce yola koyulmak gerekiyor.