Diriliş Postası'ndan Hüseyin Yahya Şekerci'ye konuşan Üstad Nuri Pakdil ile Kudüs'e yaptığı ziyareti, Filistin davasını ve Türkiye'yi anlattı. Pakdil Müslümanların bugün yaşadığı trajedinin altındaki temel sebebin hilafetin ilgası olduğuna dikkat çekiyor, parti ya da kişi çıkarlarından ziyade ümmetin çıkarlarının esas alınması gerektiğini söylüyor. İdam kararları veren darbeci Mısır yönetimini lanetleyen üstad, batıcıların ve sistemin Türkiye'yi durdurmak gayesiyle hereket ettiklerini vurguluyor.
-Kıymetli üstadım, zat-ı alileriniz Kudüs'e ilişkin çağa haykırdıklarınızla bilinen bir isimsiniz. Ve geçtiğimiz aylarda Kudüs'e gittiniz. Evvela şunu sormak istiyorum; Kudüs'te neler gördünüz? Düşünüzdeki Kudüs ile gördükleriniz arasında nasıl bir bağ kurdunuz?
EFKAN ALA VESİLE OLDU
Geçtiğimiz Mart'ta, Kudüs'teydim. Bu seyhatimizin gerçekleşmesine vesile olan Sayın İçişleri Bakanı Efkan Ala oldu. Ankara'da bizim eve geldiğinde, “Nuri Abi, siz Kudüs şairi olarak biliniyorsunuz. Kudüs'e gitmek ister misiniz?” diye sordu. “Buna ‘evet' derseniz, ben hemen organize ederim” dedi. İşte böylece seyahatimiz gerçekleşebildi.
"FİLİSTİNLİLER TAYYİP BEY'İ ÇOK SEVİYOR"
Kudüs hakkındaki izlenimlerimi kısaca şöyle aktarayım: Kudüs'ü görmek, elbette, olağanüstü heyecan vericiydi. Kudüs, öyle sanıldığı gibi çölde değil, ağaçlıklı bir bölgededir. Mescidi Aksa'da Cuma namazı kıldık, Kudüs Müftüsü ile tanıştık. Cuma namazından çıkınca, Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'la telefonla konuştum ve Kudüs'teki Müslümanların selamlarını ilettim. Gerçekten Kudüslüler daha geniş anlamda Filistinliler Tayyip Beyi çok seviyorlar.
Filistin'de önemli şehirleri ziyaret ettik. Bunlar arasında El-Halil, Nablus ve Ramallah vardı. Nablus'ta “Nuri Pakdil Türk Kız Okulu”nun açılışına katıldık. Okul müdiresi hanımefendi, törene katılanlara beni ”Kudüs Şairi” olarak takdim etti. Ben de kısa bir konuşma yaptım. Kudüs seyahatimizi düzenleyen TİKA ekibinden bir arkadaşımız bu konuşmayı Arapça'ya çevirdi. Bu konuşmayı doğrudan Arapça yapmayı çok isterdim.
Ramallah'ta Filistin davasının sembol ismi Yaser Arafat'ın mezarını ziyaret ettik. Çok mütevazı bir mezardı. Sadece iki Filistinli asker nöbet tutuyordu. Fatiha'mızı okuduk.
"ZEYTİNDAĞI'NA GİTTİK"
Zeytin Dağı'na da gittik. Ve hemen Falih Rıfkı Atay'ın Zeytin Dağı'nı anlatan metinleri aklımıza geldi. Tabiî oraları İsrailliler baştan başa istila etmiş durumda. Her yer İsraillilerin evleri ile dolu.
Kudüs'e İsrail askerlerinin denetimindeki bir yoldan giriliyor. İsrailli askerler gurubumuzdaki diğer arkadaşlarımıza girişte çok zorluk çıkardılar. Filistin'de İsrail'in uyguladığı terör çok somut. Bütün caddeler İsrail askerleri ile dolu. Kudüs'te, Berlin duvarıvari bir durum var. İsrailliler Kudüs'ün etrafına duvar örmüşler. Filistinlilerin Cuma namazı için El Aksa camisine gelmesine izin vermiyorlar.
Tabiî, Filistin ziyareti sırasında hep söyleyip durdum. “Tüm Filistin toprakları yüce Osmanlı İmparatorluğunun bir parçasıydı.”
"KUDÜS SEVGİSİ ARTMAKTADIR"
-Kudüs bir anlamda ümmetin gözbebeği. Sizce Müslümanlar Kudüs'e ve dolayısıyla Filistin davasına yeterince kıymet veriyorlar mı?
1923 yabancılaştırma girişimlerinin amaçlarından biri de, bizi, aynı uygarlık çemberindeki halklardan koparmaktı. Irkçı ve batıcı cumhuriyet hükümetleri, daha düne kadar, mazlum halkların değil fakat batının çıkarlarını; Filistin'in değil fakat İsrail'in çıkarlarını savunuyordu.
Yeni kuşaklar, böyle yoğun bir yabancılaşmanın, kendi kültüründen kopmayı öneren resmî bir öğretinin buyruk kesildiği bir ortamda yetişti. Bu ortamda “Filistin davasına yeterince kıymet” verenlerin az olması şaşırtıcı değildir.Ancak, çok şükür, zorbalar halkımızın yüreğinden Kudüs sevgisini söküp atamamıştır. Şimdi bu sevgi, her gün biraz daha yoğunlaşarak kendi mecrasına doğru ilerlemektedir.
VATİKAN VE İNGİLTERE'YE DİKKAT
-Son dönemlerde Vatikan da dahil olmak üzere bir çok ülke Filistin'i devlet olarak tanıdı. Ancak bu tanımanın mahiyeti net değil. Yani 48 sınırları mı, öncesi mi, 67 sınırları mı yoksa bugün parçalanmış görüntüsüyle direnen Filistin mi, muamma. Siz bu konuya ilişkin neler düşünüyorsunuz?
Müslümanlar, ilke olarak, Vatikan'ın ve İngiltere'nin attığı her adımı kuşkuyla karşılamalıdır. Her attıkları adımda Müslümanlara kurulmuş bir tuzak vardır. Tarihimize bakın, bunun bir istisnasını göremezsiniz.
-Uluslararası denkleme bakıldığında Filistin başta olmak üzere Müslümanların yaşadığı hemen her coğrafyada büyük sıkıntılar hakim. Mısır'da seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve İhvan'ın tepe kadrosu idama mahkûm edildi. Siz son gelişmeler ışığında nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Batı dünyası, Müslüman halkların yaşadığı coğrafyalarda, büyük bir kindarlıkla saldırmaktadır Müslümanlara. Batılı sömürgeciler, sömürü ve cinayetlerini, bu parçalanmış coğrafya üzerinde darbelerle iktidara gelmesini sağladıkları kukla yöneticiler üzerinden yürütmektedir. Vicdan aklığını koruyabilen her insanın, bütün İslam coğrafyasında Batılı Emperyalistler ve yerli işbirlikçileri tarafından ortaklaşa işlenen cürümlere karşı, hiçbir şey yapamıyorsa, en azından bir tavır alması, bunları içinden yargılayarak mahkûm etmesi, çağdaş insan olmanın gereğidir.
TEK ÇÖZÜM İSLAM DEVRİMİDİR
Müslümanlar olarak bizler, dünyanın neresinde olursa olsun, bir insanın onuru çiğneniyorsa, bununla ilgilenmeli ve gereken atılımları yapmalıyız.
Bir yeryüzü devleti olan Büyük Osmanlı Devleti parçalandığı ve Hilafet ilga edildiği için bütün bu trajediler vuku bulmaktadır. Başka bir çaresi yoktur, tek çözüm yolu İslâm Devrimi'dir.
Mısır'ın emperyalistlerin işbirliçisi olan bugünkü yönetimini bütün kalbimle lanetliyorum.
-Siz Müslümanların üzerine eğilmesi gereken temel meselelerden birinin de “öze dönmek” olarak ifade edebileceğimiz kendi dilini, retoriğini oluşturma olduğuna vurgu yapıyorsunuz. Batıya karşı verilen mücadelede bilgi üretiminin altını çiziyorsunuz. Bu nasıl mümkün kılınabilir? Sizce yapılan çalışmalar umut verici mi?
"KARANLIĞI EDEBİYATLA YENERİZ"
Yeryüzünde, içinde bulunduğumuz süreçte, karanlığı geriletecek tek güç, sanat ve edebiyattır. Biz, ülkemize edebiyatla gelen ve yerleşen yabancılaşmanın, yine ancak edebiyatla ülkemizden atılabileceğine inanıyoruz. “Arş'a en yakın duran, duâdan sonra, boyun eğmeyen edebiyattır İblis'e” diyoruz. Sanatı, edebiyatı, birincil kaygımız yapışımız bundandır.
Oluşmakta olan yeni yerli edebiyatımız, önce uygarlığına dönüşümü sağlamakla, o dönüşümü durdurucu tüm engelleri ortadan kaldırmakla yükümlüdür. Bu da bir başkaldırıyı gerektiriyor, tüm yabancılaşmaya başkaldırıyı.
"KÜLTÜREL DEĞERLERİMİZİ GENÇLERE ANLATMALIYIZ"
Bu ancak, ezelî ebedî ulu önderimiz, Yüce Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in yolundan gitmekle, O'nun devrimci yolunu izlememizle mümkündür.
Şunu unutmayınız: Kültürel değerlerini yeni kuşaklara aktaramayan bir toplum varlığını sürdüremez. Kültürel üstünlüğe sahip olmayan bir siyasal iktidar kalıcı olamaz. Kültürel değerleri yeni kuşaklara ancak yazarlar, sanatçılar aktarır.
-Son olarak Anadolu'yu sormak istiyorum. Uzun yıllar sonra yollara düştünüz memleketi hatta yurtdışını dahi karış karış dolaşıyorsunuz, insanlarla hasbihal ediyorsunuz, konferanslar veriyorsunuz. Gittiğiniz yerlerde nasıl bir Türkiye fotoğrafı görüyorsunuz?
Konferanslar değil de kısa selamlama konuşmaları diyelim. Çünkü, benim konferanslarım, kitaplarımdır. Gittiğim her yerde gerek yurt içinde ve gerek yurt dışında yoğun ilgiyle karşılaşıyoruz.
Ben, yeryüzünü kurtaracak hareketin ancak Türkiye'den başlayacağına inanıyorum ve gençlerimize hep umutla bakıyorum. Böyle bir tarihsel sorumluluğa muhatap olan gençlerimiz çok okumalı, kendilerini çok iyi yetiştirmeli ve mutlaka bir yabancı dil öğrenmelidir.
"ZULÜM DÜZENİNİ YIKMALIYIZ"
Mutlaka okumalıyız ki, Türkiye'nin karanlığı gitgide ufalsın da, bir gün tam karanlıksız bir Türkiye oluşsun. Okuya okuya, yaza yaza bir ‘umut' büyüyecektir gönüllerimizde, yurdumuzda, yeryüzünde. Tüm putçulukların, tüm zulüm düzenlerinin bir bir yıkılması, kendi uygarlığımıza dönülmesi umududur bu ‘umut'.
Batıcılar, Türkiye'nin İslami yönde ilerlemesini durdurmak, Müslümanların birliğini bozmak için bütün dünyada tuzaklar kurmaktadır. Türkiye'nin Müslüman halkı da, kişi ya da parti çıkarlarını değil, ümmetin çıkarlarını gözeterek bu tuzakları boşa çıkarmalıdır. Başarının anahtarının birlik olduğunu unutmamalıyız.
Önemli olan şudur: şirke teslim olmamış bütün vicdanlar, Batı emperyalizmine karşı, Batı emperyalizminin İslam coğrafyasındaki ve özellikle Tükiye'deki simgelerine karşı, bir cephe oluşturmalıdır. Dikkatini, enerjisini bu simgelerin oluşturduğu karanlıkla savaşa yoğunlaştırmalıdır.
Ve tüm sorun, “Benim karnım tok, sırtım pek olduktan sonra…” cümlesinin arkasını getirmemektir ve değişmeyen yasayı unutmamaktır: cüz'î kurtuluş yok; kurtuluş külli.