TIMETURK | 5 SORU
Yeni neslin içerisine doğduğu internet çağı, dünyanın birçok yerinde birçok dile farklı 'katkı'larda bulundu. Toplumların farklı kesimlerine göre bu 'katkı' olumsuz ya da olumlu şekilde değerlendirildi. Buna göre dil ya bozuluyordu ya da zenginleşiyordu. Peki hangisi?.. Bu etkilenmeden nasibini almış dillerden biri olan Türkçe'yi 5 SORU'nun bugünkü konuğu Şair Metin Önal Mengüşoğlu ile konuştuk.
İşte Mengüşoğlu'nun açıklamaları:
1- Yüzyılların birikimiyle bugünlere taşınmış olan Türkçe'nin özellikle internet çağı başladığından beri yaşanan küreselleşme ile değiştiği, bozulduğu; en büyük yapın da yeni nesil de olduğu değerlendiriliyor. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Türkçe'nin başına gelen, internet çağıyla başlayan, cep telefonlarının kısa mesaj kültürüyle sürdürülen hali hazırdaki tahribat ya da bela, ilk değildir. Maalesef toplumumuzun dili üzerinde yirminci yüzyılın başından itibaren oynanan oyunlar, dilin kutsallığına dokunmakla başlamıştı. Bir dil şovenizmi duygusuyla üretilen Güneş Dil Teorisi gibi gülünç ve güya sadeleştirme görüntülü çaba, aslında bozulmanın ilk adımıydı. Kanaatimce bütün diller Allah'ın birer ayetidir. Bu, kelimelerin Allah tarafından öğretilmesi değil, insan fıtratına dili yaratma yeteneğinin yüklenmesi anlamına gelmektedir. İnsan, düşünme, irade etme, üretme ve yaratma yeteneği olan bir yaratıktır. Bütün toplumların üyeleri bu yeteneği neredeyse daha ana rahminde keşfetmeye başlarlar.
Ana rahmi deyince Bahtiyar Vahapzade'nin Ana Hediyesi adlı şiirini hatırlamamak olmaz. Şair anasının okuryazar birisi olmadığına işaret etmesine rağmen, kendi eserleri ve şiirlerinin asıl müellifinin, kendisine dil öğreten anası olması lazım geldiğine işaret eder. Yani bütün insanların mecbur kaldığı ana rahmi gibi, yine analarından nakledilen bir dile mecburiyetleri vardır. Bu fıtri mecburiyet dile kutsallığını sağlar. Ancak her toplum için kendi dili üzerinde bir kutsallık söz konusudur. Kimsenin dili kimseninkinden daha erdemli ya da daha kutsal değildir.
Dilin bu anlamda kıymetini idrak edemeyen yöneticiler, nesiller, onun üzerinde istedikleri gibi tasarruf edebileceklerini sanarak, onu kısırlaştırma yönünde adımlar atabilirler. Devletler eliyle dil üzerinde oynanan oyunlar kadar, dilin sahici değerini bilmeyen, öğrenmemiş nesillerin tutumu da etkin rol oynamaktadır.
Evet, bugün, siyasal anlamda dünya egemeni olanların dilleri, küreselleşen dünyanın ortak dili gibi yaygın biçimde öğrenilmektedir. Bu durum toplumların kendi dillerinin olgunlaşması, gelişmesi ve yaşamasının önünde önemli bir barikat olarak durmaktadır.
İnternet dilini bolca kullanmak durumunda olan nesillerin bozulmaya katkısı olmadığı söylenemez. Ancak devletlerin, örneğin Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı'nın müfredat üzerinde en ufak bir hassasiyet taşımaması, büyük bir ihmalle aldırmaz davranması dururken, yetişme çağındaki gençleri suçlamanın pek bir anlamı olduğu kanaatini taşımıyorum.
"CAMİ İMAMLARI ve ÖĞRETMENLER GÖREVLERİNİ HAKKIYLA YAPSIN"
2- Çağımızda her şeyin ‘hızlı' aktığı biliniyor. İnternette tercih edilen kısaltmalar ve özellikle dizi-filmlerde kullanılan argonun da gençlerin kelime dağarcığına girmesi ile bu bozulmanın hız kazandığı görülüyor. Peki, ‘eğitim' önleyici unsur olmalıyken ‘okul' bu sorunun neresinde duruyor?
Yukarıda değindim, benim bir başka kanaatim vardır; onu söyleyeyim. Türkiye bakımından bu ülkedeki cami imamları ile öğretmenlerin onda biri görevini hakkıyla yerine getirmeye başlasın, sizi temin ederim, on yıl zarfında dünyanın en kültürlü ve en medeni toplumu olarak temayüz etmememiz için hiçbir sebep kalmayacaktır. Ailelerin çocuklarını eğitim kurumlarına bırakıp ardını unuttukları bir dünyadayız. Baba ve annenin her birisi, kamu ya da özel alanda, evin dışarısında çalışırken, başka da pek bir seçenek kalmamaktadır. Çocuklar önce bozuk müfredatlı, iki cepheli okula, ardından da sinema, televizyon, internet gibi araçların kucağında büyümektedir. Olsun, bunların tümü hatta daha yaygın olsun isterim. Ne var ki okul da dâhil bu araçların hiçbirisi yerli ve milli bir inancın ve dilin hassasiyetine maalesef sahip değildir. Hatta milli ve yerli görüntü veren bu alanın araçları, ötekilere nazaran daha kısırlaştırıcı bir dil kullanmaktadır. Çünkü onlar geleneksel olarak kültür ve estetiğe üçüncü sınıf alaka muamelesi yapmaktadırlar.
Engel olunamayacak hız ve haz var mıdır, bilmem. İnsanoğlunun üstesinden gelemeyeceği, özgür iradesini kullandığında yeryüzünde gücünün yettiği alanlarda, bugüne kadar yapılanların aynısını, daha iyisini yapamaması düşünülemez. Öyleyse hız ve haz çağında bu iki gücü boyunduruk altına alarak hızı dengeye hazzı da zevki selime çevirmek yine insan tekinin elindedir.
Zevki selimi yaygınlaştıracak araçların başında sanat alanları, kültür, folklor ilgileri gelir. Oysa bu toplumda asıl vahim durum, yani günlük dilde kısaltmaların, argonun, kısırlaştırmanın çoğaltılmasından daha önemlisi, sanat ve kültür meselelerine tarihin derinliklerinden bu yana hep kısık gözle bakıştan doğmuştur. Resim, müzik, heykel, folklor ve benzeri ilgiler, geleneksel anlamda, hiç alakası yokken kimi çevrelerce haram sayılabilmiştir. Size bir örnek, tıbbın, tuzdan ısrarla uzak durmamızı önerdiği bir çağda, İmam Hatip Okullarının meslek dersleri hocalarından kimileri tarafından, hala yer sofrasına oturup yemeğe tuzla başlamanın sünnet olduğu öğretilmeye devam ediliyorsa, başka söze gerek var mıdır?
3- Türkiye'de bir kesim dilin “-sel” , “-sal” eklerine (bölgesel, ulusal) hapsedildiğini söylerken, diğer bir kesim ise dilin çağlar boyunca Arapçalaştırıldığını ileri sürüyor. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Bütün diller tarih içerisinde birbirinden mutlak etkilenmiş, her dil bir ötekinden kelime dağarcığına unsurlar eklemiştir. Saf dil zaten olmaz. Hele Müslüman toplumlar bakımından buna imkân yoktur. Çünkü dünyanın neresinde olursa olsun, hangi dili konuşursa konuşsun, her Müslümanın diğer Müslümanı kardeşi olarak görmesi inancının gereğidir. Bu bakımdan kardeşler arasındaki iletişimi sağlamak ve artırmak ister istemez, diller arası alışverişi de yoğunlaştıracaktır. Bu anlamda Osmanlı Türkçesi dediğimiz dil, toplumumuzun Müslümanlaşmasından sonra doğmuştu. Türkçeye katılmış Arapça ve Farsça kelimeleri atarak, dili arılaştırma çabasının sahipleri, aslında dil hassasiyetiyle bunu yapmadılar. Onların amacı dilden ziyade din idi. Ve toplumun dini üzerinde bir oyun oynanmaktaydı.
Bu amaçla birinci soruya verilen cevapta dile getirdiğim Güneş Dil Teorisi de dâhil, arı dili kollama koruma çabasının altındaki asıl sebep buydu. “Sel, sal” ekleri çok önemli değildir. Hatta bu ekler Orta Asya Türkçesinde kullanılmaktaydı. Asıl facia ekler değil doğrudan kelime üretme gibi cehalet örneğinde yaşandı. Bir takım kurumlar aracılığıyla hiçbir ilmi derinliği olmaksızın, çalakalem dil oyunları oynandı ülkede. Fakat şunu gördük ki bu oyun tutmadı çünkü dil başta da değindiğimiz gibi fıtridir ve insan teki için ana rahmi mesabesindedir.
"DİLİ KISIRLAŞTIRAN TEKTİPLEŞTİRMEDİR"
4- Dün idrak edilen ‘dil bayramı' kapsamında devlet erkânının paylaştığı mesajlarda dilin, “kültürel miras” , “ortak hafıza” ve “milleti bir arada tutan değer” olduğu vurgulandı. Fakat son zamanlarda toplumlarda ciddi ayrışmalar yaşandığı, toplulukların ekonomik unsurlar, inançlar, ‘izm'ler ve ideolojiler sebebiyle karşı karşıya geldiği görülüyor… Tabloya baktığımızda ‘Dil gücünü yitiriyor' diyebilir miyiz?
Dil bayramlarında siyasilerin ve hatta egemen kültür çevrelerinin gösterişli konuşmaları, iddiaları benim nazarımda pek bir değer ifade etmiyor. “Son zamanlarda toplumlarda ciddi ayrışmalar yaşanıyor” ifadesi de çok klasik bir yargıdan ibarettir kanaatimce. Ben tam tersine Türkiye'nin ve öteki dünyanın Müslüman toplumlarında aksine bir dayanışma, beraberlik şuuruna doğru yönelme, arayış görmekteyim. Elbette bu günümüzden yarına hemen ürün vermeyebilir. Ancak düne nazaran daha kötü durumda değil toplumumuz. “İzm”lerin, ideolojilerin çoğalması değildir tehlike, belki tam aksine, olmamasıdır. Celalettin Rumi ne demişti: “herkes aynı fikirdeyse, hiç kimse düşünmüyor demektir.” Toplumların türlü sebeplerle karşı karşıya gelmeleri kötü değildir; sebebini doğru koyabilirsek, bunun zenginliğe dönmemesi için engel kalmaz. İdeolojiler farklılaştıkça, egemen güce boyun eğmeler de azalır. Farklılıklar daima aynılıklardan daha yararlı ve geliştiricidir. Bütün insanlar biricik yaratılmıştır. Biricikliği korumak kişilik sahibi olmak demektir. Bunu bırakarak birilerine özenip benzemek, kopya ve taklit insana yakışmaz. Türkiye'de bir başka sorun, cemaat, fırka, parti, grup, mezhep, meşrep gibi oluşumların son derece yanlış algılanıp yanlış uygulanmasından kaynaklanmaktadır. Mesela mezhepsiz insan olmaz. Ama birilerini birileri rahatlıkla mezhepsizlikle suçlayıp durur. İnsanların elbette bir meşrebi, bir partisi, bir vakfı, bir derneği olsun, olmalıdır. Ancak kendi meşrebine tanıdığı özgürlüğü ve hakkı başkasınınkine tanımamaktadır asıl problem. Başkasının özgürlüğüne saygı duymayanın özgürlüğü hiçbir kıymet ifade etmez. Dili kısırlaştıran, gücünün yitirmesini sağlayan tektipleştirme çabalarıdır asıl. Bunu tevhid-i tedrisat yasası ile sürdüren bugünkü okullaşmalardır ne yazık ki. Bunun tedbirini almadan kimi “izm”ler ve ideolojilerle mücadele ya da onları suçlama sonuç getirmeyecektir, getirmemektedir.
5- Günümüzde pek çok Türk markasının İngilizce isim kullandığı, tabelalarda bu isimleri tercih ettiği biliniyor. Fakat bazı belediyeler, bölgelerindeki Suriyeli nüfusun kullandığı Arapça tabelaları kaldırtıyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İşte tipik Türkiye Cumhuriyeti refleksi sözünü ettiğiniz tavırla bir kere daha açığa çıkmış, suçüstü yakalanmış demektir. Türkiye'deki adı cumhuriyet olan rejimin hemen bütün uygulayıcılarının tepkisi her zaman böyle tezahür etmiştir. Sanıldığı gibi sözü edilen refleks yalnızca Kemalist ve laik çevrelerden değil, çoğu kere muhafazakâr bölgelerden gelmektedir. Çünkü onlar, Osmanlının yıkılışından sonra kurulan rejim içerisinde, bir takım sebeplerle kendilerini ansızın azınlık olarak görmeye başladılar. Yaşanan doksan dört yıllık dönem zarfında bu psikoloji onların büyük çoğunluğunda ciddi ve köklü bir aşağılık duygusu var kıldı. Bir bakın mesela İngilizce öğrenme heveslisi ailelere. Çoğunluğu muhafazakâr insanlardır. Ve mesela Arapça, Urduca, Farsça gibi dillere çoğunlukla küçümseyici gözle bakmaktadırlar. Ben burada muhafazakâr derken asla ortalama yurdum insanından söz etmiyorum, bunu da açıklamalıyım. Benim gözlemim sonradan kentsoylu olmuş ve dış görünüşü gelenekçi ama içi burjuva özentisi dolu muhitleredir.
Bütün dillere saygı gösterilmelidir. İngilizce de bunların arasındadır. Ayrıca mesela Arapça Kur'an'ın dilidir diye, sırf bu nedenle ötekiler karşısında daha kutsal olmaz. Arapçanın Müslümanlar nazarındaki ayrı değeri, yalnızca onlara ait olmak şartıyla, ibadet dili olması bakımındandır.
Ne Arapça ne İngilizceye tepki verilsin; herkes daha doğmadan anasının rahmine nasıl sıkı sıkıya sarılmış bir durumda dünyaya gelme arifesini yaşamışsa, ana diline de öylesine sıkı bağlanmalıdır, bunun itikadi bir sorumluluk olduğunu bile düşünüyorum. Kürtçe, Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, Almanca, Urduca, Çince bütün diller bakımından kanaatim budur.
METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU KİMDİR?
1947 yılında Elazığ'da doğdu. İlkokulu Diyarbakır, Ortaokul ve Liseyi Malatya'da okudu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olan Şair Metin Önal Mengüşoğlu, 2000 yılında Harput Şehrengizi adlı eseriyle, Türkiye Yazarlar Birliği'nden “yılın yazar, fikir adamı ve sanatçıları” kapsamında şehir kitapları dalında; 2007 yılında “Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni” kapsamında ise Ahmet Cevdet Paşa adına verilen büyük ödülü kazandı.
ESERLERİ
Şiir: Ben Asyalı Bir Ozan, Çamurlu Bir Irmak, Hayatımın Bahanesi, Sevda Söze Dönüşmez, Bıçağa Basar Gibi, Endülüs, Bize Kefen Biçene Bak.
Öykü-Roman: Gavur Kayırıcılar, Dr. S, İstanbul Hikâyeleri, Yerler Mühürlendi.
Deneme: Ağabeyime Mektuplar, Öptüm Kara Gözlerinden, Harput Şehrengizi.
Biyografi: Bilge Terzi M. Sait Çekmegil, Müstesna Şair Mehmet Akif, Mağrur Öfke Necip Fazıl.
Düşünce: Düşünmek Farzdır, Kimliğin Fotoğrafsız Yaprağı, Havada Bulut Var, Vahiy ve Sanat, Zihni Karışıklar İçin Alışkanlık Reçetesi, Bir Kelime Mesafesi, Anladıkça Artan, Kalbin Marifetleri.
Söyleşi: Kalbim Mühürlenmeden.