Sinir sistemimizin iki bileşenden oluştuğunu belirten Uzm. Dr. Şekip Şimşek, birincisinin beyin ve omurilikten oluşan santral sinir sistemi, ikincisinin ise bir ağacın köklerinin toprakta yayılması gibi tüm vücudumuzu kaplayan sinir liflerinden oluşan periferik sinir sistemi olduğunu söyledi. Periferik sinir sisteminin çevremizle etkileşim ve iletişimden sorumlu olan duyusal ve motor liflerin yanı sıra istemsiz hareketlerden sorumlu sinyalleri taşıyan liflerden oluştuğunu ifade eden Uzm. Dr. Şimşek, şu bilgileri paylaştı:
“Periferik sinir sisteminin, çevremizdeki bilgileri santral sinir sistemine taşıyan duyusal ve motor liflerini etkileyen her türlü durum, etkilenen lif çeşidine göre farklı bulguya yol açar. Duyusal liflerin etkilenmesiyle ilgili bölgede ağrı, uyuşma, yanma gibi his kusurları oluşurken motor liflerin etkilenmesiyle kas kuvvet kaybı, seğirme gibi bulgular oluşabilir.”
DİYABET VE KANSER HASTALIKLARI RİSKİ ARTIRABİLİR
Diyabet, kanser gibi hastalıkların sıklıkla periferik sinirlerin sağlıklı çalışmasını etkilediğini söyleyen Uzm. Dr. Şimşek, “Böbrek yetmezliği, üremi, karaciğer hastalıkları, romatizmal hastalıklar, vitamin eksiklikleri özellikle B12, kansızlık, beslenme bozuklukları, çölyak hastalığı (gluten enteropatisi ), HİV virüs enfeksiyonu, lyme hastalığı, endokrin bozukluklar özellikle hipotiroidizm, kronik obstruktif akciğer hastalığı (KOAH) gibi daha birçok hastalıkta da eşlik eden periferal nöropati bulgularına rastlanmaktadır. Kullanılan ilaçlar, maruz kalınan alkol ve ağır metal gibi toksinler, çevresel faktörler de vibrasyon (inşaat işçilerinin kullandığı aletlerden veya travmadan kaynaklı), uzamış soğuk maruziyeti, oksijen azlığı periferik sinir sisteminin sağlıklı çalışmasını etkiler” şeklinde konuştu.
ÇOĞUNLUKLA 50 YAŞ ÜSTÜNDE GÖRÜLÜR
Ortaya konan farklı birçok sebebe rağmen periferik noropati semptomları şikâyeti ile hekime başvuran hastaların yüzde 50'sine yakınında nedenin bulunamadığını ifade eden Uzm. Dr. Şimşek, şunları söyledi:
“Kanıtlanmamakla birlikte özellikle artmış oksidatif stres, glukoz tolerans bozukluğu, prediyabet, hipertansiyon ve kolesterol yüksekliğinin de tanı konulamamış vakaların büyük kısmında sebep olduğu düşünülmektedir. Hastalar çoğunlukla 50 yaş üstü, aylar ve yıllar içerisinde yavaş yavaş kötüleşen, tipik olarak simetrik yani vücudun sağ ve sol tarafının benzer olarak etkilendiği, karıncalanma, uyuşma, iğnelenme, yanma, ağrı gibi bulguları tarif eden, duyusal liflerin etkilendiği vakalardır. El ve ayakta karıncalanma, yanma, ağrı, komut kaybı ile gelen hastaların yapılacak detaylı sorgusu, dâhili ve nörolojik muayenesi çoğunlukla doğru tanıya ve sonrasında doğru tedaviye götürmektedir. Şikâyet başlangıcının zamanı, şikâyetlerin ilerleyiş hızı, etkilenen bölgenin tek taraflı (sadece sağ ayak gibi) veya karşılıklı olması (hem sağ hem sol ayak gibi), duyusal belirtilere kas kuvvet kaybının eşlik edip etmemesi gibi bilgiler ayırıcı tanıda önemlidir.”
FARKLI TESTLER TANI KOYMAYA YARDIMCI
Teşhis ve tedavi sürecine değinen Uzm. Dr. Şimşek, “Günümüzde artık çoğu vakada olduğu gibi bu durumda da tababet içerisinde multidisipliner yaklaşım, iç hastalıkları, nöroloji, fizik tedavi, fizyoterapi, ortopedi, beyin ve sinir cerrahisi, diyetisyen gibi farklı branşların tanı ve tedavi sürecinde işin içinde olması başarı şansını artırmaktadır. Alınan detaylı bir hikâye ve yapılan fizik muayene sonrası laboratuvar kan testleri ve EMG gibi elektrodiagnostik test yöntemleri tanıda kullanılan başlıca enstrümanlardır. Elektrodiagnostik test sonuçları da çoğu zaman yapılması gereken laboratuvar testlerine, araştırılması gereken sistemik hastalıklara ışık tutmaktadır. Cilt ve nadiren başvurulan sinir biyopsisi, tanı yöntemleri arasındadır” açıklamasında bulundu.
HASTALAR GÖZLEM ALTINDA TUTULMALI
Hastaların yönetiminde, altta yatan hastalığın tanısı ve tedavisinin eş zamanlı olarak semptomatik tedavinin verilmesinin önemli olduğunu vurgulayan Uzm. Dr. Şimşek, “Semptomatik tedavide gabapentin ve trisiklik antidepresanlar ile başarılı sonuçlar alınmaktadır. Uzun dönemde ayakta ağrı, uyuşma, yanma gibi his kusurları olan hastaların ayak ve tırnak bakımları ve oluşabilecek ayak yaraları açısından bu hastaların dikkatli gözlem altında tutulmaları gerekmektedir” ifadelerini kullandı.
GECELERİ AĞRI VE YANMA HİSSİ ARTIYOR
Hastaların semptomlarının şiddetinde gün içinde farklı zamanlarda değişkenlikler görülebileceğine dikkat çeken Uzm. Dr. Şimşek, “Özellikle geceleri ayakta yanma, ağrı, uyuşma, karıncalanma gibi şikâyetlerin arttığını ifade eden hasta sayısı dikkat çekecek kadar fazladır. Bu değişkenliğinin sebebini aydınlatmak ve çözüm üretmek hastalığın yönetiminde, kişinin yaşam kalitesini artırma amacıyla önemlidir. Öncelikle dikkat ve kişinin dikkat seviyesi ağrıyı nasıl algıladığımızı etkiler. Gün içinde yaşanan koşuşturmada, ev işleri ve çocuklarla ilgilenirken veya iş yerinde zamana karşı işimizi yetiştirmeye çalışırken, ayaklardaki ağrı ve yanmaya odaklanmamız zayıflar. Ancak günün sonunda işlerimizi bitirip kendimizle baş başa kaldığımızda, çevremizdeki dikkat dağıtan uyaran sayısı azaldığında ayaklardaki yanma ve ağrıya odaklanmamız ve algımız artacaktır” dedi.
STRES VE ANKSİYETE SİNİR SİSTEMİNİ ETKİLEYEBİLİR
Gün içinde semptom şiddetinde görülen değişkenliğin bir diğer sebebinin de ortam ve vücut sıcaklığındaki değişkenlik olduğunu dile getiren Uzm. Dr. Şimşek, “Gece saatlerinde vücut sıcaklığında dalgalanmalar görülebilir ve çoğunlukla vücut sıcaklığımız gece saatlerinde bir miktar düşer. Hasarlı periferik sinirler bu ısı değişimlerini ağrı ve karıncalanma olarak yorumlar. Bir diğer sebep herhangi bir nedene bağlı olarak kişinin uyku kalitesinin düşmesi kişinin ağrı algısını artırır. Gece semptomların daha şiddetli hissedilmesine yol açar. Yine kişinin yaşadığı stres ve anksiyete, sinir liflerinde ağrı sinyalizasyonunu artırır. Stresi yüksek, anksiyete bozukluğu olan kişilerde ağrı algısı daha yüksektir” diyerek sözlerini noktaladı.