Hayallerimizin öksüzü/yetimi oluyoruz. Hayallerimize aç kalıyoruz. Acıdan değil hayalsizlikten ölüyoruz.
Bize ne oluyor da hayal kurmayı bırakıyoruz?
Oysa ki zafer İslâm'ındır. Sırtını İslâm'a dayayan ne anlasın?
Yüzü İslâm'a dönük olmayanların hayali dinar, gerçeği heves.
Yüzü İslâm'a bakanın kalbi bes, hayali hür olur.
Vakı'a Allah bes, bâki heves.
Yani birader, uç demiyoruz. Ufku olmayanın hayali kâğıttan uçak.
Mandaldan yaptığımız oyuncaklar, terlikleri araba gibi “hayal” edip halının deseninde yürütmeler bitti. Uzaktan kumanda geldi. Pili bitene kadar oyalanıyoruz.
Modernizm eleştirisi sanmayın ki sananlara kızarım. Ben pil bitince ısırarak çalışmasını bekleyen “kafa”dan bahsediyorum. Bu sizi pil almaktan alı koymasın. Pil alma gücü olmayanı, ısırdıktan sonra takıp çalışabilir diye “yaşatsın, sabretmesini sağlasın, umud ettirsin”, diyorum.
Efendimiz aleyhisselam, onlar bilmiyorlar dedi ki onların içinden, yanında yiğit olacak insanların çıkma “hayali, ümidi, rüyası” vardı.
Pili ısıralım.
Buradan milyonlar okunan bir yayın organının yazarı! olarak MEB'e sesleniyorum: Müfredat çalışmalarına hayal kurmayı ekleyin. (Bak, bu da hayal. Milyon okunmak değil -yazar olmak hiç değil- MEB'de sesini duyacak kulak sahibi kalbi olanların var olduğuna dair inanç)
Özetle rüya görmüyoruz.
Aramıyoruz kırkta bir hakkımızı.
Rüyâlarımızı da çaldılar.
Belki de biz sattık.