Ebû Bekir radiyallahuanh, kendisine Halîfetu'llah dendiğinde bu ünvanı kabul etmemiş bunun yerine Halifetü'n-nebî denmesini uygun bulmuştur.
Allah'ın halifesi denilse ne olurdu?
- Her yaptığının altında hikmet aranırdı.
- Kurduğu gençlik teşkilatlarının aklını kullanmasına gerek kalmazdı vakı'a o ne dese doğru olurdu.
- Gazla çalışan ve/fakat üretmeyen, bedelini ödemediği sözlerin üstünden prim toplayan bir nesil ile karşılaşırdık.
Ama öyle olmadı. O radiyallahuanh Nebevî metodunun halifesi oldu. Hata yaptığında “kılıç” ile düzeltilme garantisi altında yaşadı.
Müslümanların desteklediği liderler de “Nebevî” sistemin süzgecinden geçerek değerlendirilmelidir. Aksi takdirde tebcil ettiğiniz her lider bir süre sonra “sır”laşarak (Şia'daki imam anlayışı gibi) Allah'ın halifesi mantığına dönüşür.
Eleştirel düşünceyi ikame edemediğimiz zaman iki uç oluşturuyoruz. Bir uç, edebi ve usulü kenarda bırakan eleştiri (çoğu zaman tahkir) yaparken diğer uç ise korumacı mantıkla hatasızlaştırma yapar (sırlaştırma). Böylece, birinci uç kılıcı nasıl kullanması gerektiğini bilmeden tavırlarıyla itibarsızlaştırmaya neden olurken ikinci uç kılıçla domates kesmeye başlamış olur.
Mavi Marmara davasına verilen tepkileri bu gözle incelerseniz ne demek istediğimi anlarsınız. Zor günlerden geçiyoruz. Bu günlerde mevcud siyasi yapıyı batılın önünde yıpratma amacı taşıyan ucu keselim (yukarıdaki tarif ettiğim birinci tip). Peki ya diğer uç?
Birinci uç başımıza bela olduğu kadar diğer uçta bela oluyor. İktidarın desteklediği vakıf ve derneklerden Mavi Marmara ile ilgili tepki göremedim. “Reisi ezdirmeyiz” diyelim/deyin. Ama hata olduğu zaman “buna katılmıyoruz” da diyelim/deyin.
Netice olarak;
Biz Hasan el Benna dinleyince “gaza” gelen değil Hasan el Benna duyunca O'nu anlayan nesil yetiştirmediğimiz/olmadığımız sürece dernek/vakıf kurup mevcut siyasi rejimlere slogan üretmeye devam ederiz.
Slogan ki onunla ne uçulur ne de yüzülür.