Dr. Hamza İmadüddin Musa / TİMETURK
Artık yeni bir Libya, farklı bir Libya var karşımda, uzun zaman önce bıraktığım Libya’ya tekrar döndüğümde yeni bir Libya buldum. İlk doktor kafilesi olarak Mısır sınırından Libya’ya girmek istediğimizde gerek gümrük makamları gerekse de askerler bize epey zorluk çıkardılar. Mısır-Libya sınırındaki Sellum kentinde Libya’dan özellikle de Bingazi’den dönen Mısırlılar olarak dayanışma gösterisi yaptığımız esnada çok korkunç hikâyeler duyduk. Sokaklara saçılan cesetler, ağır silahlarla sivil göstericilere karşı işlenen katliamlar, yakılmış cesetlere kurşun yağdıran Afrikalı paralı askerler, evet bütün bunları duyduğumuzdan ve gözlerimizle çektikleri sıkıntı ve acıları gördüğümüzden dolayı Libyalı kardeşlerimizin ve akrabalarımızın yanında olmak için Libya’ya girme, hatta orada kalma azmimiz arttı.
Hayatımda gördüğüm en büyük sevincin Hüsnü Mübarek gittikten sonra Tahrir meydanında gördüğüm sevinç olduğunu sanırdım. Oysa bizi Sellum kentine sokmamak için ordunun elinden gelen zorluğu çıkarmasından sonra bizi kente sokmak için tüm Sellum halkının toplanıp seferber olmasını gören arkadaşlarımın yaşadığı gerçek sevinci anlatmaya kelimeler yetmez. Gerçek sevinç gümrük makamlarının ve askerlerin çeşitli zorluklar çıkarması sonucu yaklaşık bir gün giremediğimiz Musaid kentine sonunda girdiğimizde gözlerimin yaşlarla dolmasıydı. Libya Umsaid halkının bizi karşılaması ve bize gösterdiği o sıcak ilgi ve alaka tüm sevinçlere bedel.
Bingazi’de durum biraz daha farklı, insanların Mısırlı ve doktor olduğumu öğrenmesiyle tüm kapalı kapıların bizim için hemen açılması bir oluyor. İnsanlar, bizi evlerine davet etmek için birbirleriyle yarışıyor adeta. Bize göstermiş oldukları o sıcak ilgi kendimizi evimizde hissettirdi. Esasında bizi birbirimize yabancılaştıranlar, devlet başkanlarımız ve krallarımız, bizi sınırlardan bizi çok bu kişiler ayırdı, aramıza nefret ve ayrılık tohumları ekti.
Ben kendi açımdan ilk gün olabildiğince görüntü ve video kaydı alma ve Sellum kentine dönüp internette yayma kararı almıştım. Özellikle internetin kesildiğini, videoların ve medya materyallerinin basına ulaştırılmasının zorluğunu öğrendikten sonra arkadaşımı video ve fotoğraf toplaması için bırakıp el-Cela (şimdiki adı Şüheda) Hastanesi morgunda bulunan parçalanmış ve yanmış cesetleri görmeye ve görüntülemeye gittim. Bunlar çok korkunç anlardı. Yanmış cesetleri görünce vücudum diken diken oldu, sinirlerim boşaldı. Bunlar silahsız sivil halka ateş açmayı reddeden birlikten asker ve subaylara ait cesetlerdi. Bu askerlere madem ateş açmayı reddediyorsunuz öyleyse silahlarınızı bırakın ve kamptan ayrılın demişler. Sonra da ellerini kelepçeleyip yüzükoyun yere yatırmışlar ve arkadan kafalarına sıkmışlar. Sonra da insanlıktan nasibini almamış komutan Abdullah es-Senusi cesetlerinin yakılmasını emretmiş.
Paralı askerler ve Kaddafi’ye bağlı tabur tarafından atılan tanksavar mermileriyle parçalanmış cesetler gördüm. Bu vahşeti İsrail’de bile görmek imkânsız... Hastanede yaralılar gördüm. Yüzlerinde sabır, sebat ve zafere olan inancı gördüm. Bu kahramanları gördükçe umudum, özgüvenim ve zafere olan inancım geri geldi.
Burada herkes, kırk yıldan fazla süren sosyal ızdırap, psikolojik acı ve siyasi baskılardan sonra özgürlüğün tadına varmaya başladı. Fakat hala çoğu Libyalı neredeyse yaşadığı bu özgürlük ortamın gerçek olduğuna inanmayacak. Yetmişli yıllarda öğrencilerin takibata uğradığı, idam edildiği, muhaliflerin tutuklandığı, öldürüldüğü, tutukluların ortadan kaldırıldığı Bingazi, diktatörden kurtulduğuna ve özgürlüğe kavuştuğuna inanamıyor.
Libya devrim ateşini yakan kıvılcım aslında Mısır ve Tunus’taki devrimleri tutuşturan kıvılcımlardan pek farklı değil. Ancak yıllardır süren baskı, kuşakların kendisini ifade etme korkusuyla ve özgürlükten korkarak yetiştirilmesinden dolayı Libya’nın özel bir durumu vardır. Ayrıca Libya’da devrim ateşini başlatan çeşitli sebepler vardır. Bu devrim ateşini besleyen çeşitli kaynaklar vardır. Kaddafi zebanilerinin idam ettiği Ebu Selim Hapishanesi şehitleri, bir kaç yıl önce, peygamber efendimize (s.a.v) hakaret içeren karikatürleri protesto etmek için İtalyan büyükelçiliği önünde toplanan göstericilerin üzerlerine açılan ateş sonucu ölen şehitlere kadar birçok neden vardır.
Barışçıl ve silahsız bir şekilde gösteri yapan protestoculara karşı kullanılan şiddetin eşi benzeri yoktu. Hafif silahların yanında paralı askerler tarafından ağır silahlar ve tanksavarlar kullanıldı. Kaddafi’ye bağlı taburla girilen bir çatışmada sağ kurtulmayı başaran kahramanlardan birine göre çatışmaya sahne olan meydan “bir kan deryasına” dönüşmüştü. Bu, dışarıdan gelip bir ülkeyi işgal eden sömürgecilere karşı yerli halkın duyduğu öfke ve nefretin aynısının hatta daha fazlasının Kaddafi ve rejimine karşı duyulmasına neden oldu. Libyalıların dedelerinin, İtalyan sömürge güçlerine karşı duyduğu kin ve nefretin daha fazlasını, o dedelerin torunları Kaddafi ve rejimine karşı duymaya başladılar. Bu da devrim ateşini daha fazla alevlendirmektedir…
“Biz insanlığımızı geri kazanmak istiyoruz” diyor, bayan bir eylemci.... Eylemci, gönüllü ve siyasilerle dolup taşan Bingazi Mahkemesi binasında söylüyor bunu. Bu, bana bir kaç hafta önce Tahrir meydanında bir muhabire söylediğim “bizler Mısır’da özgürlüğümüzü, insani özgürlüğümüzü, fikir özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü yitirdik” şeklindeki sözlerimi hatırlattı. Tabii burada durum farklı. Burada Kaddafi tehlikeli gördüğü her fikri ve sahibini ezdi, baskı uyguladı, tutukladı, işkence etti, idam etti, yok etti. Kendisine ve rejimine rakip ya da risk gördüğü her sözü, her kişiyi ezdi geçti. İtiraz hakkı Libya’da yasaktı, sindirilmişti. İşte şimdi burada tekrar doğuyor.
Bingazi Halkı Kaddafi’ye gizli bir nefret besler. Siyasi nedenlerden ötürü Ebu Selim Hapishanesine atılan hemşerilerini Kaddafi yakmıştı. Resuli Ekreme (s.a.v) hakaret eden karikatürlere tepki amacıyla İtalyan büyükelçiliği önünde toplanan göstericilerin üzerine ateş açan oydu. Silahsız sivil halkın üzerine ağır silahlarla ve tanksavarlarla saldıran yine Kaddafi’nin kendisiydi. Ancak bütün bunlardan ötesi, onları öz vatanlarında ezen, gurbetçi hissettiren, özgürlüklerini ellerinden alan, ağızlarını kapattıran ve en basit itiraz ve ifade özgürlüğü gibi insan haklarından mahrum bırakan Kaddafi’nin kendisiydi.
Bugünlerde, taburdan ele geçirdikleri silahlarla birlikte akrabalarını yanlarına alıp Ras Lanuf ve Bin Cevad kentlerindeki devrimci saflara katılan kahramanların hikâyelerini duyuyoruz. Burada bazı kahraman babaların hikâyelerine şahit oluyoruz. Örneğin bir baba tabur savaşında oğullarından birisini kaybetmiş, iki oğlu da Ras Lanuf’taki devrimcilerin saflarında savaşıyor. Mesela iki oğlu cephede olan bir babayla oğlu arasında geçen bir telefon konuşmasına şahit oldum. Oğlan babasına şunları söylüyordu: “Baba üzgünüm, silah satın almak için arabamı ve bilgisayarımı sattım, toprağımızı kurtarmak için kardeşimle birlikte savaşa katılmak için.”
Evet, Ömer Muhtar’ı bile mezarında sevindiren bu kahramanlık öykülerine bakılırsa savaşın, Libya’nın bu işgalci zalim diktatörden kurtarılmasına kadar süreceğini gösteriyor.
“Bu artık Libya topraklarını bu hain işbirlikçiden kurtarma savaşı olmaktan çıktı” diyor, genç bir eylemci bana ve şunları ekliyor: “ Bu kaybolan onurumuzu, bu vatana olan içten bağlılığımızı, heder olmuş özgürlüğümüzü ve en önemlisi içimize hapsettiğimiz insanlığımızı geri kazanma savaşıdır.” Evet, bu ancak zaferle bitecek bir savaştır, hayır ve şer arasında, hürriyet ve esaret arasında, asalet ve sahtekârlık arasında bir savaştır, bu özgür bir Libya ile Kaddafi’nin cemahiriyesi arasındaki bir savaştır.
*Dr. Hamza İmadüddin Musa: Libya halkına tıbbi yardım sağlamak amacıyla ülkeye giden ilk doktor kafilesinden bir doktor ve timeturk.com yazarı… Tercüme: Mehmet S. Direk