Yasir ez-Zeatira* / TİMETURK
Usame Bin Ladin’in (Allah rahmet eylesin) öldürülmesi meselesinde çok önemli bir noktayı oluşturmamakla beraber İslamabad Şehri’ne 60 km. uzaklıktaki Abbodabad şehrinde yerinin keşfedilmesi, ABD için –her ne kadar Amerikan medyası bu yönde propaganda yapsa da- hiç de övünülecek bir başarı değil.
Dünyanın en büyük gücü on yıl boyunca süren bir kovalamacada –bu şahıs her kim olursa olsun- bir şahsa ulaşmaktan aciz kalıyor. Bu durum muhakkak ki o şahıs için mucize niteliğindedir ancak aynı şeyi karşı taraf için söylemek mümkün değildir.
Operasyon, büyük olasılıkla Pakistan askeri kurumu ve emniyetiyle tam bir koordinasyon içinde çalışılarak gerçekleştirildi. Pakistan emniyetinin aranan şahsın yerini bilen sınırlı çevrelerden olma olasılığı; en azından son dönemlerde böyle olması uzak bir ihtimal değil. Ancak aynen Taliban lideri Molla Muhammed Ömer ve hareketin diğer liderleri meselesinde olduğu gibi bu şahsın yakalanmasında da bir çıkar görmüyordu.
Bu operasyon belki Pakistan ile ABD arasındaki ilişkilerin değiştiğine işaret ediyor. Belki diğer yandan da iki taraf arasında –ABD ve Pakistan- Pakistan için en önemli kanadı oluşturan Afganistan’daki duruma ilişkin yapılan siyasi bir antlaşmaya delil teşkil ediyor.
Pakistan’ın operasyonu sorunsuz olarak gerçekleştirmeye kesin gücü bulunmasına karşın bu işi ABD’ye bırakması ise antlaşmanın ayrılmaz bir parçasıydı. Belki de bu, propaganda ve Amerikan halkını razı etmek açısından zorunluydu. Yoksa daha başka El-Kaide ve Taliban liderlerini yakalamakta olduğu gibi bu operasyonu da Pakistan gerçekleştirirdi.
Neden tutuklamadı?
ABD, kendisini tutuklamaya gücü çok büyük ihtimalle yeteceği halde şahsı öldürme yolunu seçti. Örneğin o mekânda bulunan herkesi önce gazla bayıltıp sonra tutuklayabilirdi. Ancak kendi açısından en iyi yöntem olarak hapiste tutmak yerine bir örnek oluşturmasının önüne geçme adına öldürmeyi tercih etti.
Diğer taraftan Usame Bin Ladin de aslen esir düşmemek için çok dikkatli davranıyordu. Hatta bu yolda aldığı tedbirler hakkında birçok bilgi bulunmaktadır. Ancak bu yine de kendisine canlı iken ulaşılamamasının bir açıklaması olamaz. Genel olarak diyebiliriz ki bu tip savaşta şahsın sonu, kendisi ve takipçileri açısından sembolizmi artırır. Özellikle de operasyona katılmış helikopterlerden biri düşmüş ve içindeki herkes de ölmüşse!
Che Guevara misali
Şahsın tecrübesine gelecek olursak başından sonuna kadar tecrübelerinin ayrıntılarının Bin Ladin’e, dünyada birçokları için sembol haline gelmiş Che Guevara’nın sembolizmine benzer bir sembolizm kattığını söyleyebiliriz. Kaldı ki karşımızda, dünya ayaklarına itaat ederek geldiği halde onu satıp, -Soğuk Savaş’ta kazanmış en büyük kutba karşı bir savaşa dönüşmeden önce- Sovyet işgali günlerinde mücadele etmek için Afganistan’a gitmiş bir adam bulunuyor.
Tabi ki ikinci aşamadaki tecrübesini, Amerika’yı ve Amerika’nın Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra yeni bir düşman edinme ihtiyacına ilişkin siyasi bağlamlardan ayırmak oldukça zordur. Bunun delili ise Sudan’da bulunduğu sırada adamı kovalayıp 1998 yılında Nairobi ve Darüsselam’daki büyükelçiliklerini hedef alan operasyonlardan başlayıp ardından 2000 yılında Yemen’in Aden Körfezi’nde demir atmış USS Cole gemisini hedef aldığı son olarak da 11 Eylül 2001 saldırılarını düzenlediği savaşına başlamasına itmiş olmasıdır.
Amaç Arap rejimlerine karşı savaş değildi
Başlangıç olarak söylenmesi gereken şudur: Usame bin Ladin örgütünü Arap rejimlerine karşı savaşmak için kurmadı. Bununla beraber örgütün Sovyetler Birliği’nin hezimete uğramasından sonraki aşamadaki pratik kuruluşu, ‘İslam’ın ve Müslümanların en büyük düşmanı sayılan Amerika’ya karşı savaş kaidesi’ üzerine gerçekleştirilmiştir. Bu da 1998 yılının başında, Usame Bin Ladin’i çevreleyen grup ile dışarıdan Eymen Ez-Zevahiri önderliğindeki Mısır Cihad Örgütü’nden oluşan El-Kaide Örgütü’nde kısa sürede somut bir varlık olarak kendini bulan diğer gruplarla işbirliği ile ‘Yahudilere ve Haçlılara karşı küresel cephe’nin kuruluşuyla teyit edilmiştir.
El-Kaide’nin literatüründe aynen Sovyetler Birliği’ne karşı olduğu gibi Amerika’yı tüketmek için Afganistan’a çekme gibi önemli bir görüş vardı. Görünen o ki ‘çekme teorisi’ Usame bin Ladin’in düşünmediği bir yönde gelişti. George Bush’un deliliği ile beraber İsrail’in kaygılarına ve Tevrat efsanelerine bağlılığı kendisini Irak’ı işgal etmeye itti. Orada Iraklı doğasıyla El-Kaide’nin pususu vardı. ABD işgali projesinin başarısız kılınmasında El-Kaide’nin oynadığı rolü, akıl sahibi ve adil hiç kimse inkâr edemez. Evet, savaşa başlayan örgüt (Zerkavi liderliğinde Tevhid ve Cihat Örgütü’nden bahsediyorum) daha sonra El-Kaide’ye katıldı. Ancak bu, genel gidişatının (Tevhid ve cihat örgütünün El-Kaide’ye katılmadan önceki çizgisinin) örgütün 11 Eylül saldırılarından sonra oluşturduğu atmosferin ayrılmaz bir parçası olduğunu ortadan kaldırmaz.
Örgüt hedeflerinin birçoğunu gerçekleştirdi
Özetle şunu diyebiliriz; liderlerinin ve destekçilerinin kanaatine göre örgütün temel hedeflerinin büyük bir kısmı gerçekleştirildi. Bunu Bin Ladin, Amerika’nın Afganistan ve Irak savaşlarındaki maddi ve beşeri kayıplarından bahsettiği bir dizi ses kaydında teyit etti.
Arap rejimlerle çatışmak ise El-Kaide Örgütü’nün programında asıl yol olmadı. Yakın düşmana (rejimlere) karşı cihad, uzak düşmana (Amerika) karşı cihada dönüşebilirdi ancak bu çatışma Usame bin Ladin hayatta olsa da olmasa da genel olarak Arap kitleler için pek de kabul edilebilir değildi. Kitlelerin, örgütlerin kas kuvvetleriyle yapmaktan aciz kaldığını barışçıl ayaklanmalarla yapabilecekleri; rejimleri düşürebilecekleri kanıtlandı. Zira bu acziyeti 90’ların ortasında Zevahiri liderliğindeki Cihad Örgütü, İslami cemaatlerin Mısır rejimini düşürmek için çıkardığı şiddet olaylarının durdurulması girişiminden sonra rejime karşı savaşı terk ettiğinde itiraf etti. Zevahiri son kaydında da Mısır devrimini ve büyük zaferini kutlayarak, başarısının çalınmaması için bazı tavsiyelerde bulundu.
Örgütün ilham ve teşvik kaynağı oldu
Usame bin Ladin Afganistan’a karşı savaş açıldığından beri kelimenin gerçek anlamıyla örgütün lideri değil ilham ve teşvik kaynağı oldu. Bu noktada diyebiliriz ki onun tutuklanmak yerine bu şekilde şehid edilmesi örgüt üyelerinin ve taraftarlarının bilincinden yok olmasına sebep olmayacak. Aksine belki de varlığını daha da kuvvetlendirecek. Bilindiği gibi örgütün şu anda çeşitli Arap ülkelerinde mevcut olan ve El-Kaide’nin üçüncü kuşağını oluşturan bazı üyeleri kendisini hiç görmedi. Onu sadece hitaplarından ve kayıtlarından tanıdılar. Bunların çoğu daha önceden başka örgütlere tabi iken daha sonra El-Kaide’ye katılarak liderine biat ettiler. İslami Fas’ta, Somali ve Gazze’deki bazı gruplarda El-Kaide’nin durumu budur. Libya’daki diğerleri ise fikri değerlendirmelerinden sonra şiddeti bıraktı. Şu anda Libya devriminin bir parçasını oluşturmaktalar.
Bu grupların popülerlik açısından pek varlık gösterdiği söylenemez. Arap rejimlerine karşı mücadelede projesinin başarılı olacağına dair kanaat de özellikle Tunus ve Mısır devrimlerinin kazanmasından sonra geriledi. Özetle denilebilir ki El-Kaide’nin somutlaştırdığı cihatta dış boyut alanında önemli başarı elde edilmiştir. Ancak ikinci kısımda yani rejimlere karşı mücadelede aynı başarı gösterilememiştir.
Bu bağlamda Usame bin Ladin’in, faydasız olduğuna kanaat getirdikten ve halkın özellikle de İslami kesimin bunu istemediğini gördükten sonra örgüt üyelerine Suudi Arabistan’da operasyonlar düzenlememeleri için bizzat kendisinin emir verdiği bilinmektedir. Bin Laden’in- siyasi varlık saygınlığı açısından kendilerine karşı suskun kalmışsa da- gerçek anlamda işlevi (tesiri) söz konusu olsaydı kanımca bu, diğerleri için de geçerli olurdu. Örneğin Fas’ta ve Ürdün’de turistik mekânların hedef alınmasının faydası nedir? Ya da Cezayirli bazı askerlere ek olarak örgütün, barışçıl ayaklanma ile rejime karşı çıkan kitlelerin hesabına gerilediği Yemen’de eylemler yapması neye yarar?!
Bu demek oluyor ki cihadi örgütün programının yerel yanı, Arap halklarının rejimlere karşı barışçıl direniş yolunu seçmelerinden sonraki aşamadan önce gerileme durumundaydı. Ancak Ürdün ve Mısır’da olduğu gibi bazı selefi gruplar barışçıl faaliyetlere katılmaya başladı. Libya’da da devrim barışçıl olmaktan çıkıp silahlı olmadan önce aynı durum söz konusu olmuştu.
El-Kaide’nin operasyonlarını kısıtlayan sebepler
Yabancı işgale karşı dış cihada gelince o da Afganistan’da Taliban Hareketi’nin cihad görevini yerine getirmesi ve Amerika’yı tüketmesi nedeniyle geriledi. Irak’ta da güvenlik açısından istikrarın nispeten de olsa sağlanması ve bazı Arap Sünni kesimlerle çatışmasından dolayı halkın kendisini kucaklamaması örgütün önünde çalışma fırsatlarını azalttı. Filistin’de de zaten bilinen objektif koşullardan ötürü faaliyette bulunması oldukça zor. Sadece Gazze’de El-Kaide’ye tabi gruplar bulunuyor. İşgal ordusunun çekilmesi ve güvenlik çitinin bulunması nedeniyle orada da işgale karşı operasyonlar düzenlemek neredeyse imkânsız görünüyor. Bir tek Hamas ve Cihad’ın üstlendiği; İsrail saldırılarına karşı koyma durumu söz konusu. (Batı Yaka’da ise bu gruplar hiçbir şekilde varlık göstermiyor).
Geriye Amerika ve Batı ülkelerindeki dış operasyonlar kalıyor. Bu da alınan sıkı güvenlik önlemleri ve İslami kesim tarafından (Batı’da yaşayan İslami kesime ve İslam’a tesiri nedeniyle) reddedilmesi dolayısıyla oldukça zor.
Usame bin Ladin ise istediği sonu seçti (şehadet). O ki bazı kardeşleri gibi düşmanın eline esir düşmemek için çok aşırı dikkatli davranıyordu. Onun tecrübesinin değerlendirilmesi için çok mürekkep akıtılacak. İster denizde ister karada gömülmüş olsun dünyanın dört bir yanında ABD ve Batı’nın büyüklenmesine karşı olan birçokları için –liderliğini yaptığı örgüte nispet edilen operasyonların birçoğunu onaylamasalar bile- ilham kaynağı olacak.
*Bu makale Ahmet Yılmaz tarafından Timeturk haber sitesi için El Cezire’den tercüme edilmiştir.